YARGITAY (İLGİLİ) CEZA DAİRESİ’NE Gönderilmek Üzere

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE

DOSYA NO                : 2023/310 E., 2023/494 K.

SUNAN                       : Adnan OKTAR

MÜDAFİ                     : Av. Mert YETİŞİR

KONU                         : Tüm kainatın her an Allah'ın kontrolünde olduğunu ve yaşadığı her olayın hayırla sonuçlanacak bir imtihanın kıymetli bir parçası olduğunu bilerek yaşayan müvekkilin, Müslümanın iman boyutunda asla delalete düşmeyeceğine, Allah'a güvenmeyi bırakmayacağına, tüm peygamberler ve salih Müslümanlar gibi kendisinin ve arkadaşlarının da şu anki imtihan sürecini aynı ruh hali ve teslimiyet içinde yaşadıklarına dair açıklamalarını içeren dilekçemizin sunumudur.

AÇIKLAMALAR          :

Müvekkil Adnan Oktar, karşılaştığı şiddetli hukuksuzluklar, açık ve aleni tuzak ve kumpaslar karşısında her zaman sakin ve itidalli olmuş, peş peşe gelen tüm imtihanları her daim sevinç, şükür ve mutmainlik içinde karşılamıştır. Çünkü daha önce de Sayın Dairenize sunduğu dilekçelerinde ifade ettiği gibi bir Müslüman, Allah için yaşamayı seçtiğinde her olayın metafizik işlediğini, hepsinin Allah'ın kontrolünde olduğunu, Allah'ın samimi Müslümanları mutlaka ağır imtihanlarla deneyeceğini, onların haksızlıklarla mutlaka karşılaşacaklarını, fakat en nihayetinde hayır ve galibiyetle sonuçlanacak bir süreç yaşadığını bilerek hareket eder. Dolayısıyla müvekkil, şu anda yaşadığı tüm süreci, peygamberlerin ve samimi Müslümanların yaşamlarındaki zorlukların ve imtihanların bir tezahürü olarak görmekte ve sonucunda mutlaka haklı çıkacak olmanın teslimiyetini ve huzurunu yaşamaktadır. Müvekkil, sadece kendisinin değil, aynı iman boyutunu yıllarca birlikte paylaştığı arkadaşlarının da aynı teslimiyet ve ruh halinde olduğunu özellikle belirtmektedir.

Müvekkil bu sahip olduğu, Allah'a tam teslimiyetli ruh halini Hz. Yusuf (as) kıssası üzerinden örneklendirmek istemektedir. Müvekkilin konuyla ilgili açıklamaları şu şekildedir:

"İman Boyutunun" Sadece Samimi Müslümanların Yaşayıp Anlayabileceği Özel Bir Boyut Olduğuna Dair Müvekkilin Açıklamaları

İnsanların büyük bir bölümü hayatlarını kendilerinin planladıklarına ve çeşitli olaylar silsilesi içinde sürüklendiklerine inanarak yaşarlar. Kimi insan kadere inanıp güzel bir teslimiyet gösterirken, kimisi hayatında yaşadığı olayların bir tesadüfler bütünü olduğunu zanneder. Tesadüfe inananlar için bu öylesine çileli bir hayattır ki, böyle insanlar karşılarına çıkan her olayın, her kişinin sebepsiz, rasgele belirdiğini zanneder; "keşke olmasaydı", "keşke yapmasaydım", "keşke tanışmasaydım" gibi pişmanlıklarla dolu, boşluk ve olumsuzluklar içinde hayatlar yaşarlar. Her şeyin rasgele olduğuna inandıkları için, yaşadıkları veya yaşayacakları olayları değiştirebileceklerini zanneder, daha da kötüsü geçmişte olmuş ve zahiren aleyhe sonuçlanmış konulardan dolayı kendilerini suçlarlar.

Bu, geçmişin de geleceğin de sıkıntılarla dolu olduğu bir hayat modelidir. Geçmişin pişmanlığı, geleceğin endişesi böyle insanların peşini asla bırakmaz. Şeytan, insanları avuntularla, beklentilerle ve sıkıntılarla boğarak daima kendi tarafına çekmeye çalıştığından, bu endişeler şeytanın insanları kandırmak için arayıp bulamadığı malzemelerdir.

Bir insanın, tesadüfen var olduğuna, tesadüfen bir gelecek yaşayacağına ve tesadüfler silsilesi sonucunda ölümle karşılaşacağına inanması, hayatta belki sahip olabileceği en büyük kabustur. Rüzgarda oradan oraya sürüklenen yaprak gibi belirsiz, kontrolsüz, amaçsız bir hayat düşüncesine teslim olmak, insanların bugün belki de en büyük stres ve endişe sebebidir.

Oysa, yaratılış hakkında biraz zihnini yoran bir insan, kainat üzerinde bir başıboşluk olamayacağını, bunun imkansızlığını çok rahat anlayabilir. Dünya, imtihanın gereği olarak kötülüklerin, çirkinliklerin, bozuklukların, çürümenin ve eskimenin var olduğu bir yerdir. Fakat bu imtihan unsurlarını aşarak yaratılıştaki detayı görmek oldukça kolaydır. Bir insan, bir kelebek, bir arı, bir ağaç yaprağı, bir kuş tüyü, bir böcek ve bunun gibi sayısız mucize, tesadüfen var olamayacak kadar mükemmeldir. Dünyanın dengesi, ekolojik sistem, gezegenlerin duruşu, galaksilerin varlığı, atmosfer mucizesi her bakımdan müthiş bir olağanüstülüğün kanıtıdır.

Sadece tek bir kanıt, kelebeğin bir tek kanadı bile, bu kainatta hiçbir şeyin tesadüfen var olmadığını; bu tesadüf hikayesinin imkansızlığını görmeye ve göstermeye yeterlidir. Şu durumda hayat hiçbir zaman başıboş akmaz. Hiçbir varlık tesadüfen var olmadığı gibi hiçbir olay da tesadüfen değildir. Hiçbir şey tesadüfen olmadığına göre, her iş Allah'a aittir; yaratılan her şey O'nun kontrolündedir. Dolayısıyla, bir şey yaşanıyorsa bir sebep üzerinedir; bir görüntü var olmuşsa bir amacı vardır.

Müslüman, sadece kendisine has olarak yaratılan "iman boyutunda" işte bu sebep-sonuç ilişkisini çok iyi bilerek yaşar. İman boyutunda, olayların nasıl geliştiğinin, ne gibi zorluklar içerdiğinin, nasıl şekillendiğinin bir önemi yoktur. Çünkü bir Müslüman, olayların nasıl sonuçlanacağını aslında bilerek yaşar. Her işte bir hayır görmek, insanlar için sık kullanılan bir terim olsa da bunu gereği gibi yaşamak kimi insanlara kolay gelmeyebilir. Ama iman boyutunda yaşayan bir Müslüman, her şeyin hayırla sonuçlanacağından emindir. Haksızlık görüyorsa, kendisine zulmediliyorsa, sırf inancından ve seçtiği hayat tarzından, Allah'a yakınlığından dolayı yargılanıyor ve ötekileştiriliyorsa, bu zulüm sistemi ne kadar sürerse sürsün mutlak galibiyet sonucunu alacağından emindir.

Allah bu gerçeği Kuran'da bildirmiştir:

Kim Allah'ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, HİÇ ŞÜPHE YOK, GALİP GELECEK OLANLAR, ALLAH'IN TARAFTARLARIDIR. (Maide Suresi, 56)

İman boyutunda yaşanan bu eminliğin sebebi, kişinin kendisinin "Allah taraftarı" olduğunu bilmesidir. Bu konuda kişi kendisini kandırmayacak, şeksiz şüphesiz her daim Allah için yaşadığını, bundan taviz vermediğini bilecektir. Bundan emin olduğunda, yani iman boyutuna geldiğinde, BİR MÜSLÜMANI YENEBİLECEK YOKTUR.

Müslüman, iman boyutundayken kendisine tuzak kuranların aslında ne kadar zavallı varlıklar olduğunu gayet iyi bilerek yaşar. Onların tuzaklarının zahiren başarılı olması, kendilerine küçük zaferler getirmesi, Müslüman şahsın bundan dolayı zulüm içinde görünüyor olması onlar için bir aldanma, o Müslüman için ise vaat edilen şeydir. Tuzakları kuranlar Allah'tan bihaber ve delalet içinde varlıklarını sürdürdüklerinden, yaptıkları şeyleri kendilerinin yaptıklarını ve zafere ulaştıklarını düşünürler. Oysa sonucunda büyük bir hüsrana doğru sürüklenmektedirler. İşte Müslümanları, delalete düşen bu insanlardan farklı kılan en önemli özelliklerden biri budur. Onlar, kendilerine düşmanlık besleyen bu güruhun yenileceğinden hep emindirler.

Emindirler; çünkü bu Allah'ın kanunudur. Bu kanunda binlerce yıldır hiçbir değişim olmamıştır. Peygamberler ve salih Müslümanlar, aynı kaderi yaşamış, benzer zulümlere uğramış ve en nihayetinde en büyük zaferleri kazanmışlardır. Hayatını kirli tuzaklara harcayanlar ise büyük bir aşağılanma ile beraber yıkımı tatmışlardır.

Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. ONLAR BU TUZAĞI TASARLIYORLARKEN, ALLAH DA BİR DÜZEN (BİR KARŞILIK) KURUYORDU. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)

(Veya) ONLAR, ALLAH'IN TUZAĞINDAN GÜVENDE Mİ İDİLER? ALLAH'IN BİR TUZAK KURMASINDAN, HÜSRANA UĞRAYAN BİR TOPLULUKTAN BAŞKASI (AKILSIZCA) GÜVENDE OLMAZ. (Araf Suresi, 99)

Sadık ve samimi Müslümanların galibiyeti ve tuzak kuran kıskanç insanların mağlubiyeti kesin bir gerçek olduğundan, Müslümanlar korku ve endişeyi hayatlarında asla yaşamazlar. YAŞADIKLARINDAN ASLA TEDİRGİNLİK İÇİNDE OLMAZLAR. SONUÇ ONLAR İÇİN HEP BELLİDİR. Sonucu belli bir sürecin içinden geçerken, "sonunda ne olacak" "ya başıma bunlar gelirse" "ya yenilgiye uğrarsam" gibi bir düşünceyi akıllarından bile geçirmezler.

Müslümanların her şartta ve koşulda kendilerinden bu kadar emin olmalarının en büyük sırrı işte budur. Yıllar geçse, şartlar ağırlaşsa, olaylar zahiren aleyhe bile işlese, Müslümanlar "iman boyutu"nda tüm bunları hissetmezler bile. Bu, sıkıntılar içinde yaşayan, Müslümanların yenilgisini isteyen zalim insanlar için anlaşılamaz bir boyuttur. Çünkü bu insanların gerçekte kendileri sürekli olarak korku ve delalet içindedirler. Başlarına bir bela gelme ihtimali bile onlar için yıkımdır. Rahat edemezler, uyuyamazlar, endişeler, kabuslar, sıkıntılar hiçbir zaman peşlerini bırakmaz. Müslümanlar zarar görsün diye uğraşırken aslında en büyük sıkıntıyı kendileri yaşarlar.

İşte bu nedenle de yaşadıkları zorluklara rağmen hep neşeli, hep mutmain, hep rahat olan Müslümanları asla anlamazlar. Onların bu rahatlıklarını "zulmün yetersiz olmasına" bağlarlar. Zulmü çeşitlendirirler, zorlukları artırırlar, sanki kendi güçleri varmış gibi kurdukları tuzaklarla böbürlenirler. Hasta ruhları daha da hastalanır; daha da zulmetmek isterler. Oysa kendilerinin de tuzakların da Allah'ın kontrolünde olduğunun, kurdukları tuzakların ve kalplerindeki öfke ve kıskançlığın kendilerine zarar verdiğinin, kendilerini iyice karanlıklara, korkulara, kabuslara sürüklediğinin farkına varamazlar. Kurdukları her tuzak kendilerini derin ve kör bir kuyuya doğru çekerken, MÜSLÜMANLARI DAİMA GÜÇLENDİRECEKTİR. Çünkü iman boyutu böyle bir boyuttur.

Kadın iftirası, genellikle bu sinsi tuzakların en bilinenlerindendir. Hz. Yusuf (as) da bu tuzak ile karşılaşmış, iftiraya uğramıştır. İftiraya uğramasının tek sebebi ise, vezirin karısının Hz. Yusuf (as)'a yönelik cinsel isteklerine Hz. Yusuf (as)'ın olumlu yanıt vermemesi, bunun yerine suçlanmayı, iftiraya uğramayı ve zindana atılmayı tercih etmesidir.

Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o benim Efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez."

Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi- o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle Biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.

Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: "Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?"

(Yusuf) Dedi ki: "Onun kendisi benden murad almak istedi." Kadının yakınlarından bir şahid şahitlik etti: "Eğer onun gömleği ön taraftan yırtılmışsa bu durumda kadın doğruyu söylemiştir, kendisi ise yalan söyleyenlerdendir.

Yok eğer onun gömleği arkadan çekilip-yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan söylemiştir ve kendisi doğruyu söyleyenlerdendir."

Onun gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını gördüğü zaman (kocası): "DOĞRUSU, BU SİZİN DÜZENİNİZDEN (BİRİ)DİR. GERÇEKTEN SİZİN DÜZENİNİZ BÜYÜKTÜR" dedi.

"YUSUF, SEN BUNDAN YÜZ ÇEVİR. SEN DE (KADIN) GÜNAHIN DOLAYISIYLA BAĞIŞLANMA DİLE. Doğrusu sen günahkarlardan oldun." (Yusuf Suresi, 23-29)

Vezirin karısı, sadece kendisi iftira atmakla da kalmamış, şehrin kadınlarını da iftira atmak için zorlamıştır. Üstelik vezirin karısı bunu, iftirası ortaya çıkmış bir haldeyken yapmıştır. Kendisi suçunu üstlenmektense, masum olan karşı tarafa suç atmak için yeni bir düzen kurmuştur. Burada vezirin karısının davet ettiği ve iftiraya zorlanan kadınların Hz. Yusuf (as)'a yönelik gerçekte herhangi bir düşmanlıklarının olmadığını, fakat nüfuz sahibi vezirin karısının baskısı sonucu şikayetçi olmak zorunda kaldıklarını görüyoruz:

Şehirde (birtakım) kadınlar: "Aziz (Vezir)'in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz." dedi.

(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf'a da:) "Çık, onlara (görün)" dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: "Allah'ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir" dediler.

Kadın dedi ki: "Beni kendisiyle kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise (kendini) korudu. Ve andolsun, EĞER O KENDİSİNE EMRETTİĞİMİ YAPMAYACAK OLURSA, MUTLAKA ZİNDANA ATILACAK VE ELBETTE KÜÇÜK DÜŞÜRÜLENLERDEN OLACAK." (Yusuf Suresi, 30-32)

Vezirin karısının öfkesi, kini ve kıskançlığı, masum ve tertemiz bir peygamberin bir zindanda yıllarca kalmasına ve unutulmasına sebep olmuştur. Kadın, Hz. Yusuf (as)'ı sadece zindana attırmakla kalmamış aynı zamanda -ayetten de anlaşılabileceği gibi- tüm gücüyle karalama kampanyası yaparak kendince onu küçük düşürmeye çalışmıştır. Kadın, bu süre zarfında attığı iftira ve işlediği bu suç, üstlendiği bu vebalden dolayı belli ki hiç suçluluk duymamış, pişman olup suçunu itiraf etmemiştir:

Sonra onlarda (YUSUF'UN İFFETİNE İLİŞKİN) DELİLLERİ GÖRMELERİNİN ARDINDAN, MUTLAKA ONU BELLİ BİR VAKTE KADAR ZİNDANA ATMAK (GÖRÜŞÜ) AĞIR BASTI. (Yusuf Suresi, 35)

İkisinden kurtulacağını sandığı kişiye dedi ki: "Efendinin katında beni hatırla." FAKAT ŞEYTAN, EFENDİSİNE HATIRLATMAYI ONA UNUTTURDU, BÖYLECE DAHA NİCE YILLAR (YUSUF) ZİNDANDA KALDI. (Yusuf Suresi, 42)

Hz. Yusuf Peygamberin, kadının cinsel taleplerine karşılık vermemesi, onun yıllar boyunca bir zindanda unutulmasına sebep olmuştur. Ancak Hz. Yusuf (as), bu sürecin bir imtihan olarak yaratıldığını, haram bir fiili işlemektense bu imtihana razı olduğunu ve yaşadığı bu sürecin sonucunda mutlaka galibiyete erişeceğini bilmektedir. ÇÜNKÜ BİR MÜSLÜMAN, İMAN BOYUTUNDA HEP BUNU BİLEREK YAŞAR.

Ayetlerden anladığımız kadarıyla, Hz. Yusuf (as) zindanda kalmaya devam ederken, hükümdarın gördüğü düşü dışarıda yorumlayacak kimsenin bulunmaması, o sırada Hz. Yusuf (as)'un zindan arkadaşının Hz. Yusuf (as)'u hatırlaması, bunun üzerine rüyayı yorumlatmak üzere Hz. Yusuf (as)'un zindandan çıkarılması kuşkusuz ki peş peşe özel yaratılmış olaylardır. Allah, vakti geldiği için Hz. Yusuf (as)'u zindandan çıkarmak istemiş, onun için böyle bir kader hazırlamıştır. Hz. Yusuf (as)'ın zindanda kalacağı süre zaten kaderde bellidir. O vakit geldiğinde, o veya bu sebeple elbette çıkacaktır. Olacak olan olayı gerçekleştirmek için Allah daima sebepler yaratır. Bu da o sebeplerden biridir.

Burada vurgulanması gereken önemli nokta, Hz. Yusuf (as)'un kaderde böyle bir anın geleceğinden ve masumiyetinin ortaya çıkacağından emin olmasıdır. Uzun yıllar zindanda kalmasına, hatta orada unutulmuş olmasına rağmen, KURTULUŞ VE GALİBİYETTEN BİR AN BİLE ŞÜPHE ETMEMİŞTİR.

Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin." Ona elçi geldiğinde (Yusuf:) "Efendine (Rabbine) dön de ona sor: "Ellerini kesen o kadınların durumu neydi? Doğrusu benim Rabbim, onların hileli düzenlerini gerçekten bilendir."

(Hükümdar topladığı o kadınlara:) "Yusuf'un nefsinden murad almak istediğinizde sizin durumunuz neydi?" dedi. Onlar: "Allah için, haşa" dediler. "BİZ ONDAN HİÇBİR KÖTÜLÜK GÖRMEDİK." Aziz (Vezir)in de karısı dedi ki: "İŞTE ŞU ANDA GERÇEK ORTA YERE ÇIKTI; ONUN NEFSİNDEN BEN MURAD ALMAK İSTEMİŞTİM. O İSE GERÇEKTEN DOĞRUYU SÖYLEYENLERDENDİR."

(Yusuf aracıya şunu söyledi:) "Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten KENDİSİNE İHANET ETMEDİĞİMİ ve GERÇEKTEN ALLAH'IN İHANET EDENLERİN HİLELİ-DÜZENLERİNİ BAŞARIYA ULAŞTIRMADIĞINI kendisinin de bilip öğrenmesi içindi."

"(Yine de) BEN NEFSİMİ TEMİZE ÇIKARAMAM. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim'in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." (Yusuf Suresi, 50-53)

Vaktinde vezirin karısıyla birlikte Hz. Yusuf (as)'tan şikayetçi olan kadınlar, normal şartlarda böyle bir suçlamaya gerek duymazlardı. KENDİLERİ ORAYA ÇAĞIRILMAMIŞ OLSALAR VE VEZİRİN KARISI TARAFINDAN ZORLANMAMIŞ OLSALAR, onların Hz. Yusuf (as) hakkında bir suçlama yapmaya niyetleri dahi yoktu. Ancak o sırada nüfuzlu kişilerin baskısı, onları masum bir insan hakkında bile bile şikayetçi olmaya zorlamıştır. Burada dikkat çekici olan ise, söz konusu kadınların aradan geçen bu 7 yıl boyunca, belki korkudan, belki de umursamadıkları için konu hakkında hiçbir açıklama yapmamış, HZ. YUSUF (AS)'UN SUÇSUZ OLDUĞUNU İTİRAF ETMEMİŞ, VİCDANİ RAHATSIZLIK DUYDUKLARINA DAİR BİR GÖRÜNÜM VERMEMİŞ, MAZLUM OLDUĞUNU BİLDİKLERİ HALDE HZ. YUSUF (AS) İLE İLGİLİ HİÇBİR GİRİŞİMDE BULUNMAMIŞ olmalarıdır. Ne zaman ki gerçekler ortaya çıkmış, o zaman iftira attıklarını kabul etmişlerdir.

Aslında bu; kıskançlık, kin ve öfke devreye girdiğinde bir kısım kötü niyetli insanların ne kadar ileri gidebileceklerine ve bir kısım kadınların bu planlarda nasıl kullanılabileceklerine önemli bir örnektir.

Hz. Yusuf (as), bu kadar açık bir iftiraya uğramasına ve ağır bir imtihandan geçerek zindanda unutulmasına rağmen, sonucun kendisi için mutlaka hayırlı olacağını çok iyi bilmektedir. Allah, iftirayı ortaya çıkarmış ve Hz. Yusuf (as)'a dünyada ve ahirette güzel bir karşılık vermiştir.

Bu, tüm peygamberler ve tüm samimi Müslümanlar için geçerli bir durumdur. Allah taraftarı olan için sonuç mutlaka zaferdir.

Yargılandığımız bu davada suçsuz olduğumuzu bilmelerine rağmen gerek intikam amaçlı gerekse kıskançlıktan tuzak kurmaya tevessül edenler, bunun için birtakım kadınları kullananlar, şu an kendilerini güçlü görenler, tuzaklarının başarılı olduğunu zannedenler, sonucunda planlarının Müslümanlara hiçbir zarar veremediğini, bilakis onları manen güçlendirdiğini anlayacaklardır. Ben ve arkadaşlarım, Allah'a olan sevgimiz ve Allah'a olan teslimiyetimiz nedeniyle, tüm bu yaşadıklarımızın güzel bir imtihan olduğunu bilerek, Allah'ın gücünü takdir ederek, olayların hayırlarla sonuçlanmasını bekliyoruz. Bu kesin olacaktır. Bizler, iman boyutunun gerektirdiği şekilde, bu gerçekten bir saniye dahi şüphe etmedik. TUZAKLAR MUTLAKA BOZULACAK, İFTİRA MUTLAKA ORTAYA ÇIKACAK, MAZLUM MÜSLÜMANLAR MUTLAKA RAHATLIĞA VE GÜVENE KAVUŞACAK VE TEMİZE ÇIKACAKLARDIR. Dolayısıyla, şu anda ne yaşarsak yaşayalım, gerçekleşecek olan bu sonucun sabredilmesi gereken güzel bir sürecini yaşıyoruz. Bunu bilmenin güzel bir rahatlığı içinde, başımıza ne gelse şükretmeye ve manen güçlenmeye devam edeceğiz.

Unutulmamalıdır ki, Peygamberimiz (sav) yanındaki sahabe ile birlikte mağaraya sığındığında, peşindekilerin kendisini orada bulmaları ve şehit etmeleri an meselesiydi. Onun son dakikaya kadar gösterdiği mükemmel teslimiyet, müminin iman boyutunun gücünü anlamak için yeterlidir. Onun orada korunmasına vesile olan sadece bir örümcek ağıdır. Allah, dilediğinde işte böyle küçücük vesileyi sebep olarak yaratır. Çünkü gerçekleşecek sonuç, daima Allah'ın elindedir; daima Allah'ın takdiridir.

 

Sonuç:

Müvekkil Adnan Oktar, şu an bir kumpas dahilinde yaşadığı imtihan sürecini, kendisine ve arkadaşlarına yönelik yapılan aleni haksızlıkları iman boyutunda nasıl algıladığını, imtihanın sırrını bilerek yaşamanın nasıl olduğunu, dolayısıyla yaşananlara ve karşılaşılacak sonuçlara yönelik bakış açısını bu vesileyle ifade etmeyi önemli görmektedir. Müvekkilin görüşlerini Sayın Dairenizin takdirlerine sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz. 03.07.2023

Adnan Oktar müdafi,

Av. Mert Yetişir


Daha yeni Daha eski