Tarikat ve Cemaatlere Yönelik Düşmanca Tavır, Toplumun Birlik ve Bütünlüğüne Ciddi Zarar Getirebilir
Müvekkil Adnan Oktar'ın, tarikat ve cemaatlere yönelik yok etme politikasının milletimize, demokrasimize ve Müslümanlığımıza yakışmayacağı ve büyük zararlar vereceğine dair basın duyurusunu, aşağıda kamuoyunun takdirine sunuyoruz:
Türkiye, tarihinde hiçbir esaret altına girmemiş ve İslam'ın bayraktarlığını hakkıyla gerçekleşmiş bir ülke olarak, gerçek İslam'ın her zaman en sağlam ve en büyük temsilcisi olmuştur. Elbette zaman ve şartlar ülkemiz ve milletimiz üzerinde çeşitli etkilere sebep olmuşsa da, bu devlet, Türk-İslam ülküsünün bayraktarlığını halen en etkili şekilde temsil etmektedir. Tüm İslam alemine karşı sorumluluk üstlenmiş olan bu ülke, daima, bağnazlıktan uzak şekilde, Kuran'ın ışığında hareket etmek ve bu şekilde varlığını, bütünlüğünü ve bütünleyici vasfını korumak zorundadır. Bunun için ayakta tutması gereken en önemli değerlerden biri demokrasidir.
Demokrasi, Allah'ın Kuran'da şart koştuğu bir kavramdır. Demokrasinin gerçek tarifini Allah, ayetlerinde şöyle bildirmiştir:
De ki: "Ey kafirler."
"Ben sizin taptıklarınıza tapmam."
"Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz."
"Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim."
"Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz."
"SİZİN DİNİNİZ SİZE, BENİM DİNİM BANA." (Kafirun Suresi, 1-6)
Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın.
ONLARA 'ZOR VE BASKI' KULLANACAK DEĞİLSİN. (Ğaşiye Suresi, 21-22)
Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. SEN ONLARIN ÜZERİNDE BİR ZORBA DEĞİLSİN; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile ÖĞÜT VER. (Kaf Suresi, 45)
Şayet onlar, sırt çevirecek olurlarsa, artık BİZ SENİ ONLARIN ÜZERİNE BİR GÖZETLEYİCİ OLARAK GÖNDERMİŞ DEĞİLİZ. SANA DÜŞEN, YALNIZCA TEBLİĞDİR. (Şura Suresi, 48)
Görüldüğü gibi en mükemmel demokrasi tanımı Kuran'dadır. Allah, Müslümanları, herhangi bir konuda fikir dayatmasından MEN ETMİŞTİR. Karşı tarafa tebliği güzel görmüş ama ZOR VE BASKIYI YASAKLAMIŞTIR. Kafirun Suresi'nde açıkça tarif edildiği gibi, her kişinin kendi inancını hür bir şekilde yaşaması ve fikrini söylemesi esastır. Demokrasi, her kişinin kendi inancı ve kendi görüşü ile var olduğu, inançlar ve fikirler çatışsa bile birlikte saygı ve sevgi temelinde bir toplum oluşturdukları düzendir. Peygamberimiz (SAV)'in da hakimliği, tam olarak bu üstün demokrasi üzerine olmuştur.
Dolayısıyla, ülkece bize düşen, Müslüman bir devlet ve millet olarak, özellikle bulunduğumuz coğrafyada demokrasinin gücünü yaşatmak ve İslam'ın bu üstünlüğünün temsilciliğini yapmaktır. Pek çok İslam ülkesi bağnazlıkla boğuşurken, gerçek İslam'ın bayraktarlığını yapmak, her zaman olduğu gibi yine bize düşmektedir.
Ancak Kuran'ın şart koştuğu demokrasiyi, önce kendi içimizde yaşatmak sorumluluğuna sahibiz. Büyük önder Atatürk'ün Cumhuriyeti ilan ettiği o kutlu günden beri demokrasinin güzelliğini yaşayan ülkemizin, zaman zaman kendi içinde de çalkantılar yaşadığı sır değildir. Ancak demokrasi, tavize açık bir konu olamaz. Demokrasi bir tarafta zarar gördüğünde, bu zarar bünyenin tümüne mutlaka sirayet eder. "Bana demokrasi olsun; sen ise ne olursan ol" mantığıyla demokrasi yaşatılamaz.
İşte bu yüzden, tesettürlünün-açığın, muhafazakarın-aydının, dindarın-ateistin, liberalin-sosyalistin, kısacası her kesimden, her fikirden ve her inançtan insanın birlik ve beraberlik içinde yaşadığı ülkemizde bu demokrasi ve birlik anlayışının ayakta tutulması şarttır. Tek bir kesime verilen özgürlükler, şayet diğerlerine verilmezse, bir taraf rahatça fikrini söyler ve yaşantısını yaşarken, diğeri susturulur ve baskıya uğrarsa, demokrasinin şart koştuğu eşitlik ortadan kaldırılırsa, o zaman demokrasiyi ayakta tutan tüm dengeler bozulacaktır. Olan sadece demokrasiye olmayacak, baskı ve dayatma, beraberinde zorbalığı ve tahammülsüzlüğü de getirecek, toplum sevgisizliğe ve kargaşaya sürüklenecektir.
İşte tüm bu nedenlerle, ülkemizde, nasıl ki komünist ve sosyalist gruplara ve siyasi partilere kendilerini temsil hakkı veriliyorsa, CEMAAT VE TARİKATLARA DA KENDİLERİNİ TEMSİL HAKKI VERİLMELİDİR. Burada ölçü, insanların büyük kısmının onların fikirlerini tasvip edip etmemesi olmamalıdır. Bizim toplumumuzda, farklı düşünce ve inanç şekillerinin geçmişten beri en güzel şekilde temsil edildiği, dolayısıyla fikirlerin birini susturup diğerine yaşam hakkı vererek BİR YERE VARILAMAYACAĞI unutulmamalıdır. Bugün sol görüşlü bir kişi, kendi inanç ve yaşam şekline uymadığı için cemaat ve tarikatları susturmayı istiyor olabilir. Ama yarın, bir başkasının da kendisinde bu hakkı görebileceği ve sol görüşe tahammülsüzleşeceği, sol görüş sahiplerini susturmaya çalışacağı ihtimali dikkate alınmalıdır. Toplumlarda anarşinin çıkış noktası da her zaman bu tahammülsüzlük olmuştur.
Eğer cemaat ve tarikatlar susturulmaya çalışılırsa, varlıkları ve fikirleri engellenmeye çalışılırsa, eleştirmek yerine onlara düşmanca tavır göstermek tercih edilirse, o zaman kişiler ve fikirler arasında bir öfke ruhu meydana gelebilir. Cemaat ve tarikatlar, sürekli öfkeli tavır gördüklerinde, sürekli engellenmek istediklerinde, karamsarlaşıp, otomatik bir tepkiyle bir anda IŞİD zihniyetine yönelebilir; radikalleşebilirler. Bir kısım tarikat ve cemaatlerin, radikal görüşlerine rağmen toplum içinde entegre olmuş oldukları unutulmamalı, onları ötekileştirecek ve radikal uygulamalara yöneltecek uygulamalara yeltenilmemelidir. Onların varlığı, toplum içinde bir çeşitlilik, barışçıl yaşamak için bir güzellik olarak görülmeli ve toplum ve çevreleri için bir tehdit teşkil etmedikleri sürece, varlıkları şefkatle değerlendirilmelidir.
Milli Eğitim Bakanımız Yusuf Tekin'in, tarikat ve cemaatleri birer STK olarak değerlendiriyor olması bu bakımdan doğrudur.[1] Buna tepki gösterenlerin bakış açısı ötekileştirme ruhudur; zarardan başka bir şey getirmeyecektir.
Bir kısım bağnaz inançlara ve uygulamalara sahip kişi ve gruplar, bazı liberal kesimlerde korku oluşturuyor olabilir. Bu kişiler, ülkenin bağnazlığa doğru kaydığını düşünerek, kendilerinin ve çocuklarının geleceklerini tehdit altında görüyor olabilirler. Ortadoğu'nun mevcut hali değerlendirildiğinde, bu kişilerin böyle çekincelerinin olması da yadırganacak bir şey değildir.
Fakat bu zihniyetle mücadele, bu zihniyete inananlara tavır almak, onlara nefret duymak, hatta onları yok etmeye yeltenmekle OLMAZ. Bu, mücadele değil, KÖTÜ OLANA TEŞVİKTİR. Eğer kişi, bağnaz zihniyete karşı mücadele etmesi gerektiğine inanıyorsa, o zaman şefkat ve sevgi ile bunun doğrusunu anlatacak bir yöntem geliştirmelidir. Ancak bu, söz konusu kişilerin fikri ideolojilerinin tam karşıtı olan sosyalizm ve komünizmi dayatarak da olmayacaktır kuşkusuz. Bu, ancak ve ancak DİNİN YANLIŞ YORUMLANDIĞININ KURAN'DAN DELİLLER GÖSTERİLEREK İSPAT EDİLMESİYLE olur.
Tüm bunlardan yola çıkarak, tarikatların kapatılması, susturulması, yaşam haklarının ellerinden alınması hatta yok edilmeleri yönündeki sonuçsuz çabaları çok büyük bir mücadele yöntemi gibi görmek, her iki tarafı da daha fazla inatlaşmaya, nefrete ve radikalleşmeye doğru iten bir felakettir. Radikalizmin sadece dini bağnaz bakış açısıyla yaşayan insanlara has olmadığı, her ideolojinin radikalinin/bağnazının olduğu da unutulmamalıdır. Ateist, komünist, deist dahi olsa kendi fikrini dayatmaya çalışan, bunu nefret söylemleri ve yıkıcı eylemlerle yapan her kişi bir nevi bağnazdır. Bu nedenledir ki, bu fikrî tutuculuğu başkalarına has görmeyip, demokrasiyi herkes için düşünmek, gerçek demokrat olmaktır. Bir toplum ancak ve ancak böyle yıkılmaz ve yenilmez bir hal alır.
Saygılarımızla, kamuoyunun bilgisine sunarız.
Adnan Oktar müdafi,
Av. Mert Yetişir