YARGITAY (İLGİLİ) CEZA DAİRESİ’NE

Gönderilmek Üzere

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE

DOSYA NO              : 2023/310 E., 2023/494 K.

SUNAN                     : Adnan OKTAR

MÜDAFİ                   : Av. Mert YETİŞİR

KONU                        : Müvekkilin, zenginlik elde etmek ve lüks ve şatafat içinde yaşamak için sözde örgüt kurmak gibi iddiaların muhatabı olmadığını, gösteriş ve kaliteyi, bu dünyevi unsurlara değer verdiği için değil, bunların her zaman İslam'ın önemli bir tebliğ metodu olduğu için tercih ettiğini ve bu şekilde geniş kesimlere İslam'ı tebliğ edip, İslam'ın gerçek kalite anlayışını anlatabildiğini izah eden dilekçesinin sunumudur.

AÇIKLAMALAR       :

Adnan Oktar davası iddianamesinin büyük bölümü, zenginlik ve gösteriş yöntemlerinin güya aldatma, kandırma, sözde örgüte kadın kazandırma gibi amaçlarla kullanıldığına dayandırılmış ve zenginlik unsuru özellikle en çok vurgulanan konuların başında gelmiştir. Özellikle husumetli müştekilerin ifadeleri, müvekkili kendilerince zenginliğe düşkün bir kişi gibi göstermeye yönelik olmuş, müvekkilin mal ve zenginliğe bakış açısı ile tümüyle alakasız yorum ve izahların iddianameye girmesine önayak olmuşlardır.

İddianamede bu husus, "lüks ve şatafat içerisinde, maddi her türlü menfaatin sınır tanımadan giderildiği" ifadeleriyle SANKİ BİR SUÇMUŞ gibi yer almış, tamamen bir algı yönetimi kullanılmış, savcılık ve mahkemeler tarafından bir türlü belirlenemeyen sözde "örgütün amacı" kısmı, bu tip lafügüzaflarla doldurulmaya çalışılmıştır. 

Mal ve zenginlik büyük bir imtihan sebebi olduğundan, bu konuda devreye ciddi kıskançlıkların, hırsların, yarışların, öfkenin girmesi sıklıkla rastlanan bir durumdur. Husumetli müştekilerin müvekkile özellikle zenginlik konusundan yaklaşmalarının, bu konuda öfke duymalarının, müvekkilin yaşam biçimini ve mütevaziliğini gayet yakından bilmelerine rağmen kendisine bu suçlamaları yöneltmelerinin tek sebebi, bu konularda sık devreye giren kıskançlık hissidir. Bu kişiler, karşılarındaki insanları da genellikle kendileri gibi bildiklerinden, değerlendirmeleri de kendi saplantılı zihniyetlerine uygun olmaktadır.

Oysa müvekkilin gerçekte üzerine tek bir mal dahi yoktur; birikmiş parası bulunmamaktadır. Yazdığı eşsiz kitaplarını ve diğer eserlerini hayatı boyunca ücretsiz dağıtmış, telif hakkı talep etmemiş, kar payı hiçbir şekilde almamıştır. Dolayısıyla, hayatı boyunca dünya malında gözü olmamıştır.

Ancak müvekkil, gösterişli ve kaliteli görünümün bir Müslüman için önemli olduğunu, bu konuda da Kuran'ı rehber aldığını ve bu konuya bakış açısının da hayat görüşü ile paralellik içerdiğini belirtmektedir. Aşağıda, müvekkilin bu konularla ilgili hayat görüşünü ifade ettiği açıklamalarını Sayın Daireniz'e sunuyoruz:

Müvekkilin, Gösteriş ve Zenginliğin Kuran'a Göre Yalnızca Bir Tebliğ Aracı Olduğunu Belirten Açıklamaları

TÜM MÜLK ALLAH'INDIR. İnsan, bir emanet beden içinde, sadece geçici bir süre için gönderildiği bu dünyada gerçekte HİÇBİR ŞEYE SAHİP DEĞİLDİR. İnsan, kendisi gayret gösterip bir şeyleri elde ettiğini sanır. Oysa tüm bunları kendisine bahşeden Allah'tır.

Aslında Allah bunu hayatın her aşamasında insana hissettirir. Sadece birkaç saniyelik bir deprem felaketi ve bunun gibi diğer tüm felaket ve afetler bir anda insanın yıllar boyunca sahip olduğu, alıp biriktirdiği tüm mal varlığını ortadan kaldırabilir. Ölüm, başlı başına bu gerçeği görmek için yeterlidir. İstisnasız hiç kimse, bu dünyada kazandığını ahirete götürememiştir. Varını yoğunu bu dünyada bırakmıştır. Kendisi dünyayı terk etmiştir, geriye aslında hiçbir zaman kendisine ait olmamış olan malı-mülkü kalmıştır. Aslında Allah, ölümün varlığı ile, insanın ruhunun da bedeninin de, sahip olduklarının da sadece Kendisine ait olduğunu insana göstermek ister. Ne acıdır ki, bunu gerçek anlamda anlayanların sayısı çok azdır.

Bunu anlayanlar, Allah'ı gerçekten anlayan insanlardır. Allah'ın gücünü takdir eden bir Müslüman kendisinin de, tüm varlığın da, tüm kainatın da dolayısıyla tüm mülkün de Allah'a ait olduğunu bilir. Allah pek çok ayette bunu belirtmiştir, bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:

(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; MÜLK O'NUNDUR. O'ndan başka taptıklarınız ise, 'BİR ÇEKİRDEĞİN İNCECİK ZARINA' BİLE MALİK OLAMAZLAR. (Fatır Suresi, 13)

HER ŞEYİN MELEKUTU (HÜKÜMRANLIK VE MÜLKÜ) ELİNDE BULUNAN (ALLAH) NE YÜCEDİR. Siz O'na döndürüleceksiniz. (Yasin Suresi, 83)

MÜLK ELİNDE BULUNAN (ALLAH) NE YÜCEDİR. O, her şeye güç yetirendir. (Mülk Suresi, 1)

Ahirette, insanlar Allah'ın Katına alındıklarında, mülkün tam anlamıyla Allah'a ait olduğu, kimsenin hiçbir şeye sahip olmaya gücünün yetmediği tüm netliğiyle ortaya çıkar:

O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "BUGÜN MÜLK KİMİNDİR? BİR OLAN, KAHHAR OLAN ALLAH'INDIR." (Mümin Suresi, 16)

Bu gerçek açıkken, ayetlerle bildirilmişken, dünya hayatının geçiciliği bunun en büyük kanıtı iken, bir Müslümanın dünyasında bir mülke veya mala sahip olma hırsı söz konusu dahi olamaz. Bunu yaptığı durumda o kişi, Allah'ı, yaratılış amacını, bu kainatın gerçek varlığını tümüyle unutmuş hale gelir. Bunun adı iman zafiyetidir ve imanda zafiyet içinde olan bir insanın zihniyetindeki boşluklar ve sorunlar sadece mal konusunda değil, hemen her şeyde kendini gösterir.

Müslüman, "iman boyutunda" diğer insanlardan farklı bir dünyada yaşar. Bu boyut, her şeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu bildiği, her şeyin hayırla yaratıldığından emin olduğu özel bir boyuttur. Dolayısıyla, böyle bir boyuttaki bir Müslümanı mal/mülk edinmek, malın hırsını yapmak gibi ithamlarla itham etmek, kainatın amacını kavramayan zavallıca bir bakış açısıdır.

Eğer mal/mülk, gerçekten samimi bir Müslüman tarafından tercih ediliyorsa bunun mutlaka özel bir sebebi vardır. Ayette Hz. Süleyman (as)'ın mal sevgisini Allah'ı zikretmek için tercih ettiği belirtmiştir:

O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbim'i zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. (Sad Suresi, 32)

Muhtemelen Hz. Süleyman (as) döneminde, etrafında Hz. Süleyman (as)'ı zenginliğinden dolayı eleştirenler vardı. Onun ne amaçla Allah'tan mal/mülk istediğini anlamayan avam kesim, muhtemelen kendisini dünyaya meyletmekle, mala/mülke eğilim göstermekle, zenginlik hırsı içinde olmakla suçluyorlardı. Oysa Hz. Süleyman (as), zenginliği dünya hırsına dönüştürmemiş, sadece Allah rızası için tercih etmiş ve bir tebliğ yöntemi olarak kullanmış çok kıymetli bir peygamberdi. Bunu anlamayanların sorunu ise, "iman boyutu"nun derinliğini fark edememeleri, olayları akıl almaz şekilde yüzeysel değerlendirmeleri, peygamberin yöntemlerindeki inceliği görememeleridir. Zaten peygamberler ve samimi iman edenler ile, olayları avami değerlendiren kesim arasındaki fark, bu inceliklerin görülememesiyle kendisini gösterir.

Hz. Süleyman (as), bir tebliğ yöntemi olarak etkili olacağını bildiği için Allah'tan, "kendisinden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülkü" istemiştir:

"Rabbim, beni bağışla ve BENDEN SONRA HİÇ KİMSEYE NASİB OLMAYAN BİR MÜLKÜ bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin." (Sad Suresi, 35)

Yüce Allah, Peygamberin bu isteğinin ne amaçla olduğunu en iyi bilen olduğundan, bu duasına icabet etmiştir. Çünkü bu zenginliğin Hz. Süleyman (as) tarafından hayır için kullanılacağını en iyi bilen Allah'tır.

Böylece rüzgarı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi.

Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı.

Ve (kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış diğerlerini.

"İŞTE BU, BİZİM VERGİMİZDİR. (EY SÜLEYMAN) ARTIK SEN DE HESABA VURMAKSIZIN, VER YA DA TUT."

Şüphesiz, ONUN BİZİM KATIMIZ'DA GERÇEKTEN BİR YAKINLIĞI VE VARILACAK GÜZEL BİR YERİ VARDIR. (Sad Suresi, 36-40)

Allah Kuran'da, Hz. Süleyman (as)'ın bu zenginliği tebliğ amacıyla ve Müslümanların nasıl ihtişamlı yaşama layık olduklarını gösteren bir güç gösterisi olarak kullandığını göstermiştir. Sebe Melikesinin bu ihtişam karşısında İslam'a yönelmesi ve dolayısıyla tüm kavminin İslam ile buluşması Hz. Süleyman (as)'ın SAMİMİYETİ ve BU UĞURDA ALLAH'TAN İSTEDİĞİ ZENGİNLİK VESİLESİYLE mümkün olmuştur.

Hz. Süleyman (as), Sebe Melikesine bir mektup göndermiş ve Besmele ile başlayan bu mektupta, "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" demiştir. Hz. Süleyman (as)'ın buradaki keskin ve net üslubu, materyalist toplumlarda gücün simgesi olarak çok rağbet gören, Hz. Süleyman (as) için ise sadece bir tebliğ yöntemi olan zenginlik, iktidar ve ihtişama sahip olmasından dolayıdır.

(Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Sebe melikesi Belkıs:) Dedi ki: "Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı."

"Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla' (başlamakta)dır."

(İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır). (Neml Suresi, 29-31)

Sebe Melikesi bunun karşılığında bir deneme yapmak ve Hz. Süleyman (as)'a hediyeler göndererek kendince bir üstünlük gösterisi yapmak istemiştir. Hz. Süleyman (as), "sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır" diyerek karşı koymuş ve Sebe hükümdarının kendi çağrısına uymasını sağlamıştır:

(Sebe Melikesi) Dedi ki: "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar."

"Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler."

(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "SİZLER BANA MAL İLE YARDIMDA MI BULUNMAK İSTİYORSUNUZ? ALLAH'IN BANA VERDİĞİ, SİZE VERDİĞİNDEN DAHA HAYIRLIDIR; HAYIR, SİZ, HEDİYENİZLE SEVİNİP ÖĞÜNEBİLİRSİNİZ" dedi.

"Sen onlara dön, BİZ ONLARA ÖYLE ORDULARLA GELİRİZ Kİ, ONLARIN KARŞI KOYMALARI MÜMKÜN DEĞİL VE BİZ ONLARI ORADAN HORLANMIŞ-AŞAĞILANMIŞ VE KÜÇÜK DÜŞÜRÜLMÜŞLER OLARAK SÜRÜP ÇIKARIRIZ." (Neml Suresi, 34-37)

Sebe Melikesinin köşke gelmesi, oradaki ihtişama şahit olması, Müslümanların yüksek kalite, estetik ve sanat ruhu ile yaşadıklarını bizzat görmesi ve Hz. Süleyman (as)'ın güçlü kişiliği ile karşılaşması, onun hemen MÜSLÜMAN olmasına vesile olmuştur:

Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, inkar eden bir kavimdendi.

Ona: "KÖŞKE GİR" denildi. ONU GÖRÜNCE DERİN BİR SU SANDI VE (ETEĞİNİ ÇEKEREK) AYAKLARINI AÇTI. (Süleyman:) Dedi ki: "GERÇEKTE BU, SAYDAM CAMDAN OLMA DÜZELTİLMİŞ BİR KÖŞK-ZEMİNDİR." Dedi ki: "RABBİM, GERÇEKTEN BEN KENDİME ZULMETTİM; (ARTIK) BEN SÜLEYMAN'LA BİRLİKTE ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH'A TESLİM OLDUM." (Neml Suresi, 43-44)

Eğer böyle bir ihtişam sunulmamış olsaydı, kendisi de bir hükümdar olan Sebe Melikesi, ne mektupla kendisini çağıran Hz. Süleyman (as)'ın çağrısına icabet edecek ne de köşk ve içindeki ihtişamdan etkilenip Müslümanlığı seçecekti. Sebe Melikesi'nin İslam'ı kabulü, tüm kavminin İslam'a yönelmesine vesile olmuş ve Hz. Süleyman (as)'ın bu tebliğ metodu, toplulukları İslam'a kazandıracak önemli bir yol olmuştur.

Hz. Süleyman (as)'ın zenginliği, Kuran'da özellikle örnek verilmiştir. Bu yöntem, yaşadığımız şu anki dünyada geçmişten daha fazla etki gücüne sahiptir. Çünkü dünyanın genelinde materyalizmin hakim olduğu bir fikir ve yaşam sistemi hakimdir ve pek çok toplulukta yaygın olarak maneviyat, insaniyet, vicdani hassasiyetler yerine maddiyat itibar görmektedir. Maddiyatın etki gücünün bu kadar genişletildiği ve tüm dünya düzeninin materyalist bir kabul üzerine inşa edildiği günümüz dünyasında, sırf bu yüzden maneviyattan uzaklaşıldığı, insanların dinsizliğe, dejenerasyona alabildiğine sürüklendiği inkar edilemez bir gerçektir. Böylesine kontrolden çıkmış bir ortam söz konusuyken, maddeci felsefe ile köreltilmeye çalışılmış gözlere ve vicdanlara güzel ahlakın tebliğ edilebilmesi, maneviyatın tanıtılabilmesi, Allah'ın anlatılması ve sevdirilmesi gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Dolayısıyla, burada çoğu zaman devreye girmesi gereken yöntem, Hz. Süleyman (as)'ın yöntemi olmalıdır. Bu olduğunda, maddiyata saygı duyan insanlar dini anlatan gösterişli kişilere kaçınılmaz olarak saygı duyacak, bugün saygı duydukları şey maddiyatken, yarın maneviyat olacaktır.

Bu, aynı zamanda İslam'ı bir fakirlik, perişanlık, zavallılık, açlık ve yoksulluk dini gibi gösterenlerin oyunlarını bozmak; İslam'ı böyle zannettikleri için dinden uzak yaşamayı tercih eden kişilerin algılarını değiştirmek için de önemli bir yoldur. Dine yakıştırılmaya çalışılan bu asılsız kılıfın kaldırılması, Müslümanların zengin, ihtişamlı ortamlarda yaşamaya en layık insanlar olduğunun gösterilmesi ve bir insanın, dindar olduğunda tüm dünyevi zevk, imkan ve güzellikleri yitireceğine dair inancının yıkılması önemlidir. Gösterişli imkanlara sahip bir Müslüman, her türlü nimete sahipken Allah'ı anıyor ve dindar bir hayat yaşıyorsa, karşı tarafın bu yaşama saygı duyması ve özenmesi kaçınılmazdır. Bu hemen akabinde, samimi bir dindarlığı da beraberinde getirecektir.

Müslümanların zengin ve gösterişli hayatlar yaşamasınıı eleştirenler, genellikle bunu kişisel öfkeler ve kıskançlıklar nedeniyle dile getirmektedirler. Başkalarına rahatlıkla yakıştırılan zenginliğin Müslümanlara fazla görülmesi, bu öfke ve kıskançlığın tezahürüdür. Kimilerinin tropik adalarda dev villalar alması, metrelerce büyüklükte yatlarda, ultra lüks otellerde tatillere çıkması pek çok kişiyi hiç ilgilendirmezken, Müslümanların çeşitli imkanlara sahip olması bu kişileri öfkelendirmektedir. Sebep aslında zenginlik değil, zenginlerin dindar Müslümanlar olmasıdır. O yüzden bu yöndeki eleştirilerin kökenine bakarken, konunun asıl olarak zenginlik mi, yoksa zenginliğe Müslümanların sahip olmasının mı olduğunu iyi görmek gerekmektedir.

Özetle GERÇEK MÜSLÜMAN, ZENGİNLİKTEN ETKİLENMEZ, ONUN HIRSI, ENANİYETİ İÇİNE GİRMEZ, ONUN GİRDABINA KAPILMAZ; çünkü o, zenginlik de dahil olmak üzere hayattaki her şeyin ALLAH'A AİT OLDUĞUNU, geçip gideceğini ve zenginliğin tehlikeli bir imtihan unsuru olduğunu en iyi bilen insandır. Samimi bir Müslüman için zenginlik ancak bir araç olabilir; Allah bunu Hz. Süleyman kıssasında açık şekilde göstermiştir. Bir insanın sahip olduğu zenginlik ve gösterişin altında farklı anlamlar aramak, onun samimi olduğunu bile bile bunu yapmak, sadece art niyettir.

Hakkımızdaki mevcut durumda ise hali hazırda lanse edildiği gibi bir mal varlığının, abartılı bir zenginliğin varlığı da söz konusu değildir. Şahsen benim üzerime kayıtlı hiçbir mal-mülk-para bulunmamaktadır. Tutanaklarda bu durum sabittir. Katıldığım hiçbir TV programından para almadım, hiçbir kitabım için telif hakkı istemedim, kar payı almadım, hiçbir eserimin satışından bir kuruş kar elde etmedim. Eserlerimin tümü her zaman ücretsiz olarak tüm dünyaya ulaştırılmıştır. İslam adına ortaya çıkan pek çok kişi katıldıkları tek bir program karşılığında milyarlar talep ederken, ben, Kuran'da "sizden ücret istemeyenlere uyun" (Yasin Suresi, 21) ayeti gereği, her Müslümanın sorumluluğu olan tebliğ görevini hiçbir ücret beklemeden yapmış olmanın gururunu yaşıyorum.

Yapılan operasyon sonucunda da tüm evler ve içindeki eşyalar incelemeye tabi tutulmuş ve maddi değeri olağanüstü yüksek, altınlarla kaplı bir yaşam tarzının olmadığı görülmüştür. Herkes, kendi meşru yasal geliri ile kaliteli, güzel ve nezih bir yaşam tarzını tercih ettiği ve bunu da İslam'ın tebliği için bir yol olarak benimsediği için böyle ihtişamlı ve gösterişli bir yaşam ön plandadır. Dolayısıyla, burada mevzu bahis olan zenginlik değil, Müslümanların güzel, kaliteli ve seçkin yaşayabileceklerine dair topluma mesaj verebilmek, Müslümanların tüm güzelliklere layık olduğunu hissettirebilmektir.


 

SONUÇ:

Müvekkil Adnan Oktar, yukarıdaki açıklamalarından da anlaşılabileceği gibi, şimdiye kadar yayınlarında da duruşmalar esnasında da defaatle, kendi üzerine bir mal varlığı olmadığını, ancak gösteriş ve kaliteyi İslam'ın önemli bir temsili olması dolayısıyla seçtiğini belirtmiş, bunu bir tebliğ yöntemi olarak benimsemiş ve bunu hayatıyla da göstermiştir. İslam ahlakını tebliğ ettiği kesim, her daim kendisinin temsil ettiği gösteriş ve kaliteden etkilenmişlerdir. Müvekkil bu yöntemiyle, pek çok elit kesime Allah'ı ve İslam'ı tanıtabilmiş bu konuda oldukça geniş bir çevreye hitap edebilmiştir. Durum böylesine açıkken, gösteriş ve kaliteyi zoraki bir suç unsuru haline getirmeye çalışmak, çaresiz girişimlerin bir diğeridir.

Konuyu takdirinize sunar, saygılarımızı sunarız.29.07.2023

Adnan Oktar müdafi,

Av. Mert Yetişir

 

Daha yeni Daha eski