YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ’NE 

GÖNDERİLMEK ÜZERE 

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE 

  

Esas No          : 2024/365 

Sunan : Adnan Oktar 

Müdafii          :  Av. Mert Yetişir 

Konu : Müvekkil Adnan Oktar’ın çok değer verdiği İslam alimlerinden biri olan Bediüzzaman Said Nursi’nin Van ili hakkında eserlerinde yaptığı anlatımlardan örneklerin sunumudur 

  

Açıklamalar : 

Müvekkil Adnan Oktar, Bediüzzaman Said Nursi’yi kendisinin üstadı olarak gördüğünü kamuoyu önünde defalarca beyan etmiştir. İmani ve kültürel çalışmalarında Bediüzzaman Hazretlerinden birçok alıntı yapmış ve Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerini okumalarını sürekli tavsiye etmiştir. 

Müvekkil Adnan Oktar Van Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na sevk edilmesini çok sevdiği Bediüzzaman Said Nursi’ye daha da yakınlaşmanın bir vesilesi olarak görmektedir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi Van iline büyük değer vermiş, uzun yıllar orada ikamet etmiş, faaliyetlerde bulunmuş ve orayı vatanı olarak gördüğünü ifade etmiştir.  

Bediüzzaman Said Nursi’nin Van’a çok değer verdiği eserlerindeki şu ifadelerinden açıkça anlaşılmaktadır: 

“Aziz, sıddık, vefadar ahiret kardeşlerim Hacı Nuh Bey, Molla Hamid; Sizler benim için çok ehemmiyetlisiniz. “Sıddık-ı vefiyy bu zamanda yoktur.” diyenlere karşı sizleri gösteriyorum. Yirmi sene Van’da geçirdiğim hayat-ı ilmiye.. benim için Van çok kıymettardır. Lillâhilhamd sizler o kıymettarlığı gösterdiniz. Ve Van’a karşı şedit hissiyatıma tam mukabele ediyorsunuz.” (Barla Lâhikası, s. 121-122) 

“Harb-i Umumî'de, Rus'un esaretinden kurtulduktan sonra, İstanbul'da iki üç sene Darü'l-Hikmet'te hizmet-i diniye beni orada durdurdu. Sonra Kur'an-ı Hakîm'in irşadıyla ve Gavs-ı A'zam'ın himmetiyle ve ihtiyarlığın intibahıyla İstanbul'daki hayat-ı medeniyeden usanç ve şaşaalı hayat-ı içtimaiyedeçn bir nefret geldi. "Dâüssıla" tabir edilen iştiyak-ı vatan hissi, beni vatanıma sevketti. Madem öleceğim, vatanımda öleyim diye Van'a gittim.” (Lemalar, s. 247) 

  

Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri incelendiğinde, Van’da kaldığı dönemde İslam alemindeki problemler üzerinde çokça düşündüğü ve söz konusu problemlerin dini cehaletten, Müslümanlar arasındaki ihtilaf ve çekişmelerden kaynaklandığını anlattığı anlaşılmaktadır. Bu yüzden de eğitime yönelerek Van Kalesi’nde derslerine bizzat katıldığı bir medrese kurduğu, doğunun en değerli hocalarının ve zeki talebelerinin Van’ın merkezine gelmelerini sağladığı bilinmektedir. Bununla da yetinmeyerek,  Van’da “Medresetü’z-Zehra” ismini verdiği bir üniversite kurulması için büyük gayret göstermiştir. Bu yöndeki arzusundan ve çabalarından bir eserinde şöyle bahsetmiştir: 

  

“Şark Üniversitesi hakkında çok kıymettar hizmetinizi Üstadımıza söyledik. O dedi: Ben hasta olmasaydım, ben de o mesele için vilâyat-ı şarkiyeye gidecektim. Ben bütün ruh u canımla Maarif Vekilini tebrik ediyorum. Hem 55 seneden beri, Medresetü’z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten evvel İstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı. Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî darülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki: "Şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir." O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: "Öyleyse o 20 bin altın lirayı Şark Darülfünununa veriniz." Kabul ettiler. Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra Harb-i Umumî çıktı. Tekrar geri kaldı… Dedim: "O vilâyat-ı şarkiye âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü, ekser enbiya şarkta ve ekser hükema garpta gelmesi gösteriyor ki, Şarkın terakkiyatı din ile kaimdir. Haşiye: Başka vilâyetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da, Şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türke hakikî kardeşliği hissedemeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde mecburuz." (Emirdağ Lahikası, s. 402) 

  

Bediüzzaman Said Nursi Van Kalesi’nde kendi kurduğu Horhor medresesinde birçok talebe yetiştirmiştir. Bununla birlikte kendisinden 100 sene sonra Risale-i Nur’a değer veren bazı kimselerin Van’a geleceklerini ve söz konusu medreseyi ziyaret edeceklerini belirtmiş, o sırada yaşanacaklardan bahsederek ziyaretine gelecek olan kardeşlerini şöyle müjdelemiştir: 

  

“… Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden  Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed‘ler ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte”  deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ BİR BAHARDA GELECEKSİNİZ. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezartaşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. MEZARIMIZDAN “NE MUTLU SİZE!” SADÂSINI İŞİTECEKSİNİZ. Hatta misafirlerimizin gölgeleri bile mezartaşımızdan bu sadayı işitecektir. Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar, şu kitabın hakaikini hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu kitabın mesâili hakikat olarak sizde tahakkuk  edecektir.” (Münazarat, s. 88) 

  

  

  

  

  

(Yani İhtiyar Risalesi'nin Onüçüncü Ricasında beyan ettiği gibi, Medresetü'z-Zehra'nın mekteb-i ibtidaîsi ve Van'ın yekpare taşı olan kal'asının altında bulunan Horhor Medresemin vefat etmesi ve Anadolu'da bütün medreselerin kapatılması ile vefat etmelerine işaret ederek umumunun bir mezar-ı ekberi hükmünde olmasına bir alâmet olarak, o azametli mezara azametli Van kal'ası mezar taşı olmuş. EY YÜZ SENE SONRA GELENLER! Şu kal'anın başında bir Medrese-i Nuriye çiçeğini yapınız. Cismen dirilmemiş, fakat ruhen bâki ve geniş bir heyette yaşayan Medresetü'z-Zehra'yı cismanî bir surette bina ediniz, demektir.) (Emirdağ Lahikası, s. 489) 

  

Bediüzzaman Said Nursi Van’da ikamet ettiği dönemlerden birinde Ağrı Dağı’nın infilak ettiği bir rüya görmüş, ayrıca kendisine rüyasında Kuran’ı beyan etmesi yönünde bir talimatta bulunulduğunu ifade etmiştir. Bu rüyasını Kuran’a yönelik gerçekleştirilecek büyük bir saldırının ardından Kuran’ın kendisini savunmaya başlaması olarak yorumlamıştır. İlerleyen süreçte gazetelerde çıkan bir haberde, İngiltere eski başbakanı Ewart Gladstone’un “Kuran’ı Müslümanların elinden almalıyız ya da Müslümanları Kuran’dan soğutmalıyız” şeklindeki sözlerini duyduktan sonra ise Kuran’ın doğruluğunu, yenilmezliğini tüm dünyaya duyurma kararı aldığını belirmiştir. Bu mübarek kararını Van’da almıştır: 

  

İngiliz Meclis-i Mebusanında, Müstemlekat Nazırı elinde Kur’an-ı Kerîm’i göstererek söylediği bir nutukta, "Bu Kur’an İslamların elinde bulundukça, biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’an’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız" diye hitabede bulunmuş. 

İşte bu müthiş haber, onda tarifin fevkınde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlas cesaret ve şecaat gibi harika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın, bu havadis üzerine, "Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!" diye, kuvvetli bir niyet, ruhunda uyanır ve bu saikle çalışır. HAŞİYE 
Bediüzzaman, Şarkî Anadolu’da "Medresetü’z-Zehra" namında bir darülfünûn açmak, ya Van’da veyahutta Diyarbekir’de darülfünûn derecesinde bir medrese tesisine çalışmak için İstanbul’a geldi. İstanbul’a gelişini bir muharrir şöyle tasvir etmişti: "Şarkın yalçın kayalıklarından, bir ateşpare-i zeka, İstanbul afakında tulû etti." 

HAŞİYE: Said Nursî, altmış beş sene evvel Van’da Vali Tahir Paşanın yanında iken okuduğu bir gazetede, İngiliz Müstemlekat Nazırının İngiliz Meclis-i Mebusanında elinde Kur’an’ı göstererek, "Bu Kur’ãn Müslümanların elinde kaldıkça, biz onlara hakîki hakim olamayız. Ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’an’dan soğutmalıyız" sözü üzerine, rûhunda bir feveran ve nihayetsiz bir gayret uyanır; Kur’an’ın bir mu’cize olduğunu ispat ederek, her tarafa neşretmek ve kafirleri tam susturmak ister, buna katî karar verir. Van’da bulunduğu on beş sene müddet içerisinde hıfzına aldığı seksenden ziyade kitabı ezbere devrettiği gibi, alem-i İslamın hal-i hazırda durumu hakkında da gerekli her türlü malûmatı elde eder. 
… Filhakîka, bir eserinde, tahdîs-i nîmet sûretinde, hizmet-i îmaniyeye ait inayet-i İlahiyeden bahsederken şöyle der: 

"Eski Harb-i Umûmide ve daha evvellerinde bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilak etti; dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: "Ana korkma, Cenab-ı Hakkın emridir. O hem Rahîmdir, hem Hakîmdir." Birden, o halette iken, baktım ki mühim bir zat bana amirane diyor ki: "İ’caz-ı Kur’an’ı beyan et!" Uyandım; anladım ki, bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılaptan sonra Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’an’a hücum edilecek; i’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım." (Tarihçe-i Hayat, s. 44) 

Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi Van’da bulunduğu bir dönemde memleketi yakıp yıkacak büyük bir felaketin yaklaşmakta olduğunu talebelerine bildirmiş, gerçekten de kısa bir zaman geçtikten sonra 1. Dünya Savaşı başlamıştır: 

  

“Evet, Kur’an-ı Azimüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nafiz bir içtihada malik ve bir velayet-i kamileyi haiz bir zat olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azim bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telahuk-u efkarından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından azade olarak tam ihlaslarından doğan dahi bir şahs-ı manevide bulunur. İşte, Kur’an’ı ancak böyle bir şahs-ı manevi tefsir edebilir. Çünkü "Cüzde bulunmayan, küllde bulunur" kaidesine binaen, her fertte bulunmayan bu gibi şartlar, heyette bulunur. Böyle bir heyetin zuhurunu çoktan beri bekliyorken, hiss-i kablelvuku kabilinden olarak, memleketi yıkıp yakacak büyük bir zelzelenin arefesinde bulunduğumuz zihne geldi. HAŞİYE 1  

HAŞİYE 1: Evet. Van’da. Horhor Medresemizin damında esna-yı derste büyük bir zelzelenin gelmekte olduğunu söyledi. Hakikaten söylediği gibi, az bir zaman sonra Harb-i Umumi başladı. Hamza, Mehmed, Şefik, Mehmed, Mihri.” (İşaratü’l-İcaz, s. 13-14) 

  

Bediüzzaman Said Nursi 1. Dünya Savaşı’nda Van’daki talebeleriyle beraber işgalci güçlere karşı vatanlarını savunmuşlardır. Kendisi Erzurum, Van, Bitlis gibi illerde yaptığı bu savunmalar sırasında Rus ordusuna esir düşerken, birçok talebesi de şehit olmuştur. Ayrıca eğitim verdiği medresesi savaşta yakılmıştır. Bu gerçeklere ışık tutan bir gazete haberinde ve Bediüzzaman Said Nursi’ye ait bir eserde şu ifadelere yer verilmiştir: 

  

“Herşeyden evvel, Van’da Horhor denilen medresemin ziyaretine gittim. Baktım ki, sair Van haneleri gibi onu da Rus istilâsında Ermeniler yakmışlardı. Van’ın meşhur kalesi ki, dağ gibi yekpare taştan ibarettir, benim medresem onun tam altında ve ona tam bitişiktir. Benim terk ettiğim yedi sekiz sene evvel, o medresemdeki hakikaten dost, kardeş, enîs talebelerimin hayalleri gözümün önüne geldi. O fedakâr arkadaşlarımın bir kısmı hakikî şehid, diğer bir kısmı da o musibet yüzünden mânevî şehid olarak vefat etmişlerdi.” (Lem’alar, s. 247) 

  

Tüm bunlardan anlaşıldığı gibi, Bediüzzaman Said Nursi’nin yolu hayatının birçok bölümünde Van iliyle kesişmiştir. Müvekkil Adnan Oktar da olayların akışıyla birlikte Van ilinde yaşamaya başlamaktan dolayı son derece mutludur. Bediüzzaman Said Nursi’nin vatanını savunduğu ve talebe yetiştirdiği Van iline nakledilmesini sevdiklerinin yanına gitmek olarak ve de Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde haberini verdiği, yani kendisinden 100 sene sonra bazı Risale-i Nur talebelerinin Van’a geleceklerinden bahsettiği olayın bir tecellisi olarak görmektedir. 

Sayın Dairenizin bilgisine saygılarımızla sunarız. 19.03.2024 

  

Adnan Oktar Müdafii 

Av. Mert Yetişir  

 

  

Daha yeni Daha eski