Bir Kumpasçı İçin "Örgüt", Her Gruba Uyarlanabilen Bir Yalandır; Bir Kısım Cemaatler Kendilerini Bundan Uzak Görmemelidir
Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik örgüt suçlamasının bir kumpas hareketi olduğu artık açıkça bilinmektedir. Kumpas davaları, halkımızın diziler ve filmler yoluyla da aşina olduğu üzere, genellikle "suç örgütü" yalanı üzerine kurgulanırlar. Çünkü böyle bir suçlamada, iddia sahibinin veya iddia makamının, delil sunmak, delil bulmak gibi bir endişesi yoktur. Soyut ifadeler ve örgüt suçlamasını karşılayacak hayali bir hiyerarşi sıralaması oluşturmak yüzlerce kişiyi bir anda hapse koymak için yeterli olmaktadır.
Türkiye'de hukuk, acı bir şekilde bu görünümdedir.
Örgüt suçlaması kapsamında müvekkil ve arkadaşlarına yöneltilen suçlamalar, yüzlerce delille çürüttüğümüz kağıt üzerinde oluşturulan sahte bir hiyerarşi sıralaması, olmayan bir amaç suç, işlenmemiş suçlar ve tehdit ile elde edilmiş müştekiler üzerine kurgulanmıştır. Örgüt suçu bir kamu davası kapsamında olmasına ve şikayete tabi olmamasına rağmen, davamızda her mahkeme salonuna giren katılan sıfatı almış ve yargılamanın tamamı dehşetli hukuksuzluklar silsilesi içinde gerçekleşmiştir. Özel olarak oluşturulmuş hakim heyeti, sahte bir örgüt üzerinden astronomik ceza kararları vermek için özel çaba göstermiştir. Adaletli karar veren tek mahkeme olan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi hakimleri, Türkiye'de görülmemiş bir basın infiali ile görevlerinden alınmış, karar, dava dosyasını dahi bilmeyen BAM 2. Ceza Dairesi tarafından alelacele bozdurulmuştur.
Bu dehşetli kumpas, tüm Türkiye'nin o kadar gözü önünde ve o kadar pervasızca yapılmıştır ki, artık kumpasçılar oyunlarını açık açık oynamaktan çekinmemektedirler. Müvekkile sosyal medya üzerinden ölüm tehditleri yağdıracak, devlet memurlarını tehdit edecek kadar garip bir özgüven kazanmışlardır. Kamuoyunda açıkça suç işlemekten çekinmemektedirler.
İşte bu aşamada, halkımız her şeyin iftira ve kumpas olduğunu oldukça iyi anlamışken, bir kısım cemaatlerin müvekkil ve arkadaşlarına yönelik eleştirel söylemlerde bulunduklarını görüyoruz. Müvekkilin her zaman izah ettiği gibi bu cemaatler, Müslüman bir topluluğa yönelik ithamları araştırmaları, iftira olup olmadığını anlamaları ve onlara hüsn-ü zan ile bakmaları gerekirken, tam aksine bu iftiraya destek olmaktadırlar.
Oysa bilmiyorlar ki, Türkiye'de artık sıklıkla gördüğümüz kumpaslar ve bu kumpasların en temel bahanesi olan "örgüt" suçlaması, yarın bir gün bu cemaatlerin de karşısına çıkabilecek bir tehlikedir. Bugün bir Müslüman topluluğa yapılmış bu kapsamlı suçlamaların, bu sinsi güruh tarafından yarın başka bir Müslüman topluluğa yapılmayacağının hiçbir garantisi yoktur.
Örneğin, müvekkil ve arkadaşlarına eleştiriler yönelten bir kısım kiralık basına ayak uydurmuş olan Türkiye Gazetesi, aslında müvekkil ve arkadaşlarına isnat edilen suçlamaların en kapsamlı altyapısına sahip bir kuruluştur. Müvekkil ve arkadaşları arasında hiçbir hiyerarşi yokken, Türkiye Gazetesi'nin bir yöneticisi, yönetim kurulu, emrinde çalışanları, okulları, hastaneleri bulunmaktadır. Müvekkil ve arkadaşlarına yönelik paranın tek elden yönetildiği yalanı bir delil bulamamışken, Türkiye Gazetesi'nde para tek merkezden yönetilmektedir. Müvekkil ve arkadaşlarının organize hareket ettiklerine dair hiçbir delil bulunamamış, hatta dosyadaki deliller bu iddiayı çürütmüşken, Türkiye gazetesi tümüyle organize hareket etmektedir. Müvekkilin az sayıda arkadaşının sahip olduğu ruhsatlı silahlar silahlı örgüte delil sayılmış ancak silahlı eyleme hiçbir delil getirilememişken; Türkiye Gazetesi bünyesinde çok kişinin ruhsatlı silahı bulunmaktadır.
Elbette bunların hiçbiri suç değildir; ancak suç görünümüne çok rahat sokulabilir. Şu anda hiç kimse, Türkiye Gazetesi sahibi Mücahit Ören'e bunların hesabını sormamaktadır. Fakat bu, tüm bu kurumsal özelliklerin, yarın bir gün bazı kötü niyetliler tarafından "örgüt" suçlamasına delil gösterilmeyeceğinin garantisini vermemektedir.
Örneğin İskenderpaşa cemaati, aynı şekilde hiyerarşik bir yapılanmaya sahiptir. Bu cemaatin de başında bir lider bulunmakta; cemaat, bir yönetim kurulu ve müritlerden oluşmaktadır. Cemaat, yapısı gereği, itaat edilen bir imam sistemini de içinde barındırmaktadır. Bakıldığında yine oldukça organize bir yapının varlığını karşımızdadır. Bu cemaati dağıtıp yok etmek isteyen kişilerin, cemaatin bu özelliklerini kullanarak bir suç örgütü şeması çıkarması son derece kolaydır. Onlar kendilerine cemaat derken, bir gün yüzlerce sayfalık sahte bir iddianamenin içinde kendilerini "örgüt" olarak buluverirler. Yaptıkları normal eylemlerin başına "örgüt" ibaresinin getirilmesi, yıllarca suçsuz yere hapiste yatmaları için yeterli olur. Hayır için yaptıkları bağışlar, toplanan paralar bir anda "örgütün kara parası" olarak lanse edilir. Masum bir topluluk, örgüt olmadığını ispatlama derdine düşürülür.
Kumpasçılar için iş, işte bu kadar kolaydır.
Müvekkil ve arkadaşları, bu cemaatlerin elbette birer örgüt olmadığını, hayırlı yapılanmalar olduklarını çok iyi bilmektedirler. Bunlar, kendi içlerinde güzel işler yapan topluluklardır; örgütlenmelerinde de bir sakınca yoktur. Ancak ipler, kumpasçıların eline geçtiğinde, durum hiç de böyle olmamaktadır. Bir cemaatin yok olması istendiğinde, cemaatin dini liderine "örgüt lideri", öğrencilerine "örgüt üyeleri", mescitlerine "örgüt karargahı" denildiğinde, atacak suç bulunamadığından, bir dini cemaati en fazla karalayacağı düşünülen cinsel suçlar bu kişilerin üzerine yüklendiğinde, evinden yaka paça alınan genç kızlar "suç at yoksa tutuklanırsın" diye tehdit edildiğinde, kiralık basında sözde örgüt lideri ve üyeleri hakkında "tecavüzcü" olarak haberler çıktığında ve bu masum cemaatlerin Müslümanları haklarını arayamayacak şekilde cezaevinde esir tutulduğunda, BELKİ O ZAMAN, MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ DÜŞÜRÜLDÜĞÜ DURUM ANLAŞILABİLECEKTİR.
Müslüman bir cemaatten beklenen, buna baştan prim vermemektir. Ancak ne yazık ki, bu zaten olmamış, Müslümanlara atılan iftira keyifle izlenmiştir. Şu anda bu iftiralara destek çıkmak ise, büyük bir vebal almak anlamına gelebilir. Samimi Müslümanların, bunu iyi düşünüp, hakkaniyetle tavır değişikliğine gitmeleri gerekmektedir.
Elbette müvekkil ve arkadaşları, söz konusu cemaatlerin Müslümanların oluşturduğu hayırlı topluluklar olduklarını çok iyi bilmektedirler. Buradaki benzetmeler, empati yapmalarını sağlamak içindir. Çünkü bir Müslüman topluluğu kamuoyunda bir silahlı örgüt haline getirebilmek, günümüz şeytani sisteminde bu kadar kolaydır. Cemaatler, kendi başlarına böyle bir felaket gelmeden durumu anlamalı ve hüsn-ü zanlarını asla yitirmemelidirler. Özellikle müvekkil ve arkadaşlarının yıllardır ne kadar büyük hayırlara vesile olduklarını bu kadar iyi bilirken, Müslümanların bu hataya düşmemeleri gerekir.
Saygılarımızla, kamuoyunun bilgisine sunarız.
Adnan Oktar müdafi,
Av. Mert Yetişir