YARGITAY (İLGİLİ) CEZA DAİRESİ’NE

Gönderilmek Üzere

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE

DOSYA NO              : 2023/310 E., 2023/494 K.

SUNAN                     : Adnan OKTAR

MÜDAFİ                   : Av. Mert YETİŞİR

KONU                        : Gaddarane bir şekilde karşıt fikrin temsilcilerine adaletsizlik isteyen bir sistemin asıl beka sorunu oluşturduğuna ve yegane çözümün Kuran'daki adalet sisteminin ve affediciliğin benimsenmesiyle mümkün olabileceğine dair Müvekkil Adnan Oktar'ın açıklamalarının yer aldığı dilekçemizin sunumudur.

Önceki dilekçelerimizde, müvekkilin, devletin bekası sorununun asıl olarak adalet mekanizmasının zedelenmesiyle doğru orantılı olacağına dair açıklamalarını sunmuştuk. Konuyla ilgili olarak müvekkil, toplum içinde kutuplaşmaların, adaleti sınırlı bir kesim için istemenin, karşı fikir söz konusu olunca acımasızlaşmanın ne kadar büyük bir bela olduğunu ve bunun şu anda toplumumuzda yaşanmakta olan, huzurdaki davaya da sirayet eden bir sorun haline geldiğini açıklayan bir yazı kaleme almıştır. Müvekkilin, affediciliğin önemi ile ilgili görüşlerinin yer aldığı bu yazıyı Sayın Dairenizin takdirine sunuyoruz. 08.08.2023

Saygılarımızla,

Adnan Oktar müdafi,

Av. Mert Yetişir

Ülkemizin Bekası İçin "Milli Adalet Dayanışması"nın Şart Olduğuna Dair Müvekkilin Açıklamaları

Bir ülke, kendi içindeki en büyük beka sorununu, adalet bilincini kaybettiğinde yaşamaya başlar. Adalet mekanizmasının büyük ölçüde zarar görmesi, manevi bütünlüğe, milli birliğe de şiddetle sirayet eden bir belaya dönüşür. İnsanlar milli ve manevi birlik ve beraberliklerini kaybettiklerinde, kendi ülkelerinde adalet mekanizması güvenilmez bir hale geldiğinde, o ülke karşılaşabileceği en büyük zararla yüzleşmek zorunda kalır. Artık o ülkenin, o milletin, o devletin ciddi bir varlık sorunu var demektir.

Şu anda Türkiye'de, çeşitli fraksiyonların ve çeşitli fikir gruplarının birbirine karşı mücadelesi adeta bir kutuplaşma halini almış durumdadır. Öyle ki bu durum, bazı kesimlerde, birbirlerine karşı acımasızlığa varacak düzeyde nefret içerir bir hal almıştır. Demokrasi kavramı büyük ölçüde kendisini öfke ve düşmanlığa bırakmış, kişiler, kendi düşüncelerinden ve kendi siyasi görüşlerinden olmayanlara gaddarane bir şekilde bakar hale gelmiştir. Ülkenin genelinde, solcular sağcıların, sağcılar da solcuların mahkum olmasını, hapse girmesini istiyor; hapisten çıkamamalarından adeta haz duyuyor gibi bir görünüm hakimdir. Sosyal medya platformlarında insanlar bu görüşlerini açıkça dile getirmekten çekinmemektedirler. Sanki bir insanın tutuklanması, mahkum edilmesi, özgürlüğünden kısıtlanması, kamuoyunda suçlu bilinmesi iyi bir şeymiş gibi bu kervana katılan herkes aynı çığırtkanlığın peşine düşmektedir. Bu kervana katılanların büyük kısmı ortada bir suç olup olmadığından haberdar dahi değildir; onların tek istedikleri kendi fikrinden olmayanın "yok olmasını" sağlamaktır.

Bu yok etme politikası, sadece adaleti değil, her şeyden önce İNSANLIĞI ÖLDÜREN bir beladır. MADDİ-MANEVİ BİRLİĞİNİ, ADALETİNİ VE İNSANLIĞINI KAYBETMİŞ BİR TOPLUM, KENDİSİNİ DE, TEMSİL ETTİĞİ ÜLKEYİ DE İÇTEN VE DERİNDEN MUTLAKA YOK EDER. Tarih boyunca derin devletlerin, çöküşe uğratmak istedikleri ülkelerin ellerinden milli ve manevi değerlerini aldıklarını, onları suni kavgalarla birbirlerine düşürdüklerini, birlik ruhunu ortadan kaldırarak insanlığı bitirdiklerini hatırlatmak gerekir. Söz konusu derin devletler, ele geçirmek istedikleri bu ülkelere hiçbir zaman doğrudan müdahale etmemişlerdir. Provokatörleriyle içeriden yaptıkları ajanlık faaliyetleri ile bu temel değerleri yok edecek birkaç iç müdahale yeterli olmuştur.

Ülkemiz de, şu anda bu büyük bela ile karşı karşıyadır.

Bazı derin odaklar tarafından içten içe gösterilen çabalar, Türk milletinin elinden milli-manevi-insani değerleri alma çabasıdır. Milletin birlik gücünü yok ederek, birbirine düşman ederek kirli bir ortam oluşturma ve devletin bekasını tehdit etme amacı ortadadır. Acı olan ise, bir kesimin bu tuzağa rahatlıkla düşüyor olmasıdır.

Oysa biz, İslam dininin ve üstün kültürünün güzel ruhu içinde yetişmiş bir milletiz. İngiliz derin devletinin en kıdemli isimlerinden William Ewart Gladstone'un "Türklerin elinden Kur'an-ı Kerim’i almadıkça onları yenemeyiz" sözü oldukça manidar ve doğrudur. Tarih boyunca sayısız badire atlatan Türk milleti, türlü saldırıya karşı daima iman gücü ile karşı koymuş ve bu şekilde başarılı olmuştur. Bu güzel milletin iman gücü, milli birlik ve beraberlikte de buluşmalarını sağlamış, birlik ruhu güç getirmiş ve Türk milleti nesiller boyunca yenilemez bir millet olarak varlığını göstermiştir.

Ayrıca DİNİMİZ AFFEDİCİLİK DİNİDİR. Manevi değerleriyle güçlü kalan bir toplum olarak, İslam'ın bu üstün tavsiyesini de ayakta tutmak ile yükümlüyüz. BİZLER, YARATILIŞ OLARAK BİR BAŞKASININ ZARAR GÖRMESİNİ, HAPSE ATILMASINI, SUÇSUZKEN SUÇLU MUAMELESİ GÖRMESİNİ İSTEYEN İNSANLAR DEĞİLİZ. Böyle şeylerden haz almayı dehşetle karşılarız. Kuran'a uyan samimi bir Müslümanın şefkat ve merhamet anlayışı, nefret ve öfkeden, bağırış çağırıştan, başkasının kötülüğünü istemekten olağanüstü uzak bir anlayıştır. İnsanların iyiliğini isterken bir kısım insanların oluşturduğu nefret girdabına kapılmak, gerçek bir Müslümana kabusu yaşatır. Bu karanlık zihin yapısı Müslümanlarda asla varlık gösteremeyecektir.

Bu Kuran'a ait bir ahlaktır. Allah Kuran'da, Müslüman için, karşılaştığı en zorlu ortamlarda dahi "AFFETMEYİ" öncelikli görmüştür:

GÜZEL BİR SÖZ VE BAĞIŞLAMA, PEŞİNDEN EZİYET GELEN BİR SADAKADAN DAHA HAYIRLIDIR. Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 263)

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, ÖFKELERİNİ YENENLER ve İNSANLAR (DAKİ HAKLARIN)DAN BAĞIŞLAMA İLE (VAZ)GEÇENLERDİR. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)

Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. YİNE DE ONLARI AFFET, ALDIRIŞ ETME. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, AFFETSİNLER VE HOŞGÖRSÜNLER. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)

Maide Suresi 13. ayette dikkat çektiği gibi Allah, sürekli ihanet içinde olan bir topluluğu bile affetmenin faziletini belirtmiştir. Allah, İNSANLARDAKİ HAKLARINDAN BAĞIŞLAMA İLE VAZGEÇENLERİN karakterini övmüştür. (3/134) Haklı olduğu halde hakkından vazgeçip bağışlayıcı bir tutum takınmayı beğenmiştir. Bunu Müslüman ahlakı olarak tanıtmıştır.

Kısasta dahi Allah, bağışlamayı daha hayırlı görmüştür:

Biz onda, onların üzerine yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve (bütün) yaralara (karşılık da) kısas vardır. AMA KİM BUNU SADAKA OLARAK BAĞIŞLARSA O KENDİSİ İÇİN BİR KEFARETTİR. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim olanlardır. (Maide Suresi, 45)

Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Özgüre karşı özgür, köleye karşı köle ve dişiye karşı dişi. FAKAT KİMİN (HANGİ KATİLİN) LEHİNE, ONUN (MAKTULÜN) KARDEŞİ (VARİSİ VEYA VELİSİ) TARAFINDAN BAĞIŞLANIRSA, artık (yapılması gereken) örfe uymak (ve) ona (maktulün varis veya velisine) güzellikle (diyet) ödemektir. BU, RABBİNİZDEN BİR HAFİFLETME VE BİR RAHMETTİR. Artık kim bundan sonra tecavüzde bulunursa, onun için elem verici bir azap vardır. (Bakara Suresi, 178)

Kuran esasına göre, affedicilik daha hayırlı iken, Allah, Müslümanların haklarından vazgeçerek karşısındaki affetmesini öğütlemişken, bunu güzel bulmuş, beğenmişken, suçlu dahi olup olmadığı bilinmeyen insanlara cezalar yağdırmak, onları baştan suçlu ilan etmek, güzel söz ve bağışlayıcılıkla yaklaşmak yerine onu yerden yere vurmak, onları kilit altına almak ALLAH'IN BEĞENMEDİĞİNİ YAPMAKTIR; hatta HAK YEMEKTİR, HARAMDIR. 4 şahit getirilemediği halde bir kişiyi tecavüzle suçlamak ve onun hakkında kesin hükme varmak, hiçbir delili olmadığı halde bir kişiyi bir başka kişinin canına kastetmekle suçlamak, ALLAH'IN KATINDA VEBALİ BÜYÜK OLABİLECEK haksız suçlamalardır.

Allah'ın adaleti eşsiz güzellikte bir adalettir. Bu uygulanmadığında, adalet adına uygulanan her şey yarım ve çözümsüz kalır. Bu üstün adalet sisteminin uygulanmamasından kaynaklanan hukuksuzlukların ve haksızlıkların acısını şu an toplumun büyük bir kısmı çekmektedir. Örneğin, bir sarkıntılık veya tecavüz suçlamasında "kadının beyanı esastır" denilerek TEK BİR SÖZ İLE hüküm verilmekte ve kişi SORGUSUZ SUALSİZ onlarca yıla mahkum edilmekte, kişinin suç işlemediğini gösteren tüm lehe deliller yok sayılmakta, ancak kasten adam öldürme suçlamasında dahi, ortada somut bir vaka ve olay olmasına rağmen kişi ceza indiriminden yararlanabilmektedir. Bu, açık bir HAKSIZLIKTIR.

Kadın elbette kıymetli bir varlıktır ve elbette her bir kadının özenle, itina ile korunması gerekir. Ama bu, kadınların hiçbirinin yalan söylemeyeceği anlamına gelmez. Kadın bir insandır ve her insan gibi öfkeyle, kıskançlıkla, korkuyla, tehditle yalan söyleyebilir. Yalan söyleyen bir kadının, öfke ile hareket ederek karşısındaki insanın bütün hayatını bir hücrede geçirmesine neden olabileceği gerçeği dikkatten kaçmamalıdır. Kuran'da buna işaret vardır. Hatta, Kuran'da kadınların yalan söylediği belirtilen başlıca konu "cinsellik"tir. Hz. Yusuf (as)'a iftira atarak onun yıllarca hapiste kalmasına neden olan vezirin karısı buna önemli bir örnektir.

Dolayısıyla, BİR İNSANIN HAYATINI İLGİLENDİREN BİR HÜKÜM VERİLECEKSE, KADININ SADECE BEYANI ESAS OLAMAZ. Bir beyan, mutlaka ve her zaman çeşitli somut delillerle kanıtlanabilecek halde olmalıdır. Kadının HUSUMET VEYA ÖFKE YA DA BASKI İLE YALAN SÖYLEME İHTİMALİ değerlendirilmelidir. Çok iyi bilindiği gibi hukuk sisteminde, adli ve psikolojik değerlendirmelerde, bir insanın yalan söyleyip söylemediği kolaylıkla tespit edilebilmekte, derhal anlaşılabilmektedir. Bu tespitleri görmezden gelip, sadece "kadının beyanı esastır" kabulünden yola çıkarak, bu konuyu da bir suiistimal kapısı haline getirerek ve suçlanacak herkes için bu bahane kullanılarak uygulanılan bir SAHTE ADALET, adalet sistemini yok etmenin yanı sıra, Allah Katında büyük bir vebal olacaktır.

Böyle bir sistemde, kadının yalan söyleyerek mahkum ettirdiği masum kişinin HAKLARINI KORUYAN HİÇBİR ADALET MEKANİZMASI YOK DEMEKTİR. Bu, HUKUKUN TAMAMEN ÖLDÜĞÜ YERDİR.

Bu, tüm insani ve Kurani değerlere de aykırıdır. Kuran'ın, ŞAHİDİN VE DELİLİN VARLIĞINI ŞART KOŞAN müthiş adil hukuk mekanizmasından burada eser yoktur. Ayrıca, Kuran'da affetmek esasken, herhangi bir suç işleyip işlemediği dahi belli olmayan bir insanı daha baştan cezalandırıp, onu toplum içinde suçlu ilan edip, müebbet cezalarla yaftalamak büyük bir günahtır. Gerçekten suç işlemiş bir insanın bile affedildiği bir dinimiz varken, Allah, cezalandırmayı değil affediciliği seviyorken, insanları hapse atmak için bu kadar ezbere kararlar verebilmek, bunun Allah'a karşı sonuçlarından çekinmemek anlaşılabilir bir şey değildir.

Suç işlemiş bir insanın bile -kendisine düzelme fırsatı verilmeksizin- cezalandırılması, müebbet suçlara çarptırılıp hayat boyunca hücrelerde unutulması, onu kazanmak değil, bilakis daha fazla kaybetmektir. Oysa suç işleyeni bile affedip ona Allah için yaşamanın güzelliklerini göstermek, onu İslam'ın bağışlayıcılığıyla tanıştırmak o kişinin ahiretini kazanması ve günahlarından tövbe etmesi için bir yol olabilir. Bu hiç denenmeyip, "hapsedelim", "tutuklayalım", "müebbet verelim" naralarıyla çığırtkanlık yaymak, affedicilik bir yana şiddetli öfke ve nefret ile hareket etmek, kendi fikrinden değil diye o kişiyi adeta yok etmeye çalışmak, bunu yaparken Anayasayı ve tüm kanunları hiçe sayıp sanki hukuk sistemi hiç yokmuş gibi yargısız infazda bulunmak, kendi kendini içten içe yıkan bir dehşet toplumundan başka bir şey oluşturmaz. Böyle bir toplum, kendisiyle birlikte içindeki her şeyi yıkıp yok edecektir.

İsra Suresi 64. ayette belirtildiği gibi, atlılarıyla yayalarıyla yaygaralar koparıp KARGAŞAYI, NEFRETİ, ÖFKEYİ KIŞKIRTMAK SADECE ŞEYTANIN İŞİDİR:

"Onlardan GÜÇ YETİRDİKLERİNİ SESİNLE SARSINTIYA UĞRAT, ATLILARIN VE YAYALARINLA ONLARIN ÜSTÜNE YAYGARAYI KOPAR, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaadlerde bulun." Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez. (İsra Suresi, 64)

Müminlerin yükümlülüğü affedici olmaktır.

"Devletin bekası" herkes için en elzem konu iken, devletin bekasını böylesine zedeleyecek bir anlayıştan derhal sıyrılmak ve buna acil olarak tedbir almak gerekmektedir. Ceza hukukundaki suiistimale açık yukarıdaki gibi hususların acilen düzeltilmesi, ardından da toplum içinde bir MİLLİ ADALET DAYANIŞMASI, MİLLİ HUKUK BİRLİĞİ oluşuturulması gerekmektedir. Hukuksuzluk ayyuka çıktığında ve millet içinde infialler böylesine teşvik edildiğinde, insanların tutuklanması, mahkum edilmesi ve yok edilmesi için toplum, adeta acımasız gladyatör savaşlarını izleyenler gibi galeyana getirildiğinde, o toplumun içten içe eriyip yok olması sürpriz olmayacaktır. Devletin bekası sorunu, o aşamada, artık geri dönülmez bir problem olarak varlığını gösterecek ve -Allah'ın dilemesi dışında- artık bunun bir çözümü de bulunmayacaktır. Daha fazla gecikmeden, olaylar telafi edilemez bir boyuta ulaşmadan, milletimiz bu gaddarane sistemin daha fazla esiri olmadan bu çözümü hayata geçirmek şarttır.

 

 


Daha yeni Daha eski