2018 yılında gerçekleştirilen polis operasyonundan bu yana Adnan Oktar davası, hukuksuzlukların ayyuka çıktığı bir yargılama süreci olarak karşımıza çıkmıştır. 168 kişinin sorgusuz sualsiz ve "gerekçesiz" tutuklandığı bu davada, doğal hakim ilkesine aykırı şekilde ÖZEL BİR MAHKEME HEYETİ BELİRLENMİŞ, bu heyet, yargılamanın hemen öncesinde BU DAVA İÇİN GÖREVE GETİRİLMİŞ ve yargılamayı sayısız hukuksuzlukla sonlandırdıktan sonra ALELACELE DAĞITILMIŞTIR. Söz konusu mahkeme heyeti,
-
SAVUNMALARI KESİP DURDURARAK,
-
TEK BİR SANIK SAVUNMASINI DAHİ GEREKÇELİ KARARA
KOYMAYARAK,
-
Tek bir bilirkişi raporunu, hukuki mütalaayı, uzman
görüşünü dahi GEREKÇELİ KARARA KOYMAYARAK,
-
Savunma tanıklarının BİR TANESİNİ BİLE DİNLEMEYEREK,
mahkemeye gelenlerin bile DİNLENMESİNİ REDDEDEREK,
-
Davayla alakalı alakasız HER ŞİKAYETÇİYE KATILAN SIFATI
VEREREK,
-
AÇIK, ALENİ AYRIMCILIK VE TARAFGİRLİK göstererek ve
bundan hiç çekinmeyerek,
-
BASINA ŞOV YAPARAK,
-
Müşteki ve etkin pişmanların sorgusu sırasında BÜTÜN
SANIKLARI SALONDAN ÇIKARTARAK ve dolayısıyla SANIKLARA SORU SORMA HAKKI DA
VERMEYEREK,
-
Sanık müdafilerinin TEK BİR İTİRAZINI DAHİ KABUL
ETMEYEREK
bir kumpas yargılaması yapmıştır. Heyet, bu ve bunun
gibi sayısız hukuksuzluk ve usulsüzlük sonrasında sanıkların hiçbir lehe
delilini dikkate almayacak şekilde tüm sanıklara topyekün, en üst sınırdan ve
mevcut olan her türlü artırımı yaparak cezalar vermiş ve toplamda yaklaşık 10
bin yıllık rekor bir cezaya hükmetmiştir.
Bu heyet, önceden belirlenmiş bir kararı
uyguladığını ne kararda ne de yargılamanın aşamalarında hiçbir şekilde gizleme
ihtiyacı duymamıştır.
Söz konusu heyetin, bu davada ceza hükmü vermek için
özel olarak talimatlandırılmış bir heyet olduğuna dair tespitimizi hukuki ve
resmi olarak onaylayan en önemli delil, Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza
Daire'sinin bozma kararı olmuştur. 14 ay süren inceleme sonucunda, Yargıtay
kararlarıyla gerekçelendirilmiş ve neredeyse her delil değerlendirilerek
verilmiş olan bu karar ile İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nin hükmü, esastan
ve usulden olmak üzere 711 cihetten bozulmuştur. Bu ilam, yerel mahkeme
tarafından verilen ve astronomik cezalarla dolu, hukukun ayaklar altına
alındığı kararın tam olarak bir kumpas kararı olduğunu net şekilde ortaya
koymuştur.
Davanın üst mahkeme tarafından esastan bozulmasının
ardından, şu anda müvekkil Adnan Oktar ve diğer sanıklar İstanbul 30. Ağır Ceza
Mahkemesi tarafından bozma üzerine yargılamaya devam edilmektedir.
Müvekkillerimiz ve müdafileri olarak bizler, bütün yaşananların ve neredeyse
tüm cihetlerden kararın bozulmasının ardından, bu oyunun devam etmeyeceği
yönünde iyi niyete sahiptik. ANCAK ŞU AN GELİNEN AŞAMADA, AYNI DERİN DEVLET
KURGUSUNUN DEVAM ETMEKTE OLDUĞUNU ACI BİR ŞEKİLDE GÖRÜYORUZ.
Yargılamanın halen devam ettiği İstanbul 30. Ağır
Ceza Mahkemesi, Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi'nin bozma kararında
belirttiği hususların sadece bir kısmını yerine getirerek inceleme ve
araştırma safahatını alelacele sona erdirme amacında olduğunu
göstermiştir. Bu aşamalarda ise sanıkların ifadelerini alırken mahkeme başkanı,
ihsas-ı rey yapmaktan çekinmemiş ve davanın tarafı olduğunu aslında
açıkça göstermiştir. Bu aşamalarda sanıklarda ve biz müdafilerde, daha önce
yaşadığımız aynı kurgunun devam ettirilmekte olduğuna dair bir kanaat
oluşmuştur.
15 günlük celsenin son günü uzun uzun
alınan tevsi tahkikat talepleri, günün sonunda sadece bir cümle ile
TOPTAN REDDEDİLMİŞTİR. Reddedilmiş, delil toplamaya gerek yok denmiş ancak
tutuklu sanıklar hakkında "kuvvetli suç şüphesi" gerekçe
gösterilerek tutukluluk devam kararı verilmiştir. Şayet tevsi tahkikat
taleplerimizden sadece birkaçı bile kabul edilseydi, bahsedilen bu şüphe
ortadan kalkmış olacaktı. Ancak MAHKEME BUNU İSTEMEMİŞTİR.
Mahkeme başkanı TÜM TALEPLERİ REDDEDEREK, önceki
yerel mahkemeyi aratmamıştır. Ardından ise savcıdan esasa dair mütalaasını
istemiştir. 400 sayfalık gerekçe ile bozulan bu davanın neredeyse hiçbir
detayıyla ilgilenmemiştir.
İddia makamı, 15 günlük yargılama sırasında
sanıklardan tek bir tanesinin yüzüne dahi bakmamış, suçlamalarla ilgilenmemiş,
yana yakıla anlatılan lehe delillerin belli ki tamamını görmezden gelmiş ve 10
saniye içinde kurduğu bir kısa cümle ile TÜM SANIKLAR HAKKINDA TUTUKLULUK
DEVAMINA dair mütalaa vermiştir. Toptancı karar daha önce de olduğu gibi bir
kez daha karşımızdadır ve anlaşıldığı üzere yargılama hala aynı kurgu
hukuksuzluklarla şekillenmektedir.
Cumhuriyet savcısı daha da ileri giderek, rekor
bir hızla mütalaa hazırlamıştır. Mahkeme başkanı 16 Eylül 2022 Cuma
gecesi saat 23.30 civarlarında savcıdan mütalaasını istemiş, savcı ise 19 EYLÜL
2022 PAZARTESİ GÜNÜ ÖĞLEDEN SONRA SAAT 15.00-16.00 CİVARINDA MÜTALAASINI
AÇIKLAMIŞTIR. Yani savcı 72'si tutuklu 218 sanıklı, 31 sevk maddesinin
bulunduğu, 400 sayfa açıklama ile 711 cihetten bozulmuş bir dava hakkında
yaklaşık YARIM İŞ GÜNÜ içinde mütalaa yazmıştır. BU BİR REKORDUR.
Bu hız ve tavırdan anlaşılabileceği gibi söz konusu
esasa dair mütalaa, İDDİANAMENİN BİR KOPYASI OLARAK OLUŞTURULMUŞTUR. İDDİANAMEDE
YER ALAN "HATALAR" DAHİ OLDUĞU GİBİ ALINMIŞTIR.
Microsoft Word işletim sisteminin bir özelliği
olarak yazılan metinlerde, metnin hangi bilgisayarda oluşturulduğunu anlamak
mümkün olduğundan, tarafımızca bu yönde bir inceleme yapılmıştır. Buna göre, mütalaanın
çeşitli kısımlarında metin yazarı olarak İDDİANAMEYİ OLUŞTURAN ESKİ SAVCI
SERDAR AKAN'IN İSMİ, bazı yerlerde de MALİ ŞUBE POLİSLERİNİN İSMİ karşımıza
çıkmıştır. Yani mütalaa sadece iddianameden kopyalanmakla kalmamış,
fezlekeye kadar uzanmıştır.
Ekim ayının ilk iki haftasında sanıklar, 4 sene
boyunca defalarca açıklamasını yaptıkları, delillerini getirdikleri, BAM 1.
Ceza Dairesinin haklı bulduğu savunmalarını yapmak üzere yeniden mahkeme
karşısında olacaklar. Şu ana kadar yaşadıklarından yine kurgu bir mahkeme
önünde olduklarını ve "ne anlatırlarsa anlatsınlar, ne delil
getirirlerse getirsinler" baştan belli olan sonucu dinleyeceklerini de
tahmin etmektedirler.
Savcının bu talimatı yerine getirirken ki rahatlığı,
mahkeme başkanının oyunu ve tarafını ihsas-ı reylerle bu kadar aleni açık
ediyor olması, sanıkların lehine olan hemen her şeyi reddediyor olması
ve yargılamadaki akıl almaz acelesi, Türk hukuk tarihine "kara
leke" bir yargılamanın daha dahil olacağının en açık işaretleridir.
Derin devletin belirlediği kararları verenler,
sonucunda derin devlet tarafından bir şekilde ödüllendirilmişler, vermeyenler
ise cezalandırılmışlardır. Bu ödül ve ceza sisteminin şiddetli baskısı,
müdafiliğini yaptığımız bu davanın hemen her aşamasında karşımıza çıkmış bir
durumdur. Şu anda mevcut mahkemenin bu telaş ve acelesinin, sene sonundaki
Yargıtay seçimlerinden önce mahkemeyi sonuçlandırmak olduğuna dair bizlerde
şüphe hasıl olmuştur. Ancak bizler, her şeye ve bu süreçte
karşılaştığımız tüm anormalliklere ve benzer örneklere rağmen, bir mahkeme
heyetinin sadece terfi için hakkaniyetten ayrılmayı göze alabileceğine inanmak
istemiyoruz.
Eğer insanlar, sırf Yargıtay koltuğuna oturmak
için hakkaniyetten ayrılıyor, yüzlerce kişinin vebalini üzerine alıyor ve
böylesine kolaylıkla adaletten ayrılabiliyorsa, bu Türk hukuk sisteminin
çöküşüdür; yalnızca millete değil, devlete de dev bir zarardır. Gayri
ahlaki yollarla, insanlara kötülük yaparak, adaletin temsilcisi olarak görünüp
adaletten uzaklaşarak bir koltuk kazanmak, olabilecek en büyük aşağılanmadır.
Adalet sistemimizde yaranma amaçlı eylem olmaması gerekir. Yaşadığımız
süreçte de böyle bir durumun olmadığına inanmak istiyoruz.
Devletin bu şekilde savunulmayacağı,
devletin bekasına böyle sahip çıkılamayacağı açıktır. Sevgisizlik, gaddarlık,
acımasızlıkla bir devlet baki kalamaz. Derin devletin kirli taleplerini
gaddarlıkla ve acımasızlıkla yerine getiren sistemlerin desteklendiği tüm
ülkeler mutlaka yıkıma doğru gitmişlerdir.
Keza bu yaygın adaletsizlik atmosferi yüzünden Türkiye,
Avrupa Birliği'nden uzak tutulmakta, NATO'da kalamaz hale gelmekte, Şangay
Beşlisi'ne bile dahil edilmemektedir.
Adalet duygusunun yitirildiği bir ülkenin milleti güvensiz,
mutsuz ve isyankar olur.
Adalet duygusunun yitirildiği bir ülke, kendi
ülkesinin vatandaşını koruyamayan ülke konumundadır; daima diğer
devletler tarafından dışlanır.
Adalet duygusunun yitirildiği bir ülkede adaletsizlik
bugün birine sirayet eder, yarın ise diğerine. Sınırı yoktur.
Böyle bir ülke ne bilimde, ne sanatta,
ne teknolojide ilerleyebilir. Kendi vatandaşının bile güvenini
kaybettiği bir ülkeye hiçbir yabancı ülke yatırım yapmaz.
Kendi vatandaşı için adalet sağlayamayan bir ülkeyi hiçbir
uluslararası birlik karar merciine taşımaz.
Milletinin desteğini almayan devletlerin
ise çöküşü kaçınılmazdır.
Buna adaletin temsilcisi bir kısım kişilerin
önayak olmalarını izlemek, sarsıcı bir durumdur; bunun olmaması gerekir.
Bir avuç insanı tutuklayarak kamuoyuna gösteriş
yapmak, genç kadınları gerekçesiz olarak yıllarca hapiste tutmak KAHRAMANLIK,
YİĞİTLİK DEĞİLDİR. Bunu yapmak ve herkes tarafından çok iyi bilinen bu
oyuna ısrarla devam etmek devlete de hiçbir şey kazandırmamaktadır.
Ülkemiz şu anda, kendi vatandaşına her türlü
haksızlığı, adaletsizliği yapan bir ülke görünümündedir. Bunun sonucunda da
insanlar kendi vatanlarında kalamayacak hale geldiler; en kalifiye insanlar
bile bu ülkeden ayrılıyorlar. Ülkemizde ABD'LİLER, FRANSIZLAR,
İNGİLİZLER EGE SAHİLLERİNDE EN LÜKS OTELLERDE EN BÜYÜK İMKANLARDAN
FAYDALANIRLARKEN, onlara her türlü ayrıcalık tanınırken, KENDİ ÜLKEMİZİN PIRIL PIRIL
TÜRK GENÇLERİ ONLARA GARSONLUK YAPIP HİZMET EDİYORLAR. FRANSIZ, İNGİLİZ
VATANDAŞLARI BU ÜLKEDE KRALLAR GİBİ AĞIRLANIRKEN, ÜLKEMİZİN GENÇLERİ
HAPİSHANELERİ DOLDURUYORLAR. ABD'den bahsederken tutuk, saygılı bir
üslupla konuşanlar, ülkenin vatandaşlarına karşı müthiş
saldırganlaşabiliyorlar. Karşısında güç gören, o güce hürmetkar hale gelirken,
kendi vatandaşını bir anda harcayacak hale geliyor.
Şu an gelinen noktada, herkesin aslında gözlerinin
önünde olan ve vahamet içeren bu konuya bir çözüm alınabilmiş değil.
Adaletin gereği olarak yaptığımız savunmalar, sunduğumuz hukuki deliller sürekli
olarak boşa gitmektedir. Temsilcisi olduğumuz adalet sisteminin aleni
şekilde harcandığını izlemekteyiz. Bu devlete bu yolla nasıl büyük bir
zarar gelmekte olduğunu görmemek ise mümkün değil.
Adnan Oktar davasında sergilenen bu açık oyun artık
sadece sanıkların ve bizlerin değil, tüm Türkiye'nin bildiği bir gerçektir. Bozulmuş
bir karar, akıl almaz bir rahatlıkla, üst mahkemenin tüm hukuki
değerlendirmeleri görmezden gelinerek tekrar önümüze konulacak gibi
görünmektedir. Bunun sonucunda, bu oyuna dahil olan kişiler
ödüllendirilecek olsa da, bunun ülkeye nasıl büyük yıkımlar, korkular
getireceği düşünülmemektedir.
Ülkemizde aleni şekilde yaşanmakta olan bu
hukuksuzluk atmosferinin geldiği vahim aşamayı kamuoyunun dikkatine sunarız.
Saygılarımızla,