Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının ilk derece yargılamasını yürüten İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin vermiş olduğu yüksek cezalar içeren haksız mahkûmiyet kararlarının, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi (İstinaf Mahkemesi) tarafından “Esastan Bozulmuş” ve dosya kapsamında cinsel içerikli isnatlar da dahil, 800’ün üzerindeki suçlama için beraat kararı verilmiş olduğu kamuoyunca bilinmektedir.

İstinaf mahkemesinin bozma kararının ardından ise, aralarında husumetli bazı şikayetçilerin de bulunduğu birtakım çevreler, müvekkil ve arkadaşları aleyhinde giderek dozu artan şekilde hakaret ve tehdit içeren, karalama, iftira ve itibarsızlaştırma amaçlı çok sayıda sosyal medya paylaşımında bulunmaya başlamışlardır.

Bunların sonuncusu ise, müvekkil ve arkadaşlarına husumeti olan kişilerce yönetildiği bilinen bir sosyal medya hesabından yapılan, müvekkilin güya cezai ehliyetinin olmadığı gerekçesiyle Adli Tıp Kurumuna sevk edileceğine dair tehdit ve hakaret içeren provokatif paylaşımlardır.

Aslında bu “Adli Tıbba Sevk” iddiası yeni ortaya çıkmış bir konu da değildir. Bu iddia aslen, müvekkil Adnan Oktar’ın ruhen ve bedenen son derece sağlıklı ve güçlü bir insan olduğunu gayet iyi bilmelerine rağmen, sırf "müvekkile ne kadar zarar verebilsek kardır" amacındaki bir kısım husumetli şikayetçi tarafından ilk derece yargılaması esnasında da gündeme getirilmiştir.

Ancak İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi eski heyeti, bu talebin tıbbi ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu görmüş ve husumetli şikayetçilerin talebini reddetmiştir.

Dolayısıyla husumetli kişilerin, hukuki ve tıbbi hiçbir dayanağı olmadığı gibi mantıklı ve gerçekçi bir yönü de olmayan bu taleplerinin, -eğer arkasında suikast gibi çok daha kapsamlı hain bir plan gizlenmiyorsa- ancak müvekkil ve ailesine zarar ve rahatsızlık verme amacıyla düşünülmüş, öfke ve husumet kaynaklı art niyetli bir girişim olduğu söylenebilir.

Husumetli müştekilerce müvekkilin sebepsiz yere Adli Tıp Kurumuna sevk edilmesi sağlanarak burada kendisine yönelik bir suikast planlıyor olabileceklerine ilişkin detaylı bir açıklama yayınlamış olduğumuz için burada bu konuya daha fazla yer vermeye gerek görmüyoruz.

Burada dikkat çekmek istediğimiz konu ise, husumetli bir kısım müştekinin hukuki ve tıbbi dayanağı olmayan iyi niyetten uzak bu taleplerine gerekçe olarak öne sürdükleri; “müvekkilin karıncalarla konuştuğu”, “elini dışarı çıkarttığında yağmurun durduğu” ve “cinlerin kendisine istihbari bilgiler sağladığını iddia ettiği” şeklindeki iddialarının tümüyle gerçekdışı oluşudur.

Müvekkilin Mahkeme Huzurundaki Bazı İfadeleri Çarpıtılarak Suiistimal Edilmeye Çalışılmaktadır

Husumetli müştekiler tarafından çarpıtılıp suiistimal edilerek, sebepsiz taleplerine gerekçe gösterilmeye çalışılan konulardan birisi, müvekkilin mahkeme huzurundaki ifadelerinde geçen karıncalarla ilgili konudur.  

İstanbul 30. ACM’de görülen ilk derece yargılamasının 17.09.2019 tarihli ilk duruşmasında Savcı Caner Babaloğlu, müvekkil Adnan Oktar’a, bahsi geçen “karıncalar” konusunu sormuştur.  

Bu soru üzerine müvekkil karıncalar ile ilgili bu iddia için, BUNUN ASLINDA SADECE BİR RASTLANTI, BİR TESADÜF OLDUĞUNU BELİRTMİŞTİR. Hatta birçok insanın benzer olaylar yaşamasının mümkün olduğunu da sözlerine eklemiştir.

Savcı Caner Babaloğlu’nun sorusuna ilişkin müvekkilin beyanları da duruşma tutanağına şu şekilde geçmiştir:

Adnan Oktar:

“…Bu doğru, yani anlattıklarımın tamamı doğru, bu benim büyük bir insan olduğumu, evliya olduğumu göstermez, BİRÇOK İNSANDA OLUR BU. Yani RASTLANTI, AMA İLGİNÇ bir....

Mahkeme Başkanı:

Tesadüf de olabilir diyorsunuz yani...

Adnan Oktar:

Efendim, TABİİ TESADÜF, RASTLANTI ama hayret edilecek bir şey…”

Hatta aynı soru, mahkeme başkanı tarafından yargılananlardan Didem Ürer’e de sorulmuş, kendisi de bu hadiseye şahit olduğunu ANCAK BUNUN TAMAMEN O GÜNE AİT BİR RASTLANTI OLDUĞUNU şu sözleriyle ifade etmiştir:

Mahkeme Başkanı:

Her söylendiğinde karıncalar gidiyor muydu?

Ulviye Didem Ürer:

GİTMEZ TABİİ, kaç kere oldu yani ama o gün gitti.

Mahkeme Başkanı:

Ha, sadece o gün...

Müvekkil ve kendisiyle birlikte yargılanan arkadaşlarından Ulviye Didem Ürer’in mahkeme huzurundaki ifadelerinde karınca konusuna ilişkin iddiaların yukarıda da görüldüğü üzere SADECE BİR TESADÜFTEN İBARET OLDUĞUNA İLİŞKİN AÇIKLAMALARINA RAĞMEN, bir kısım husumetli şikayetçiler bilerek bu gerçeği suistimal etmeye ve müvekkilin cevabını KASITLI ŞEKİLDE ÇARPITARAK kendisini “Adli Tıbba” sevkettirmeye çalışmaktadırlar.

 

Bu Tip Tevafuklar Her İnsanın Hayatında Olabilen, Benzerlerine Sıkça Rastlanabilen Şeylerdir

Örneğin gece rüyasında oğlunu gören bir annenin ertesi sabah oğlunun askerden gelmesi, yağmur yağacağını hissettiğini söyleyen bir insanın sözlerini bitirir bitirmez yağmurun başlaması, aklından geçen birinin tam o anda kendisini araması ya da gelmesi gibi olaylar, halk arasında sıkça rastlanabilen durumlardır.

Ayrıca pek çok insan da, hem komik ve sevimli olduğu hem de bundan zevk duydukları için kedi, köpek, kuş ya da koyun, kuzu, kirpi, kaplumbağa gibi hayvanlarla konuşurlar. Hatta çok sayıda insan, bu tip hayvanları kendilerine bir ev arkadaşı veya hayat arkadaşları gibi bile görmektedirler. Sosyal medya platformları, video yükleme siteleri bu gibi sayısız paylaşım ve videolarla doludur. Bunların her biri de yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca beğeni alabilmektedir.

Dolayısıyla bu tip olaylar ve anlatımlar üzerinden insanların ruh, beden ya da akıl sağlığına ilişkin herhangi bir ölçüm yapılamayacağı da ortadadır.

Ayrıca 4 yılı aşkın süredir devam eden yargılama sürecinde de, ne iddia makamı ne de mahkeme heyeti tarafından, müvekkilin herhangi bir sözünde ya da hareketinde akıl sağlığına aykırı bir yön olduğu izlenimi de asla uyanmamış; husumetli şikayetçiler tarafından konuya ilişkin geçmişte yapılan başvurular da zaten bu sebeple mahkeme heyeti tarafından reddedilmiştir.

 

Müvekkilin Kendisinde Mucizevi, Uhrevi veya Gizemli Özellikler Olduğuna Dair Herhangi Bir İddiası veya Söylemi de Bulunmamaktadır

Müvekkil, hayatının hiçbir aşamasında kendisinde mucizevi veya uhrevi özellikler olduğunu iddia etmemiştir; böyle bir söylemde asla bulunmamıştır. Bu duruma müvekkilin arkadaşları ile birlikte kendisinin yıllar boyunca televizyon programlarında, canlı yayınlarda izleyen çok sayıda insan da yakinen şahittirler.

Müvekkil konuk olduğu canlı yayınlarda sayısız kereler kendisinin “sadece Allah’a layık olmaya çalışan sıradan bir kul olduğunu” ve “hiçbir iddiasının olmadığını” belki binlerce kez dile getirmiştir. Hatta müvekkil, eserlerini beğenip seven kişilerin iyi niyetlerle kendisine “hoca” demelerine bile gerek olmadığını, kendisinin “hoca” veya “alim” olmadığını dahi birçok kez açıklamıştır.

Örneğin;

ADNAN OKTAR: “…Bana arkadaşlarımız Hocam falan diyorlar ağız alışkanlığıyla diyorlar, o bir lakap. BENİM HOCALIKLA FALAN ALAKAM YOK. ALİM DE DEĞİLİM, MÜCEDDİT, MÜÇTEHİT DE DEĞİLİM, MEHDİ HİÇ DEĞİLİM BUNUNLA İLGİLİ YEMİN DE ETTİM. Durup durup aynı şeyi söylemeye gerek yok. Türk milletinin herhangi bir ferdiyim. Samimi bir insanım, samimi bir Müslümanım o kadar başka bir özelliğim yok. Hoca diyen öyle ağız alışkanlığıyla der…” (A9 TV 7 Şubat 2018,)

ADNAN OKTAR: “Halktan bir insanım. Duyduğumu aktarıyorum. Her dediğimi kardeşlerimiz araştırsınlar baksınlar. Yani sözüm doğru mu, yanlış mı değerlendirsinler. İnternette böyle imkanları var. Benim her naklim, her sözüm ayetin dışında ve ayet yorumu dışında yoruma açıktır. Bakabilirler. İnceleyebilirler. HATA YAPIYOR DA OLABİLİRİM. YANLIŞ DA YAPABİLİRİM. BEN İNSANIM. UYARIRLARSA DÜZELTİRİM. Ama doğru bildiğimi söylüyorum. Ama hoca değilim. Alim değilim. Mehdi hiç değilim. Müceddit de değilim. Müçtehit de değilim. Kendi halinde normal bir Türk vatandaşıyım. O kadar.” (11 Haziran 2017 A9TV)

A9 TV’den yapılan canlı yayınlarda geçen yukarıdaki açıklamalarından da görüleceği üzere, müvekkil, kendisinin HİÇBİR MUCİZEVİ ÖZELLİĞİNİN OLMADIĞINI, HATTA ALİMLİK, HOCALIK, MÜÇTEHİTLİK GİBİ BİR İDDİASININ OLMADIĞINI açık şekilde dile getirmiştir.

Hatta müvekkil kendisinin sıradan bir insan olduğunu, kendisinin de yanlışlarının, hatalarının olabileceğini, uyarıldığında düzeltebileceğini, anlattığı hususların hepsinin araştırılabileceğini birçok kez dile getirmiştir.

Gerçekler somut bir şekilde ortadayken, arkadaş ortamında gerçekleşen sıradan bir olay üzerinden müvekkilin hiçbir zaman söylemediği bir iddianın ortaya atılması ve bu iddia üzerinden güya kendisinin cezai ehliyetinin olmadığı yönünde çıkarımlar yapılmasının -en hafif ifadeyle- iyi niyetten uzak bir davranış olduğu açıktır.

Bu, Yeni Bir İddia da Olmayıp Halihazırdaki Dava Dosyasında Zaten Mevcut Bulunmaktadır

Husumetli bir kısım çevrelerin bu iddiası, yeni bir iddia da olmayıp soruşturma sürecinden bu yana dava dosyasında zaten var olan eski bir iddiadır. Hatta müvekkilin yukarıda alıntıladığımız mahkeme ifadelerinin üzerinden bile neredeyse 3 yıla yakın bir süre geçmiştir. Ancak, husumetli şikayetçiler yıllardır dava dosyasında var olan bu eski iddiayı, NEDENSE ŞİMDİ ve SANKİ YENİ BİR GELİŞMEYMİŞ GİBİ GÖSTERMEYE çalışmakta ve mahkeme heyetini yanıltmak istemektedirler.  

Müvekkilin Akıl Sağlığının Yerinde Olduğuna Dair 18 Ayrı Uzman Hekim Raporu, 5 Ayrı Tam Teşekküllü Devlet Hastanesi Tarafından Verilmiş Sağlık Raporu ve 3 Ayrı Uzman Mütalaası da Bulunmaktadır

Müvekkilin cezai ehliyeti hakkında geçtiğimiz yıllarda basına yansıyan gerçek dışı ve kötü niyetli bazı haberler üzerine müvekkil, tam teşekküllü üç devlet hastanesine ve ülkemizin önde gelen psikiyatrislerine başvurmuş ve sağlık kontrolünden geçmiştir.

Müvekkil ile yüz yüze görüşen, kendisini bizzat muayene eden ve gerekli tıbbi tetkikleri yapan Türkiye’nin konusundaki en yetkin uzman psikiyatrisleri, müvekkilin ruh sağlığının yerinde olduğuna, bu yönden hiçbir rahatsızlığının bulunmadığına dair resmi raporlar düzenlenmişlerdir.

Müvekkil bu özel sağlık raporlarının yanı sıra TAM TEŞEKKÜLLÜ DEVLET HASTANELERİNDE de muayene olmuştur; hatta kendisine rapor veren hastanelerden biri GATA askeri hastanedir. Bütün bu hastanelerden de KENDİSİNİN AKIL ve RUH SAĞLIĞININ YERİNDE OLDUĞUNA DAİR resmi heyet raporları verilmiştir. Bu hastanelerin her biri alanında hakem görevi üstlenmiş nihai karar verici hükmünde hastanelerdir.

Müvekkilin cezai ehliyetinin bulunduğunu ve akli sağlığının tam manasıyla yerinde olduğunu tartışmasız biçimde ortaya koyan bu tıbbi raporlara ek olarak ayrıca, bizzat Adli Tıp Uzmanları tarafından da düzenlenen bilimsel görüşler de müvekkile yönelik iddiaların tamamen dayanaksız olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Geçmişte Bazı Yerel Mahkemeler de Müvekkil Hakkındaki Benzer İddiaların Gerçek Dışı Olduğunu Tespit Etmiş ve Bunlara İtibar Etmemiştir

Müvekkilin taraf olduğu geçmiş dönemlerdeki bazı davalarda da, bu gerçek dışı ve dayanaksız iddiaya sığınmak isteyen kimseler olmuştur. Ancak, bu kişilerin bugün bazı çevrelerce yapılan benzer nitelikteki tüm talepleri, ilgili mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Müvekkil adına vekillerince ilgili mahkemelere sunulan belgeleri, delilleri ve sağlık raporlarını inceleyen mahkemeler, delillerin son derece yeterli olması sebeiyle başkaca hiçbir araştırmaya dahi gerek duymaksızsın bu kişilerin taleplerini reddetmişlerdir. Bu konudaki mahkeme kararlarından birkaç örnek vermek gerekirse:

-         Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2015/248 E. Sayılı dosyasının 19.04.2016 tarihli aşağıdaki kararı,



 

-         İstanbul Anadolu 58. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2014/923 E. Sayılı dosyasının 20.05.2015 tarihli gerekçeli kararı,



 

-         İstanbul Anadolu 44. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2014/816 E. Sayılı dosyasının 11.06.2015 tarihli gerekçeli kararı,



 

-         İstanbul Anadolu 11. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2015/28 E., 2015/137 K. Sayılı dosyasının 27.03.2015 tarihli gerekçeli kararı,



Müvekkilin Yaşantısına Bakıldığında Hakkındaki Akıl Sağlığı İddialarının Son Derece Gülünç Olduğu Görülecektir

Müvekkilin son derece sağlıklı bir insan olduğuna ilişkin olarak buraya kadar detaylarıyla listelemiş olduğumuz onlarca sağlık raporunu, müvekkilin lehinde verilmiş sayısız mahkeme kararını ve konusunun uzmanları tarafından verilen  bilimsel mütalaların tümünü bir an için bir kenara bıraktığımızı düşünsek bile; müvekkilin polis operasyonu öncesindeki günlük yaşantısına baktığımızda, husumetli şikayetçilerin iddiaların gülünçlüğü ve ardındaki kötü niyet rahatlıkla görülebilmektedir.  Şöyle ki;

Müvekkil Adnan Oktar, 2018’deki polis operasyonundan önceki son 10 yıllık süreçte, hemen her gün –haftasonu, bayram tatili, resmi tatiller, yaz ayları vs. dahil- günde ortalama 8-10 saat arası süren canlı yayınlara katılmıştır. Bu canlı yayınların toplamı 30.000 saatin üzerindedir. Müvekkil, ara vermeden uzun saatler boyunca konuştuğu canlı yayınlarda dahi her zaman dikkatini açık tutmuş, gelen sorulara her zaman doğru bildiği cevapları vermiş ve hakkındaki bu asılsız iddiayı destekleyebilecek tek bir davranış dahi göstermemiştir. Hatta insanlar gerek mail göndererek, gerek sokak röportajları yoluyla müvekkile sorular sormuş, akıl danışmışlardır, müvekkilin fikirlerine önem vermişlerdir.

Müvekkil ayrıca hayatı boyunca seçme/seçilme hakkının gereklerini yerine getirip oylarını kullanmış, anayasal kapsamdaki tüm haklarını arayabilmiş, haklarının ihlal edildiği durumlarda gerekli başvuru ve şikayetlerini yapmış, devam eden yargılama süreçlerinde ilgili noterlerde ve resmi makamlardaki iş ve işlemlerini bizzat takip etmiştir. A9 TV haricinde pek çok televizyon kanalında sayısız canlı yayın programına ve röportajlara katılmış, bu yayınlarda gazeteciler, sanatçılar, politikacılar, STK temsilcileri, bilim insanları, aktivistler gibi çok sayıda kişiyle bizzat görüşmüştür. Yüzlerce kişinin katıldığı organizasyonlarda bulunmuş, dünyanın dört bir yanından kendisini ziyarete gelen ve aralarında devlet başkanları, bakanlar, milletvekilleri, dini ve siyasi liderler ile sivil toplum kuruluşu liderleri de olan binlerce misafiri bizzat ağırlamıştır.

Bugün ise müvekkil 4 yılı aşkın süredir de tutuklu bulunmaktadır. Müvekkil Adnan Oktar tutukluğu zarfında da, her gün ceza infaz kurumu personelleri ile muhatap olmakta ve müdafileri ile görüşmeler yapmaktadır. Ayrıca devam eden yargılaması sebebiyle İstanbul 30. ACM’nin tüm duruşmalarına katılıp mahkeme huzuruna çıkmış; yargı sürecinin her aşamasında dosyanın savcıları ve hakimleri ile muhatap olmuştur ve olmaktadır. Bunun yanında cezaevine gelen sayısız noter memuru ile de görüşmekte ve resmi işlemler yapmaktadır. Yakınlarından ve kendisini sevenlerden sayısız mektup almakta ve onlara cevap mektupları göndermektedir.  

Dolayısıyla, müvekkil tüm hayatı boyunca kamuoyunun gözü önünde ve günlük hayatını dolu dolu yaşayan bir insandır. Ancak buna karşın, kendisini tanıyan ya da muhatap olan kişilerden hiçbirisi böyle bir iddiada bulunmamıştır.

Tüm bunların yanı sıra TIBBİ BİLİMSEL BİR GERÇEK OLARAK DA, 45-50 YAŞ SONRASINDA BÖYLE BİR HASTALIĞIN GELİŞMESİNİN MÜMKÜN OLMADIĞI DA resmi olarak bilinmekte olan bir durumdur. Müvekkilin önceki yıllara ait sağlam raporları ve şu anda 66 yaşında olduğu dikkate alındığında, söz konusu iddianın bilimsel anlamda da imkansız olduğu açıktır.

Yani bugüne kadar GATA’dan, tam teşekküllü Devlet Hastanelerinden, ve Türkiye’nin en önde gelen psikiyatristlerinden alınan akıl sağlığı yerindedir raporlarının ardından yeni bir hastalık gelişmiş olması ihtimali de tıbben imkansızdır.

Adli Tıbba sevk konusunun, sadece müvekkile ve sevdiklerine rahatsızlık vererek eziyet etmek olduğu ve daha da vahimi muhtemel bir suikast planının alt yapısının hazırlandığı son derecek açıktır.

BİLİNDİĞİ ÜZERE, ADLİ TIBBA SEVKİ GENELDE SANIKLAR “CEZA EHLİYETİ YOKTUR” RAPORU ALARAK HAPİZ CEZASI ALMAMAK İÇİN KULLANIRLAR. DOLAYISIYLA, MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’I ÖLDÜRMEK İSTEYECEK KADAR HUSUMET DUYGULARI İÇİNDE OLAN SÖZ KONUSU SOSYAL MEDYA HESABININ YÖNETİCİLERİ, ELBETTE Kİ MÜVEKKİLİ HAPİS CEZASINDAN  MUAF OLMASINI İSTEMEYECEKLERDİR. BU ÇEVRELER MÜVEKKİLİN AKIL SAĞLIĞININ YERİNDE OLDUĞUNU VE AKSİ YÖNDE BİR RAPOR ALMAYACAĞINI DA GAYET İYİ BİLMEKTEDİRLER.

BURADA AMAÇLARININ MÜŞAHEDE EZİYETİNİ MÜVEKKİLE YAŞATMAK VE MEVCUT ORTAMI DEĞERLENDİREREK CANINA KAST ETMEK OLDUĞU AŞİKARDIR.

Hiçbir hukuki ve tıbbi dayanağı olmadan müvekkilin çeşitli iftira ve oyunlarla Adli Tıp Kurumu'na sevk edilmeye çalışılmasının arkasında kendisine fiziksel ve manevi eziyet etmek ve muhtemelen bir suikast ortamı oluşturma planı yatmaktadır. Husumetli kişilerin sosyal medyadaki tehditlerinden bu niyetleri açıkça anlaşılmaktadır. Böyle bir girişim söz konusu olduğu takdirde, böyle bir oyunun planlı şekilde oynandığı netleşmiş olacaktır.

Devletimizin tüm ilgili kurumlarının gerekli önlemleri alarak, bu oyunu bozacağına dair müvekkilin inancı tamdır.

Değerli Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.



Daha yeni Daha eski