YARGITAY (İLGİLİ) CEZA DAİRESİ’NE

Gönderilmek Üzere,

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE

DOSYA NO              : 2023/310 E., 2023/494 K.

SUNAN                     : Adnan OKTAR

MÜDAFİ                   : Av. Mert YETİŞİR

KONU                        : Türkiye'de örgütlenme özgürlüğü Anayasal bir hak olmasına rağmen, legal olarak örgütlenen toplulukların gerekçesiz ve delilsiz olarak suç örgütü kapsamına sokularak mahkum edilmelerinin hukuk devletine en büyük zararı verdiğini açıklayan dilekçemizin sunumudur.

AÇIKLAMALAR       :

Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin belli bir amaca yönelik olarak kolektif bir şekilde hareket etmek üzere herhangi bir resmi ya da gayri resmî gruba katılma hakkını ifade eden kavramdır. Anayasa 34. maddesine göre "Herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir."

Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için KENDİLERİNİ TEMSİL EDEN BİR TOPLU TEŞEKKÜL OLUŞTURARAK BİR ARAYA GELMELERİ ÖZGÜRLÜĞÜ olarak tanımlanabilir. Örgütlenme özgürlüğü ile birlikte gündeme gelen önemli bir konu "örgüt" kavramının kapsamıdır. "ÖRGÜT" kelimesi Anayasa Mahkemesi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına yapılan atıfla “KİŞİLERİN SERBEST İRADELERİYLE KURULAN, ORTAK BİR AMAÇ İÇİN BİR ARAYA GELEN KİŞİLER TOPLULUĞU” olarak tanımlanmıştır.[1] Dolayısıyla, örgütlenme konusunda ULUSLARARASI HUKUKTA VE ANAYASA’DA HERHANGİ BİR SINIRLAMA SÖZ KONUSU DEĞİLDİR.[2] Herhangi bir grubun ya da kişilerin veya herhangi tüzel kişilerin ortak menfaatleri doğrultusunda, TOPLU OLARAK HAREKET ETMEK, DÜŞÜNCELERİNİ AÇIKLAMAK, BUNLARI YAYMAK, GÖZETMEK YA DA SAVUNMAK için bir araya gelmeleri "örgüt" olarak kabul edilmeleri bakımından yeterlidir ve bu tümüyle yasaldır.

Örgütlenme özgürlüğü, EVRENSEL İNSAN HAKLARI BEYANNAMESİ’NİN 20. MADDESİNDE, Türkiye’nin taraf olduğu MEDENİ VE SİYASAL HAKLAR ULUSLARARASI SÖZLEŞMESİ’NİN 22. MADDESİNDE ve AİHS’in 11. MADDESİNDE koruma altına alınmıştır. Türkiye örgütlenme özgürlüğüne yer veren tüm bu belgeleri USULÜNE UYGUN BİR ŞEKİLDE ONAYLAMIŞ VE TAMAMINI İÇ HUKUKUNA AKTARMIŞTIR. Anayasa’nın 90. maddesi doğrultusunda bu belgeler iç hukukun bir parçası haline gelmiştir ve uygun olduğu durumlarda doğrudan uygulanabilir niteliktedir.

Örgütlenme özgürlüğü ile ilgili uluslararası hukukta çok sayıda norm söz konusudur. Bu alanda önde gelen temel düzenleme AİHS’in 11. maddesidir. Maddeye göre “Herkes, barışçıl olarak toplanma özgürlüğü ve menfaatlerini korumak için (...) başkalarıyla birlikte örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir.” Görüldüğü gibi, madde hem toplanma özgürlüğünü hem de örgütlenme özgürlüğünü güvence altına almaktadır.

Örgütlenme özgürlüğü öncelikle örgüt kurma ve örgüte üye olma hakkını kapsamaktadır. Bu özgürlük aynı zamanda bir tercih özgürlüğüdür.[3]

Hal böyleyken;

Kişilerin Anayasa ile güvence altına alınmış olan örgütlenme ve örgüte üye olma özgürlükleri, şayet bir kısım art niyetli insanlar tarafından kasıtlı olarak yanlış yorumlanıp suistimal edilirse, legal olarak örgütlenen, aynı düşünce ve inanç çerçevesi altında birleşen kişiler, keyfi olarak "suç örgütü" tanımı altına yerleştirilirse, legal olarak bir araya gelmiş olmalarına rağmen bu örgütlenmeler, herhangi bir gerekçe ve delil olmaksızın "suç işleme ihtimalleri olabilir" gibi farazi ve hukuku ayaklar altına alan bir bahane ile illegal örgüt şekline sokulmaya çalışılırsa, ANAYASA VE AİHM İLE ÜLKEMİZDE GÜVENCE ALTINA ALINMIŞ OLAN KİŞİ HÜRRİYETİ ADETA "ORMAN KANUNLARI" YOLUYLA YOK EDİLMİŞ DEMEKTİR.

Eğer bir ülke hukuk devleti normlarından uzaklaşmışsa, eğer davalar adalet değil menfaat ve çıkar üzerine şekilleniyorsa, o zaman yasal kişilik haklarının böylesine suistimal edilerek yorumlanması çok daha kolaylaşır. İnsanlar, kanuni hakları çerçevesinde özgürce davranır ve bir amaç uğruna bir araya gelmelerinin Anayasa kapsamında bir sakıncası olmadığına güvenerek hareket ederlerken, sadece birilerinin istemesiyle, kendilerini bir anda bir "suç örgütü" yaftası altında bulabilirler. Suçlamayı yapan kişilerin tek dayanağı, bu topluluğun bir amaç için bir araya gelmiş, yani örgütlenmiş olmasıdır, o kadar. Elde bir topluluk olunca, "suç örgütü" yalanı türlü iftiralarla bunun üzerine inşa edilebilmektedir. Sebep ise genellikle yalnızca intikam, kıskançlık, husumet, hayat görüşü çatışmasıdır. Ne acıdır ki, şu anda bu durum ülkemizde çok kolaylaşmıştır.

Huzurdaki dava kapsamında tüm bunları yaşamış bulunuyoruz. Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına 5 yıldır uygulanan muamele, şu ana dek hukuk devleti normlarından ciddi şekilde uzaklaşmış olduğumuzun bir delili niteliğindedir.

Müvekkil ve arkadaşları, aynı inanç, aynı fikir sistemi ve aynı hayat görüşü altında birleşmiş bir arkadaş grubudur ve ülkemizde Anayasa ile güvence altına alındığı şekilde bir amaç uğruna bir araya gelmişlerdir. Ülkemizde sivil toplum örgütleri, kadın dernekleri, futbol kulüpleri, benzer camiaların oluşturduğu dernekler, yardım kuruluşları, hayvan hakları savunucuları ve bunun gibi pek çok örgütlenme, aynı düşünceleri taşıyan, aynı amacı hedefleyen kişiler tarafından oluşturulmuş yapılanmalardır. Müvekkil ve arkadaşlarının oluşturduğu camianın da özelliği, tıpkı yukarıda saydığımız diğer örgütlenmeler gibi, aynı fikir etrafında toplanmış olmalarıdır.

Tam 40 yıldır tüm Türkiye'nin gözleri önünde bu ortak fikrin savunucusu olarak varlığını sürdüren bu topluluk, bir anda bazı odakların hedefine girmiştir. Bu topluluğun dağılıp ortadan kalkmasını isteyen kişiler ortaya çıkmış ve amacı, hedefi ve faaliyetleri 40 yıldır belli olan bu topluluk bir anda kağıt üzerinde "suç örgütü" şekline dönüştürülmüştür. Bu, öylesine amatör bir kumpas hareketiyle yapılmıştır ki, dosya savcısı, amaç suç bulamamanın çaresizliğinden, esasa dair mütalaasında "hiçbir suç örgütünün amacı bizatihi suç işlemek değildir" gibi akıllara durgunluk veren bir cümle kurabilmiştir. Kumpasa dahil olanların hukuki bir altyapı bulamama çaresizliği halen devam etmektedir.

Oysa legal bir örgütlenmede isteyen her kişi o örgütün çatısı altında toplanabilir, o örgüte üye olabilir. Bu, Anayasamız ile güvence altına alınmış bir haktır. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında hiç kimse, bir başkasını, "neden o fikri benimsedin", "neden o örgütlenmeye dahil oldun", "neden o fikri savunan insanlarla bir aradasın" diyerek sorgulayamaz; kişiye örgütlenmeden ayrılmak için baskı kuramaz, onun hür iradesine karışamaz. "Senin amacın suç işlemek olabilir" diyerek onu bir illegal örgüt kisvesine sokamaz.

Eğer legal olduğu çok iyi bilinen bir topluluğu -büyük ölçüde ideolojik sebeplerle- DAĞITMA AMACI varsa, o örgütlenmeyi "suç örgütü" olarak lanse etmek günümüzde sıklıkla başvurulan bir yöntem haline gelmiştir. Kanunların kötüye kullanılması, bazı art niyetli kişiler için işte bu kadar kolaydır.

5 yıldır süren huzurdaki kurgu davanın da tek varlık sebebi, müvekkil ve arkadaşlarının oluşturduğu camiayı DAĞITABİLMEKTİR. "Suç örgütü" yakıştırmasının yegane amacı budur.

Müvekkil ve arkadaşlarının Anayasal haklarını böylesine sinsi oyunlarla ellerinden almaya çalışmak açık şekilde suçtur. Yargılama boyunca bir kısım savcı ve hakimlerin herhangi bir suç, hatta amaç suç bulamadan yargılama yaparak dev hukuk ihlalleriyle ceza kararları vermesi sadece bu konunun yakın muhatabı kesimler tarafından değil, tüm Türkiye tarafından ciddiyetsiz karşılanmaktadır. Ortada herhangi bir amaç suç etrafında toplanmış bir suç örgütü olmadığını, dosyada bir amaç suç belirtilmediğini, sanık profillerinin suç örgütü olmaya uygun olmadığını belirten, ceza kanunlarının yazarı, duayen hukuk profesörlerinin HUKUKİ MÜTALAALARI dosyada mevcuttur. Dava dosyasında tüm somut deliller ortada SUÇ OLMADIĞINI göstermiş, İLLEGAL HİÇBİR EYLEM, KAZANÇ VEYA ÇIKAR ELDE EDİLMEDİĞİ tespit edilmiş, ancak tüm bunlara rağmen adeta bir HUKUK KATLİAMI ile astronomik cezalar verilmiştir. HUKUKSUZLUKLARIN BU KADAR ALENİ UYGULANDIĞI BENZER BİR DAVA DAHA YOKTUR. Gerçekte bu hukuk ihlallerini net bir şekilde görerek neredeyse tüm sevk maddelerinden beraat hükmü verilmesi gerektiğini belirten ve bu şekilde yerel mahkeme kararını bozan Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi (15.03.2022 tarihli, 2022/258 esas nolu karar), tüm gerekçeleriyle bu durumu gözler önüne sermiştir. Bu hukuki kararın ardından yine benzer hukuksuzlukların gerçekleşmesi, aynı cezaların tekrarlanması, BAM 1.CD hakimlerinin görev yerlerinin değiştirilmesi ve haklarında soruşturma başlatılması da nasıl bir oyun oynandığını en net şekilde gözler önüne sermektedir.

Camiayı dağıtma amacı bazı kesimlerin öylesine gözünü bürümüştür ki, bu uğurda açık ve aleni hukuksuzluklar gerçekleştirmekten, Türkiye tarihinde görülmemiş sayıda sevk maddesi üzerinden astronomik cezalar verecek kadar amaçlarını belli etmekten çekinmemektedirler.

"Herhangi bir amaç üzerine örgütlenmeyin, yoksa sizi her an suç örgütü diye yargılayabiliriz" anlamını taşıyan bu tehdit, aslında ülkemizin bütünlüğüne yapılmış bir tehdittir.

Göz önünde faaliyet yapan legal örgütlerin bir anda kağıt üzerinde suç örgütüne dönüştürüldüğü, suç bulamadan insanlara suçlu muamelesinin yapıldığı, insanların sadece bu gerekçelerle yıllarca cezaevlerinde tutulabildiği bir ülke, hukuka olan dayanağını yitirmiş bir ülkedir. Ülkemizde sayıları artık milyonları bulan yabancı uyruklu insanlar ülkenin en büyük nimetlerini doyasıya yaşarken, Türk halkı, SADECE VE SADECE KENDİ HALKIMIZ, kendi hukuki haklarını kullanamamakta, sayısız hukuksuzlukla karşı karşıya kalmakta, kağıt üzerinde ezbere suçlu ilan edilmekte ve cezaevleri, mahkemeler, Adliye koridorları hakkını arayan ülkenin vatandaşlarıyla dolup taşmaktadır. Bu, ülkemizin başına gelmiş büyük bir beladır ve adalet tam anlamıyla tesis edilmedikçe bu bela ülke için çok büyük bir kabusa dönüşecektir.

Bu elzem konuyu Sayın Dairenizin takdirine sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.26.09.2023

Adnan Oktar müdafi,

Av. Mert Yetişir



[1] AYM, Hüseyin Demirdizen Kararı, B. No: 2014/11286, 21/9/2016, s. 35.

[2] AİHM, Sidiropoulos/Greece, Appl. No: 26695/95, 10.07.1998, s. 40.

[3] AİHM, Geotech Kancev GMBH/Germany, Appl. No: 23646/09, 02.06.2016, s. 51.


Daha yeni Daha eski