Akit Gazetesi yazarlarından Abdurrahman Dilipak’ın kaleme aldığı köşe yazılarında, takıntılı bir şekilde konuyla uzak ya da yakın herhangi bir ilgisi olmamasına rağmen mutlaka müvekkilin ismini zikretmesi giderek daha da dikkat çekici bir hal almıştır.

Müvekkil, Sn. Dilipak’ın köşe yazılarında “Kalkancı ve Adnan Oktar” ismi geçen cümle öbeklerinin özellikle ve sıklıkla kullanıldığına dikkat çekmektedir.  

Sn. Dilipak’ın 6 Ağustos 2022 tarihinde gazetenizde yayınlanan “Şeytan’ın İK’sı!” başlıklı köşe yazısı da, yine zorlama izahlar ve kopyala-yapıştır cümlelerle müvekkil Adnan Oktar’ın isminin zikredildiği, ancak iddiaların hiçbir delil veya mantıklı izahla desteklenmediği bir yazıdır.

Abdurrahman Dilipak söz konusu yazısında hem sağcıları hem solcuları, hem laikleri hem dindarları, hem orduyu hem jandarmayı, hem İç İşleri Bakanlığını hem de istihbarat kurumlarını eleştirmiştir.  Müvekkil, Sn. Dilipak’ın kendinden başka kimseyi beğenmediği izlenimi verdiğini, bunun bazı çevrelerce yanlış değerlendirilebileceğini ve acaba HİÇ KİMSEYİ BEĞENMEYEN SN. DİLİPAK, KENDİSİNİN HZ. MEHDİ OLDUĞUNU MU DÜŞÜNÜYOR?” sorusunu akla getirerek yanlış anlaşılmalara sebebiyet vereceğini düşünmüş, çok önemsediği ve değer verdiği Akit Camiasının bu konuya dikkatini çekmek istemiştir.

Ayrıca müvekkil, yazıda geçen devlet büyüklerine yönelik sözleriyle Sn. Dilipak’ın doğrudan Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ı hedef aldığının aşikar olduğunu da belirtmekte; Sn. Erdoğan’a yönelik kullanılan bu ifadelerin saygıya uygun olmadığına da dikkat çekmektedir.

Müvekkil ayrıca, Abdurrahman Dilipak’ın bunu ilk kez yapmadığını da hatırlatmaktadır. Sn. Dilipak geçmiş yazılarında, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın müvekkil ve arkadaşları hakkında bugüne kadar aleyhte bir açıklama yapmamış olmasını, sözüm ona müvekkilin elinde güya “Sn. Erdoğan’a ait uygunsuz görüntüler olduğu” imasıyla yazma cüretinde bulunmuştur. Yani Abdurrahman Dilipak’a göre; güya Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan -Sn. Cumhurbaşkanımızı tenzih ederiz- gayrı hukuki ya da gayrı ahlaki işlere tevessül edebilecek tarzda bir insandır.

Oysa ki Sayın Cumhurbaşkanımızın müvekkil ve arkadaşları hakkında bir açıklamada bulunmamasının sebebi, hem devam eden bir yargılama hakkında açıklamada bulunmanın hukuka aykırı olmasından, hem de müvekkil ve arkadaşlarının açık bir komplonun mağduru olduklarının -dava dosyasını inceleyen herkes tarafından- açık şekilde görülüyor ve biliniyor olmasından kaynaklanmaktadır.

Kaldı ki müvekkil hakkında belirli çevreler tarafından art niyetli olarak ısrarla ileri sürülen, güya müvekkilin elinde başkalarına ait gizli kamera görüntüleri bulunduğuiddiaları da, hiçbir delile dayanmayan ve şehir efsanesinden öteye gitmeyen açık bir iftiradan ibarettir. Çünkü ne 1999 senesinde ne de 2018’de müvekkil ve arkadaşlarına yönelik gerçekleştirilen polis operasyonlarında, emniyet yetkilileri tarafından yüzlerce adreste yapılan çok sayıdaki arama ve incelemelerde, tek bir gizli kamera görüntüsüne dahi rastlanmadığı gibi, dosya kapsamında gizli kamera görüntüsüyle kendisine şantaj yapıldığını iddia eden tek bir kişi bile olmamıştır.

Sn. Dilipak’ın Masonlukla ilgili Müvekkile yönelik iddiaları da gerçek dışıdır:

Müvekkil, Sn. Dilipak’ın yazısında geçen ve bir dönem kendisine ‘Masonluk Nişanı’ verilmesine ilişkin de bir hatırlatmada bulunmak istemektedir.

Müvekkil öncelikle kendisinin Mason olmak gibi bir talebi olmadığını ancak, müvekkili ziyarete gelen ve kendisiyle görüşüp fikirlerini dinleyen dünyanın önde gelen mason üstadları ve tapınak şövalyeleri tarafından, 33. Derece Üstad Mason -Meşriki Azam- ilan edildiğini belirtmektedir. Müvekkilin ifadeleriyle, kendisi herhangi bir yemin töreni veya benzeri bir uygulamaya katılmamış ancak bilgi birikimi ve derinliği gözetilerek kendisi 33. Dereceden üstad mason, yani meşriki azam ilan edilmiştir.

Ayrıca bunu da gizli değil, Türk Halkının gözü önünde, canlı yayında gerçekleştirmiş, yüzyıllardır gizli kapaklı işleyen Mason törenlerini ilk kez şeffaflaştırmıştır.

Müvekkil bu durumu, Masonlara ve Tapınak şövalyelerine tebliğ yapmak ve İslam’ı onlara anlatmak için bir fırsat olarak görüp değerlendirdiğini belirtmekte; bu sayede geniş siyasi, sosyal, ekonomik ve ideolojik etkiye sahip Tapınak Şövalyeleri ve Mason camiaları ile dünya çapında görüşmeler yaparak onları İslam'a davet ettiğini ve bir çoğunun Müslüman olmasına, namaza başlamasına, İslam’ı, Kur’an’ı ve Peygamber Efendimiz (sav)’i tanımaları ve takdir etmelerine vesile olduğunu önemle hatırlatmaktadır.

Müvekkil kendisinin bu atağı sayesinde Mason Locaları'nın kapılarının dünya tarihinde ilk kez Müslümanların faaliyet gösterebilmeleri için açıldığını; bu sayede Mason Locaları'nda Kur’an-ı Kerim okunup Allah’ın varlığı ve birliğinin anlatıldığı konferansların düzenlenebildiğini belirtmektedir.

Müvekkil ayrıca kendisinin onlara değil, onların kendisine uyduklarını ise A9 Televizyonunda yapmış olduğu bir açıklamasında şu sözlerle dile getirmiştir:

Ben onlara uymuş olsaydım ben namazı niyazı bırakırdım. Değil mi? Masonluğu kendime din gibi seçerdim. AMA TAM TERSİ BİR DURUM VAR. Onlar Mason ideallerine uymaya devam ediyorlar FAKAT İSLAM’I YAŞAMAYA BAŞLADILAR. O zaman onların benim fikrimi, inancımı kabul etmiş oldukları görülüyor. Dolayısıyla güç kimdeymiş? Allah’ta. Ne Mason güçlü olur ne ben güçlü olurum. Güç Allah’tadır. Allah onlara hidayet verdi namazlarını kıldırıyor, İslam prensiplerini yaşatıyor. Namaz kılmak ne demek? İman etti, Müslüman oldu.” 

(https://www.youtube.com/watch?v=1eNSnB8gWp4)

Müvekkil A9 Televizyonunda katılmış olduğu bir başka canlı yayında da, kendisini ziyarete gelen üstad Mason ve tapınak şövalyelerinin İstanbul’un tarihi camilerinde müvekkilin arkadaşlarıyla birlikte namaz kılmalarına ilişkin şu açıklamalarda bulunmuştur:

Buraya gelen Mason arkadaşlar, Tapınak Şövalyeleri Masonluk tarihinde ilk defa topluca namaz kıldılar. Bütün milletin, herkesin gözü önünde cemaate girerek. Abdest aldılar ve namaz kıldılar, ilk defa Allah’a şükür, maşaAllah. Ve daha önce İslam’ı karşılarına alan bir üslup geliştirmişken şimdi İslam’ın dünyaya hakim olmasını isteyen bir üslup içindeler.

“…. biz sevgiyle Kuran’a, İslam’a insanları davet ediyoruz ve Allah sonunda da başarı meydana getiriyor.

Mason localarına Kuran istediler, Kuran gönderdik. İstediğiniz gibi Allah’tan, dinden, Kuran’dan bahsedebilirsiniz diyorlar localarımızda. İftihar ediyorlar, Kuran’ı okumaktan zevk alıyorlar, öğrenilmesini istiyorlar, birbilerine Kuran hediye ediyorlar. Buradan giderken de yanlarında Kuran götürdüler”

(https://www.youtube.com/watch?v=KVtD7TYKgi4)

Müvekkil Masonlara ve Tapınakçılara niçin tebliğ yaptığına ilişkin olarak da, Müslümanların gettolara kapatılarak, içine kapalı bir Müslüman modelini engellemenin yolunun, her kesime ve her insana ulaşmak, onlara da tebliğ yapmak olduğunu hatırlatmaktadır. Bu sebeple bazı kesimleri “düşmanlaştırıp dışlamanın Kur’an’a uygun bir tavır olmadığını” özellikle belirtmektedir. Kuran’da Firavun’a dahi gidilip güzel sözle, İslam'a davet etmek esas olduğuna göre, kimin hidayete ereceğinin takdiri sadece Allah’a aittir. Dolayısıyla ‘şu kesimle iletişim kurulmaz, şu insana tebliğ yapılmaz, şu grupla görüşülmez şeklindeki kanaatlerin Kuran'a uygun bir üslup ve açıklama olmayacağı ise aşikardır.



Daha yeni Daha eski