Sayın Bahar Feyzan’ın YouTube Kanalındaki 15 Şubat 2024 tarihli Yayınında Yer Verilen Müvekkil Adnan Oktar Hakkındaki İddialara Cevabımızdır  

Sayın Bahar Feyzan, modern aydın çizgide, iyi eğitimli, mesleğinde gayet başarılı, saygın bir insan olması dolayısıyla müvekkil Adnan Oktar’ın hayranlığını kazanmış bir kadın gazetecidir.  


Bu nedenle Sayın Bahar Feyzan’ın YouTube kanalındaki 15 Şubat 2024 tarihli yayınında müvekkilim hakkındaki bazı mesnetsiz iddialara yer vererek bu iddiaların gerçekliğini sorgulamadan ikna olduğu görünümü vermesi müvekkilim Sayın Adnan Oktar’ı derinden üzmüştür.  

  

Sayın Bahar Feyzan’ın kadın hakları ile ilgili çok yerinde ve haklı olan hassasiyetleri dolayısıyla da bu asılsız iddiaları sorgulamadan kabul etmesinin mümkün olamayacağı kanaatindeyiz. 

  

Şöyle ki; söz konusu yayının daha ilk dakikalarında “250-300 tane genç avukat kadının 2 dakikalık bir görüşme sonucunda sözde örgüt üyesi olduğu iddiası” yer almıştır. Erzurum Valiliği ve Erzurum Barosu tarafından da yalanlanan bu iddia akıl ve mantık dışıdır. 

  

Müvekkil Adnan Oktar tüm hayatını Kuran’ın güzelliklerini anlatmaya vakfettiğini, kadınların toplumdaki en değerli yerleri hak ettiğini savunduğunu her fırsatta ifade eden, dünyaca ünlü bir yazar ve bir fikir insanıdır ancak kendisi her şeyden önce bir sevgi insanı olduğunu belirtmektedir. Müvekkilim Kuran’da zorlama ve baskı olmadığı gibi, Kuran ahlakını savunan bir insan olarak tüm hayatında baskı ve zorlamalara karşı olduğunu, bu nedenle “Taciz” gibi zorlamaya dayalı çirkin bir fiilin kendi ahlakına vicdanına ve hayatı boyunca savunduğu tüm değerlere tamamen aykırı olduğunu önemle ifade etmektedir. Ancak söz konusu iddia sadece müvekkil açısından değil, konunun muhatabı olan kadın avukatlara yönelik de büyük bir iftira içermektedir. 

  

Mesleklerinin konusu hukuk kurullarının tam uygulanmasını sağlamak, adalete ve hakkaniyete uygun olarak hareket etmek olan 250- 300 kadın avukatın tamamının sadece 2 dakika gibi kısa bir sürede sözde örgüt üyesi haline geldiği, bu konuyla ilgili olabilecek en yüksek farkındalık ve en detaylı eğitime sahip olan bu kadın avukatların hiçbirinin buna itiraz etmediği, hatta farkına bile varmadığı iddiası vahim derecede akıl dışı bir iddiadır.  

  

Akıllı, başarılı, seçkin, kendi ayakları üzerinde duran, doğruyu yanlışı en güzel şekilde teşhis edebilecek, saygın bir meslek sahibi olan bu genç kadınlar, bu iddia sahipleri tarafından akılsız, ferasetsiz, kendisini koruyamayan, zavallı varlıklar gibi gösterilmeye çalışılmıştır.  

  

Üstelik o denli akılsız oldukları iddia edilmektedir ki (müvekkil bu iddialardan kendilerini tenzih etmektedir) kendi değerlerine, yaşam felsefelerine ve eğitimlerine tamamen ters gelecek örgüt üyeliği gibi ciddi bir suça sadece 2 dakika içinde karıştıkları iddia edilmektedir. (Programın ilerleyen dakikalarında bu sayı 78’e dönüşmüştür. Yani aslında örgüt üyeliği gibi ciddi bir suçun faili olduğu söylenen kişilerin kimler veya kaç kişi olduğu iddia sahipleri için önemli değildir, sadece müvekkili suçlayabilmek için kullanılan önemsiz rakamlardır.) 2018 yılındaki polis operasyondan itibaren Türkiye’de bilinen bilinmeyen hemen hemen her suçla kasıtlı olarak müvekkilimi ilişkilendirmeye çalışan dosyanın husumetli müştekisi bu konudan üretilebilecek hayali suç iftirası sınırlı olduğundan bu kadarı ile yetinmek zorunda kalmıştır.  

  

Bu iddiaya konu edilen avukatların tamamının kadın olması da iddia sahiplerinin kadınlara olan çarpık bakış açısını ayrıca gözler önüne sermektedir. 

  

Cezaevindeki tutukluların görüşeceği avukat sayısı için herhangi bir sınırlama yoktur. Şüphesiz yasalar ile tanınan hakların kullanımını “suiistimal” gibi göstermeye çalışmak eğer kasti değilse, büyük bir yanılgı ve bilgisizliktir.  

  

Müvekkil hakkında hiçbir somut delil olmaksızın bir milyon sayfa çok çeşitli konularda suç isnadında bulunulmuşken, kendi savunmasına yönelik en uygun avukatları bulmak için gerekli gördüğü sayıda avukatla görüşmesi çok doğal bir gerekliliktir. Kaldı ki kanunlar da bu gereklilik doğrultusunda düzenlenmiştir. 

  

Müvekkil Adnan Oktar özellikle dikkat, titizlik ve akıl gerektiren konularda genel olarak kadınların çok daha başarılı olduğunu, daha keskin bir kavrayışa sahip olduklarını çeşitli yayınlarda defalarca dile getirmiştir. Bu görüşleri doğrultusunda avukatlık mesleğinde kadın-erkek ayrımı yapmamakla birlikte, çoğunlukla kadın avukatlarla görüşmekte hiçbir sakınca görmediğini ifade etmektedir. 

  

Husumetli müştekilerin baskı yapmak amacıyla çeşitli bahanelerle yaptıkları şikayetler üzerine, tutuklu bulunduğu sürenin büyük çoğunluğunda görüşlerinin kayıt altına alınması zorunluluğu getirilmiştir.  Cezaevinde sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alınan görüşmeler bu iddiaların büyük bir iftira olduğunun en önemli delillerindendir. Söz konusu avukat görüşleri yetkili mercilerce çok yakından izlenmiştir. Devletimizin bilgisi ve sayın savcılarımızın yakın takibi altında yapılmıştır ve devletimiz bu görüşmelerde en ufak bir sakınca dahi görmemiştir.  

  

Hatta büyük bir usulsüzlük sonucu söz konusu görüşmelerin içerikleri en ince ayrıntısına kadar husumetli müştekilere sızdırılmakta, bu görüşmeler husumetli müştekilere ait olduğu bilinen sosyal medya hesaplarında bile paylaşılmaktadır. Bu nasıl olduğu ciddi şekilde araştırılması gereken çok önemli bir konudur. Yani devletimizin garantisi altında avukat müvekkil gizliliği içinde olması gereken bu görüşler neredeyse kamuya açık hale gelmiştir. İddiaların bu yönüyle de hiçbir inandırıcılığı bulunmamaktadır.  

  

Söz konusu programda husumetli müşteki Özkan Mamati’nin söylediği “Şimdi çok detaya girmeyeyim çünkü gizli bir soruşturma vesaire ayrıntıları da var da şimdi Türkiye bunu gündem yapıp çok ciddi bir travma yaşamasın yani.”  sözleri kendisinin gizli olan bir dosyayla ilgili bilgi sahibi olduğuna dair açık itirafıdır. Kendisine bu bilgilerin kim veya kimler tarafından usulsüz olarak sızdırıldığı araştırılması gereken vahim bir durumdur.  

  

Ortaya attığı iddiaları kesin ve tartışmasız olarak çürüten binlerce saatlik görüntülü ve sesli görüş kayıtları mevcuttur. Müvekkil yıllardır avukat görüşlerinin görüntülü ve sesli olarak kayıt altına alınması dolayısıyla nezaketen kamera açısını sorması konusunun bile kamuoyunu olumsuz etkilemek amacıyla çarpıtılarak taciz iftirasına malzeme yapıldığını belirtmektedir. Bu detay da husumetli müştekinin gizlilik kararı olan bir dosyada hukuka aykırı olarak bilgi edindiğinin başka bir delilidir.  

  

Ayrıca unutulmamalıdır ki iddialara konu olan yer bir cezaevidir ve burada yapılan görüşmelerin yasal düzenlemelere uygun yapılmasıyla görevli onlarca yönetici ve memur görev bulunmaktadır. Bu iddia görevini titizlikle yerine getiren tüm görevlileri de zan altında bırakan bir iftiradır.  

  

Bildiğiniz gibi T.C. Anayasası’nın 38 maddesi gereği “hiç kimse yürürlükte olan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz”. Her Türk vatandaşı gibi müvekkilin de sahip olduğu bu Anayasal güvence yok sayılmakta, suç olmayan bir fiil sadece müvekkil konu olduğunda suç haline getirilmeye çalışılmaktadır.  

  

Müvekkil bu konunun suiistimal gibi gösterilmeye çalışılmasının ardındaki gerçek sebebin bambaşka olduğuna dikkat çekmektedir. Bu kadar yaygara koparılan bir dosyada tek bir delil olmaması, sanıklar aleyhine Cumhuriyet tarihinde görülmemiş hukuksuzlukların yapılıyor olması, dosyadaki tüm iddiaların sadece sanıkların savunmalarıyla değil aynı zamanda müştekilerin aşamalarda sürekli değişen çelişkili ifadeleriyle, bilirkişi raporlarıyla ve uzman görüşleriyle kesin olarak çürütülmüş olması ve halen Yargıtay’da incelenen dosyada müvekkil ve arkadaşlarının hukukun gerekliliği olarak beraat etmesinin yolunu açmıştır.  

  

  

Bazı iftira sahiplerinin bu kadar paniğe kapılmaları, husumetli müştekilerin sürekli yersiz ve delilsiz iddialarla yeni şikayetlerde bulunmaları bu nedenledir. Çünkü dava, soruşturma aşamasından bu yana sayısız anormalliklerle dolu, özel kurgulanmış bir süreci barındırmaktadır: 

  

  1. Kimlik ve iletişim bilgileri olmayan bir kişinin (diğer büyük kumpas dosyalarında olduğu gibi) asılsız ihbarı üzerine bir soruşturma dosyası açılmıştır.  

  1. Bir süre hareketsiz kalan bu dosya, içinde hiçbir mali suç bulunmamasına rağmen, Emniyet Müdürlüğü’nde Mali Şube içindeki bir gruba verilmiştir. 

  1. Soruşturma gizli olmasına rağmen, 2018 yılının Mayıs ayında adeta bir düğmeye basılmış gibi, camia ile geçmişte veya halen görüşen çoğu kadın birçok kişi, ardı ardına bir ay içinde hepsi hedef gösterilen Mali Şube’ye giderek müvekkil ve arkadaşlarından şikayetçi olmuştur.  

  1. Bu sözde müştekiler, gizli dosyayı yürüten birimin Mali Şube Aklama Suçları Bürosu olduğunu bilmelerine imkan olmadığı halde, adeta tek bir merkezden organize edilip yönlendirilmişcesine bu büroya giderek, güya cinsel saldırıya uğradıklarını aynı şablon ifadelerle anlatmışlardır.  

  1. Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Furkan Sezer’in talebi ve İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hasan Yılmaz’ın 06.07.2018 tarihli kararı ile bir kısım kişiler (bunlar ileride şikayetçi olmaya zorlanacak kişilerdir) usulsüz olarak şüpheli gibi gösterilmiş ve haklarında yurt dışına çıkış yasağı kararı verilmiştir. Bu kararda adı geçen kişiler polis operasyonu sonrasında emniyete çağrılmış̧ ve kendilerine yurt dışına çıkış yasağı kararları gösterilerek sanık haline getirilmek ve akabinde tutuklanıp cezaevine gönderilmek ile korkutulmuşlardır. Bu hukuksuz yöntemle, müvekkil ve arkadaşları aleyhinde ifade vermeye zorlanmışlardır.  

  1. Davanın ilerleyen aşamalarında bazı sanıklar üzerlerine atılı suçlardan kurtulabilmek için işlemedikleri suçları kabul ederek etkin pişman olmuşlar, müştekilerin hayali ifadelerini destekleyen ifadeler vermek adına sadece kendilerine değil arkadaşlarına da iftira atmak zorunda kalmışlardır. Bu ifadelerde açık gerçeklere aykırı çok fazla çelişki meydana gelmiştir. Bu ifadeler karşılığı gerçekte işlemedikleri ama kabul etmek zorunda kaldıkları bu suçlarla ilgili ceza almayacakları garantisi almışlardır. Üstelik kendilerine tecavüz ettiklerini iddia eden müşteki kadınlar hepsi şaşırtıcı şekilde ağız birliği yaparak “bize tecavüz ettiklerini kabul ettikleri için onlardan şikayetçi değiliz” diyerek şikayetlerini geri çekmişlerdir. Gerçekte sırf bu gelişme, ne teşhis tutanağında virgül arasında geçen isimlerin ne de bu kişilerin taciz tecavüz gibi suçlar işlemediklerinin, müştekilerin baskı altında bu iddialarda bulunduklarının en önemli delillerindendir. 

  1. Bütün şikayetçilerin ifadeleri aynı 3 polis memuru tarafından alınmıştır. Bu memurların çok sayıda hukuk dışı uygulaması olmuştur.  

  1. Söz konusu dava 12.07.2019 tarihinde açılmıştır. Bu tarihten 17 gün sonra, 29.07.2019 tarihinde “özel bir heyet” oluşturulmuş ve bu heyet bu tarihten Ocak 2021 tarihine kadar özel olarak bu davayla ilgilenmiştir.  

  1. Neredeyse 2 yıl boyunca sadece bu davaya bakan heyetin, 11.01.2021 tarihinde hükmü açıklamasından hemen bir hafta sonra, 18.01.2021 tarihli HSK kararıyla dağıtılması ise, bu davaya özel olarak seçilmiş bir heyet olduğunun en açık göstergelerinden biridir.  

  1. Anayasa’nın 37. Maddesinde Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. hükmüne aykırı olarak, dosya numarası belli olduktan (dosya tevzi olduktan) sonra sırf bu davaya bakmaları için özel olarak bir heyet oluşturulmuştur. Bu heyet, duruşmaların başladığı ilk günden itibaren en temel hukuk kurallarını dahi dikkate almayarak, taraflı olduğunu birçok karar ve davranışında aleni olarak göstermekten çekinmemiştir. 

  1. Müştekilerin iddialarını doğrulayan hiçbir Adli Tıp Raporu veya resmi belge olmamasına rağmen toplamında on binlerce yıllık cezalar verilmiştir.  

  1. İddialarla ilgili en önemli tanıkların dinlenmesi reddedilmiş, sanıkların suçsuzluğunu ispat edecek delillerin toplanması talepleri tümüyle reddedilmiştir, adil bir yargılama olması için gerekli hiçbir şart yerine getirilmemiştir.  

  1. Toplanan delillerin değerlendirilmesi yapılmamış, delil vasfı taşımayan sonradan uydurulmuş bir kısım materyal dosyadan tamamen çıkartılması gerekirken hükme esas alınmıştır. 

  1. Sanıklara binlerce sayfalık suçlama yöneltilmişken savunmaları 10-15 dakika gibi sürelerle kısıtlanmış. Çok önemli konularla ilgili yaptıkları hayati savunmalar yarıda kesilmiş, duruşmalar sebebi anlaşılamayan bir hızda sanıkların sağlığı, yemek ve uyumak gibi temel ihtiyaçları hiçe sayılarak, telefon hakları kullandırılmadan, aileleriyle görüşmeleri gerçekleştirilmeden, savunma hazırlamak, avukatlarıyla görüşmek için hiçbir zaman tanınmadan devam ettirilmiştir. Adeta sanıkların savunma yapamaması için özel şartlar meydana getirilmiştir.  

  1. Mahkeme kapısına gelen, ifade vermek için hazır bulunan tanıklar dahi kanunun emredici hükümlerine aykırı olarak dinlenmemiştir.  

  1. Sözde örgüt merkezi olduğu iddiasıyla operasyon yapılan Kandilli’deki evin güvenlik kamerası görüntüleri tüm taleplere ve girişimlere rağmen müvekkilim ve sanıkların savunma yapamamaları için verilmemiştir. Yargılama boyunca savcılık bu görüntülerin emniyette olduğunu oradan istediklerini, emniyet ise savcılığa görüntüleri gönderdiklerini söylemektedir ve bu yazışmalar bir kısır döngü haline gelmiştir. Ancak bu görüntülerden seçilen bölümler basına bile servis edilmesine rağmen iddialara açıklık getirecek bu çok önemli olan güvenlik kamerası görüntüleri halen söz konusu dosyaya getirilmemiştir.  

  1. Dosyadaki savunma yapılması için hayati önem taşıyan bilgi ve belgeler müşteki ve avukatlarına açık ancak sanık ve savunma avukatlarının göremeyeceği şekilde uyap sistemine yüklenmiş, savunma tarafının tüm taleplerine rağmen “herhalde sistemde sorun var” denilerek bu adaletsizlik yargılama boyunca devam ettirilmiştir.  

Bütün bu tuhaf durumlar birlikte değerlendirildiğinde müvekkilimin ve arkadaşlarının suçlandığı söz konusu davanın şablonunun yakın tarihimizdeki önemli kumpas davalarının şablonlarıyla bire bir aynı olduğu görülmektedir.  

Dava dosyasını inceleyen tüm uzman hukukçular istisnasız şekilde bu dosyanın “HUKUKEN BOMBOŞ OLDUĞU” konusunda hem fikirdirler. Davayı özetlersek; 

Dava dosyasına sunulan sayısız somut, gerçek ve hukuki savunma delilleri, belgeler ve bulgular,  

Müştekilerin ve kumpasçılar tarafından etkin pişman olmaya zorlanmış sanıkların emniyet, savcılık ve mahkeme ifadelerinde ortaya çıkan yüzlerce yalan, tutarsız ve çelişkili beyanları, 

Alanlarında uzman bilim insanlarının, dosyadaki tüm mesnetsiz itham ve iddiaları çürüten bilirkişi raporları şeklinde özetlenebilecek binlerce delil bu iddiaları her yönden çürütmektedir.  

Buna rağmen, ilk derece yargılamayı yürüten İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, büyük hukuksuzluk ve usulsüzlüklere imza atarak yargılananlar hakkında, toplamda on binlerce yıllık mahkumiyet karaları vermiştir. 

  

Buna karşın, BAM 1. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin "CUMHURİYET TARİHİNDE GÖRÜLMEMİŞ BOYUTLARDAKİ" hukuksuz kararlarını 

 “ESASTAN BOZMUŞ”tur. 

  

  

İstinaf mahkemesi, dosyayı 1 yılı aşkın bir süre boyunca son derece titiz ve ayrıntılı olarak incelemesinin ardından 

400 SAYFALIK GEREKÇELİ KARARIYLA, CİNSEL İÇERİKLİ İSNATLAR DA DAHİL, 800'ÜN ÜZERİNDEKİ SUÇLAMA İÇİN BERAAT KARARI VERMİŞTIR. 

  

Üzerinde bir baskı olmayan tarafsız ve bağımsız bir mahkeme tarafından hukuka uygun bir yargılama yapıldığında  

YARGILANANLARIN TÜMÜNÜN TAHLİYE     OLACAĞININ VE DAVANIN BERAATLE SONUÇLANACAĞININ KAÇINILMAZ OLDUĞU GERÇEĞİ 

           bir kez daha gözler önüne serilmiştir. 

  

Bu gelişmeden tedirgin olan bazı çevrelerin hukuksuz müdahaleleri sonucu BAM 1. CD kararına karşı, BAM 2. CD 1 GÜN İÇİNDE BİRKAÇ CÜMLELİK BİR GEREKÇEYLE yeniden tutuklama kararı vermiştir.  

Savunmalarla birlikte 1000 klasörü, yüz binlerce sayfayı aşan dava dosyasının 24 saat içinde incelenmesinin imkânsız olduğu açıktır. Bu kararın hukuki ve adil olmadığı ortadadır.  

Davadaki şaşırtıcı usulsüzlükler ve hukuksuzluklar  

bunlarla da sınırlı kalmamıştır. 

  

Söz konusu yayındaki iddialarla ilgili cevaplara devam ederken başka şaşırtıcı garipliklere ve hukuksuzluklara da değineceğiz.  

  

Söz konusu programdaki bir diğer asılsız iddia “ceza alındı bitti” şeklindedir. Oysa dosya halen Yargıtay tarafından incelenmektedir.  

Henüz sonuçlanmamıştır. 

  

Söz konusu yayının başından sonuna kadar hiçbir doğru bilgi vermeyen dosyanın husumetli müştekisi yalan olduğu hemen ortaya çıkacak bu konuda bile gerçekleri ters yüz etmekten çekinmemiştir.  

  

Gerçeğe ulaşmak ancak tarafsız değerlendirme ile mümkün olabilir. Müvekkile ve arkadaşlarına yönelik bu davanın başından beri, müştekilerin azmettiricisi olan husumetli bir müştekinin kin ve öfke dolu bir bakış açısıyla dile getirdiği mesnetsiz yorum ve hezeyanları, tarafsız ve doğru bilgi kaynağı değildir. Bu iddialar, olsa olsa iddia sahiplerinin kendi hayat görüşlerini ve karanlık iç dünyalarını anlamak açısından önem taşıyabilir.  

  

Müvekkil, 2018 yılından beri geçen süreçte ortada sözde bir “Örgüt” olduğunun iddia edilmekte olduğunu ama bu örgütün amacının ne olduğunun bir türlü ortaya konulamadığına dikkat çekmektedir. Üstelik bu iddia edilen sözde örgüt kanunda örgüt olmak için gerekli olan şartların hiçbirini taşımamaktadır.  

  

  

Gerçek örgütler belirli bir çıkar elde etmek amacıyla suç işler, dosyadaki iddialarda ise suç bulunamadığından müvekkil ve arkadaşlarının karşılık gözetmeden yaptıkları hayır işleri, hastalanan arkadaşlarına vefa gösterip bakmaları, birbirlerine karşı sevgi ve saygı beslemeleri, PKK ve benzeri bölücü terör örgütlerine karşı fedakarca yaptıkları çalışmalar, verilen konferanslar, sadece Kuran Mucizelerini anlatan siteler bile suç olarak kabul edilmiş, “bu devirde kimse kimseye böyle iyilik yapmaz” ya da “hiçbir şey yoksa da bu iyiliklerin altında mutlaka bir şey vardır” zihniyetiyle yaklaşılmıştır.  

Sevgi saygı ve güzel ahlakın yaşandığı bir arkadaş grubunun var olması suç haline getirilmiştir. 

  

Mali hiçbir suça rastlanmadığı MASAK raporlarıyla sabittir. Kaynağı belli olmayan hiçbir gelir yoktur. Buna rağmen hiçbir mali usulsüzlük bulunamadığından sanıkların ailelerinden miras yolu ile gelen varlıkları bile yine hukuka aykırı olarak suç delili gibi gösterilmiştir.   

Hiçbir casusluk faaliyeti olmadığı MİT ve Dışişleri Bakanlığının raporlarıyla sabittir.  

Fetö bağlantısı olarak ortaya atılan tek konuda sahtecilik yapıldığı ve iş başvurusunda bulunan bir kişinin mail adresinin benzerliğinden istifade edilerek Fetöcu olduğu iddia edilen başka bir kişinin maili ile sözde “bir harf hatası” ile değiştirildiği sabittir. Bunlar yanlışlıkla yapılacak hatalar değildir. Dosyadaki yüzlerce hata hep sanıkların aleyhine ve suç oluşturacak şekilde tasarlanmıştır.  

Müvekkil Adnan Oktar ve diğer sanıklar , yargılanmakta oldukları bu dava kapsamında haklarında ileri sürülen  

hemFETÖ’YE YARDIM” hem de “SİYASAL ve ASKERİ CASUSLUK” SUÇLAMALARINDAN  

BERAAT ALMIŞLAR ve bu kararlar KESİNLEŞMİŞTİR. 

Bunlar İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2022/158 E. sayılı kararı ile İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin 2023/310 E. ve 2023/494 K. sayılı  kararlarıdır.  

Oysa 2018 yılından beri bu konuyla ilgili bir kısım medyada fırtınalar kopartılmış, müvekkil ve arkadaşları yargısız infazla adeta vatan haini ilan edilmiştir. Yayına katılan husumetli müşteki bu konuyla ilgili medyada defalarca açıklamalar yapmış, müvekkilimi ve arkadaşlarını en ağır şekilde suçlamış, doğru olmadığını çok iyi bildiği bu iftiraları daha inandırıcı olması için çok kesin ifadelerle defalarca tekrar ederek müvekkil ve arkadaşlarını hedef göstermiştir.  

Bu yayındaki diğer iddiaları da aynı mahiyettedir.  Söz konusu yayındaki iddialarının iftiralardan ibaret olduğunu ve bu kumpas dosyasının nasıl planlanıp yürütüldüğünü en iyi kendisi bilmektedir. 

Davada delil olarak öne sürülen ancak hukuken çok çeşitli yönlerden geçersiz olan materyaller, baskından 2 ay sonra husumetli müşteki Özkan Mamati’nin olay yeri olarak incelenen ve kimsenin giremediği Dragos olarak bilinen eve giderek orada çektiği resimleri sosyal medyada paylaşmasının hemen ardından Mali Şube’ye, olay yerinde yeni bulunduğu söylenilerek getirilen flash disklerdir.  

Bu kişinin kimsenin giremediği olay yerine nasıl girdiği ve hemen ardından nasıl olduysa polisin toplayamadığı delilleri operasyondan tam 2 ay sonra görevlilerinin avuç hesabıyla toplayıp emniyete getirdiği sorusu akla başka pek çok şüpheyi getirmektedir.  

Aynı husumetli müşteki tutuklanacakları söylenerek zorla şikayetçi yapılan genç kız ve kadınların ifadeleri sırasında emniyette aynı odada bulunmuştur. Hatta aralarında ifadesinde bir de bunu söyleyecekmişim Özkan (Mamati) abi öyle söylememi söyledi diyenler bile vardır.  

Dosyada müşteki olmayı reddeden bazı kadınların sanık konumuna sokularak zorla etkin pişman yapılması süreci boyunca müşteki azmettiricisi olan bu kişinin dosyaya yansıyan telefon konuşmalarında müşteki yapmaya çalıştığı kadınları tehdit ettiği de sabittir.  

Dünyanın hiçbir hukuk sisteminde bir kişinin sadece araya virgüller koyarak 70 isim saydığı ve hepsini 1 cümle ile “bana tecavüz etti, taciz etti” parantezine alarak iftirada bulunması bir insanı suçlamak için yeterli değildir. Yer zaman ve olayın oluş şekli çok önemlidir. Ancak dosyadaki iddialar bu ana öğelerden yoksundur. Verilen detaylar ise iddiaların kurgu olduğunu gösteren en güzel delillerdendir.  

Kimi zaman verilen tarihte sanıklarla henüz tanışmadıkları, kimi zaman sanıklarla beraber bulunduklarını söyledikleri tarihlerde bu sanıkların yurt dışında bulunduklarını ispatladıkları ya da söyledikleri adreste o tarihte henüz öyle bir yer olmadığı, kimi zaman da emniyet ifadelerinde taciz veya tecavüz iddiası varken mahkemede emniyet ifadelerini unuttukları için bu konuları notlarından bakıp söylemek istedikleri görülmüştür.  Hatta 3 kızının da tacize / tecavüze uğradığı iddia eden bir anne (bu iddiayı hiçe sayarak) kızının düğününde ona takılan takıların kendisine verilmediğini uzun uzun anlatırken, hâkimin “ifadenizde kızlarınıza tecavüz edildiğini söylemişsiniz bu doğru mu?” sorusu üzerine “bir de öyle bir konu var” diyerek geçiştirmiştir.  

Bir başka sözde mağdur ise hâkimin kaç kişinin kendisine tecavüz ettiğini sorduğundane bileyim ben çetelesini mi tutuyorum” diye cevap vermiştir.  

Başka bir müşteki ise kendisine birkaç kişinin arka arkaya tecavüz ettiğini kendisini feci şekilde dövdüklerini söylemiş, ancak bu hayali olaydan sadece dakikalar sonra arkadaşlarıyla okul gezisiyle Çanakkale’ye gittiği ve hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ettiği ortaya çıkmıştır. Sağlık okulu öğrencisi olan ve tecavüz ve şiddet gibi ciddi bir durumun nasıl teşhis edileceğini neler yapılması gerektiğini ders olarak okuyan bu kişinin ne arkadaşları ne de bu dersleri veren öğretmenleri iddia edilen bu olaydan hemen sonra dahi bu hayali olaya dair hiçbir belirti görmemiştir. 

Bir de TECAVÜZE UĞRAMADIĞINI, ifadesini alan kişiden tecavüzler olduğunu sadece duyduğunu ısrarla ifade eden bir müşteki vardır ki birkaç kez bunu açıkça beyan etmesine rağmen MAHKEME YİNE DE TECAVÜZ SUÇUNUN İŞLENDİĞİNE KARAR VERMİŞ ve sırf bu konuyla ilgili birçok kişiye toplamında yüzlerce yıl ceza vermiştir.  

  

Dosyada çok sayıda hukuk tarihinde görülmemiş bu ve benzeri olaylar mevcuttur. 

  

  

  

  

İddia edilen cinsel suçların tamamen hayal ürünü olduğunu gösteren daha önemli bir gelişme yaşanmıştır; 

Tecavüz iddiasında bulunan kadınların tamamı sözde kendilerine tecavüz eden kişileri tecavüz ettiklerini itiraf ettikleri için  

AFFETMİŞLERDİR.  

  

Gerçekten de cinsel konularla ilgili suç isnadında bulunan tüm kadınlar bu suçları işlediğini söyleyen kişileri itirafçı oldukları için affettiklerini söylemişlerdir ve şikayetlerini geri çekmişlerdir.   

  

Ağır suçlamalar altında “bir daha gökyüzünün mavisi göremeyeceksiniz tehditleriyle zorlanan bazı sanıklaretkin pişmanlıkdenilen sistemi kabul etmek zorunda kalmıştır. Cinsel suçlara dair müştekilerin iddialarını destekleyecek tek bir delil tek bir bulgu veya adli tıp raporu olmadığından bu kişilerin ifadeleri ile desteklenmek istenmiştir. Bu sisteme göre, olmayan suçları işlediklerine dair müşteki ifadelerini destekleyen sayfalarca yalan beyan karşılığında bu kişilere ceza almayacakları vaadinde bulunulmuştur.  

Sonrası daha da ilginç bir hale gelmiştir.  

Sözde mağdur kadınlar kendilerini taciz ettiğini veya kendilerine tecavüz ettiğini söyledikleri bu kişileri affetmeye ve şikayetlerini geri çekmeye başlamışlardır. Gerekçe akıl alacak gibi değildir ve yine dünyada bir ilktir.  İddialarımızı kabul ettikleri için taciz ve tecavüz etmelerini affediyoruz” beyanında bulunmuşlardır.   

  

Çok iyi bilinmektedir ki gerçek bir tecavüz veya taciz mağduru hiçbir zaman suçunu kabul etti diye tacizcisini veya tecavüzcüsünü affetmez. 

  

Bilindiği gibi cinsel suçlarla ilgili müştekilerin Adli Tıp’a sevkleri gereklidir ve bu konuda Adli Tıp raporu olmadan hukuken bir karar vermek mümkün değildir. Bu raporların yokluğunda karar verilmesi durumunda Yargıtay açısından kesin bozma sebebidir.  

  

En başta birkaç müşteki ile yaptıkları denemelerde Adli Tıp raporları sanıklar lehine gelmeye başladığından, müştekiler ve avukatları aşamaların tamamında Adli Tıp’a sevkten kesinlikle ve şiddetle kaçınmışlardır. Müştekilerin Adli Tıp’a sevkini önlemek için müşteki avukatlarınca defalarca dilekçeler verilmiş Yargıtay incelemesine konu olan mahkûmiyet kararları da büyük bir usulsüzlükle Adli Tıp raporu olmadan verilmiştir.  

  

Dikkat edilirse hiçbir delil sunulmadan sadece suç isnadında bulunulduğu, sürekli aynı şeylerin tekrar tekrar söylendiği, seçilen konuların ve kullanılan kelimelerin de toplumun sinir uçlarına dokunacak özel konu ve kelimeler oldukları görülecektir.  

  

Kumpas davalarının en belirgin özellikleri de bunlardır. 

  

Gerçek bir davada belirli suçlar ve bu suçlara dair net açık deliller hemen göze çarpar, en ciddi suçların bile iddianameleri birkaç sayfa kadar kısa ve öz olabilir, tartışmaya açık olmayan delillerle rahatlıkla ispatlanabilir. 

Kumpas davalarında ise ortada hiçbir suç olmadığından toplumu ikna etmek zor olacaktır, bu nedenle binlerce sayfalık karma karışık kelime oyunlarıyla dolu çelişkili iddialar ortaya atılarak sanıkların savunma yapması engellenir, o kadar yoğun suçlama yapılır ki adeta sanıkların bu konuları savunarak aklanmaya ömürleri yetmeyecek gibi göstermeye çalışılır.  

  

Konuyla ilgili gerçekleri öğrenmek için gösterdiği samimi çaba karşısında Sayın Bahar Feyzan’ın bu gerçekleri dikkate alacağını umuyoruz. 

  

Söz konusu yayındaki diğer bir asılsız iddia konuyla ilgili yayın yapan gazetecilere veya Tv programcılarına karşı “sözde itibar suikastında bulunulduğu”dur.  Buna dair tek bir örnek bile yoktur. Sadece kasıtlı olarak çıkartılmış dedikodu mahiyetindeki söylentiler vardır.  

  

Müvekkil Adnan Oktar bir fikir insanı olduğunu, doğruları ortaya koyarak, yanlış bir bilgi varsa bunun yanlış yönlerini açıklayarak, bunlardan çıkartılacak yorumu ilgili kişilerin anlayışına bıraktığını özellikle vurgulamaktadır. Müvekkil kişilerle değil, yanlış olan fikirler varsa bu fikirlerle mücadele ettiğinin, bu fikirlerin neden yanlış olduğunu ortaya koyduğunun altını çizmektedir.  

  

Müvekkil, bu fikri mücadelesinin hiçbir zaman toplumu bilgilendirme gibi önemli bir görev ifa eden gazetecilere veya Tv sunucularına karşı olmadığını, ülkemizi için büyük tehdit oluşturan PKK gibi komünist ateist bölücü ideolojilere karşı olduğunu defalarca açıklamıştır.  

Bu konudaki çalışmalarını durdurmak isteyen karanlık ellerin son marifeti de 2018 yılında yapılan operasyon ve günümüze kadar süregelen hukuksuzluklar zinciridir. 

  

Asıl itibar suikastı kişileri doğrudan hedef alarak hiçbir örneği hiçbir delili olmadığı halde her konuda asılsız suçlamalarla karalamaktır ve müvekkile karşı yapılan tam da budur. Müvekkil bu konunun bir numaralı mağdurudur ve bu zihniyetle mücadele içindedir. 

  

Bilindiği gibi müvekkil Adnan Oktar dünyada çapında tanınmış, eserleri her kesimden rağbet gören bir yazardır. Dünya dillerine de çevrilmiş 300’ün üzerinde kitabı ve çok çeşitli eserlere sahip olduğunu, eserlerinden hiçbir telif ücreti almadan bu hizmetleri insanların faydasına sunduğunu hatırlatmakta fayda görmektedir.  

Müvekkilin çalışmalarının maddi karşılığı hesaplanırsa büyük bir gelirden vazgeçtiği, maddi bir amaçla yaşamadığı, gayrımeşru bir gelire ihtiyacı olmadığı, zaten istediğinde büyük bir meşru gelir sahibi olabileceği, ancak bu geliri bile almadığı, hayır olarak bağışladığı görülmektedir.  

  

Sadece 2017 yılında dünya çapında milyonu geçen sayıda kitabı yayınevleri tarafından basım maliyetleri karşılanacak şekilde satılmıştır, bir o kadar kitabı da ücretsiz olarak dağıtılmış ve internet üzerinden indirilmiştir. Bu nedenle müvekkilin “çıkar elde etmek için örgüt kurmak- yönetmek” gibi bir suça asla tevessül etmeyeceğinin gayet açık olduğunu düşünmektedir.  

  

Bir diğer yanlış iddia da “cezaevinden talimat alındığı veya cezaevlerindeki kişilere talimat aktarıldığı” şeklindedir. Müvekkilin avukatlarla yaptığı görüşmeler yukarıda da belirttiğimiz gibi görüntülü ve sesli olarak kayıt altına alınmıştır, devletin arşivlerinde bulunmaktadır.  

  

  

  

Tamamı kelime kelime incelenmiş, talimat iddiasına dair en ufak bir konu bulunamamıştır. Dolayısıyla sözde talimatla evini satan, bileziğini veren hayali kişilerin varlığından da söz edilemez. 

  

  

Dava dosyasında suç gibi gösterilen asıl konu kişilerin neden bir yerden para aldığı değil, neden kendi paralarını konferans düzenlemek kitap dağıtmak vb. gibi hayır işleri için harcadıklarıdır. Yani ortada  

para alan değil hayır işleri için para harcayan kişiler vardır. 

Suç olarak gösterilen tam olarak budur. 

  

Bir kısım medyanın yıllardır pervasızca kullandığı bir başka konu da sözde “şantaj kasetleri” olduğu konusudur. 

  

Oysa müvekkilime TCK’nun neredeyse yarısını ilgilendirecek kadar çok çeşitli iftiralar atılmış olmasına rağmen 

DOSYADA ŞANTAJ KASETİ İDDİASI DAHİ YOKTUR. 

Bugüne kadar tek bir şantaj kaseti veya herhangi birine yönelik müvekkil veya diğer sanıklar tarafından şantaj yapıldığına dair tek bir kayıt veya görüntü bulunamamıştır. 

  

1999 yılından beri süregelen çeşitli operasyonlarda müvekkil ve arkadaşlarının evleri işyerleri eşzamanlı olarak gece yarısı basılmış ancak HİÇBİR YERDE HİÇBİR ŞANTAJ KASETİ BULUNAMADIĞI GİBİ HİÇBİR SUÇ UNSURU DA BULUNAMAMIŞTIR. 

  

Avukat Celal Ülgen bu gerçeği Artı Tv’deki 17 mart 2022 tarihli açıklamalarında şöyle ifade etmiştir;  

SUNUCU FATİH YAPICI: … SAYIN ÜLGEN, DAVA ÖNCESİ MEŞHUR BAHSEDİLEN BİR MÜSTEHCEN GÖRÜNTÜLERDEN OLUŞAN BİR ARŞİVDEN BAHSEDİLİYORDU. ADNAN OKTAR ŞUÇ ÖRGÜTÜNÜN ARŞİVİ. BU ARŞİVDE DE ÖYLE İSİMLERİN OLDUĞU SÖYLENİYORDU Kİ, İŞTE YARGIDA, BÜROKRASİDE, İŞ DÜNYASINDA, SANAT CAMİASINDAN KİŞİLERİN. Bu arşiv sayesinde de birçok noktada farklı farklı işlerini yürütebildiği bürokratları, yüksek yargıyı, yerel yargıdaki hakimleri, savcıları da bu arşiv sayesinde yola getirdiği söyleniyordu. Bu arşivin izine yargılama sırasında rastlandı mı? İddia olunan bu arşivin. 

AV. CELAL ÜLGEN: BİLDİĞİM KADARIYLA BÖYLE BİR İZE RASTLANMADI. Ama İlker Bey daha iyi bilir. Fuat Bey’le İlker Bey tam davanın göbeğindelerdi. FAKAT BENİM BİLDİĞİM KADARIYLA BÖYLE BİR ŞEY ORTAYA ÇIKMADI. (17 Mart 2022, Artı TV) 

Husumetli müşteki Özkan Mamati söz konusu yayında sözde şantaj iddiası konusunda hiç de inandırıcı olamadığını fark ettiğinden, bu asılsız iddialarının doğru olmadığını açıklayan siyaset dünyasından önemli isimlere de sataşmaktan çekinmemiş, haddi olamadığı halde bu kişileri de kandırılmış olarak nitelendirmiştir.  

Zaten doğruyu söyleyen kim varsa bu husumetli müştekilere göre kandırılmıştır. 

Hatta bir toplumsal deney yapılırsa husumetli müştekilerin kurguladıkları senaryoyu çökertecek kim var kim yoksa, bu kişiler tarafından istisnasız olarak ya kandırılmış ya akli dengesi yerinde değil ya da örgüt üyesi olarak yaftalanacaktır.  

  

Toplumun genelinin, kumpasın gereği olarak kurgulanan bu iddianameyi bilmemesi kullanılarak, hiçbir suç olmadığını söyleyen dürüst insanlar susturulmaya çalışılmaktadır. Oysa binlerce sayfa hayali iftiranın bilinmesi veya bilinmemesi gerçekleri değiştirmez. 

  

Öncelikle hangi hukukçuya sorarsanız sorun bir dosyada 9 bin sayfalık iftira olması bu olayın apaçık bir kumpas olduğunun delilidir.  

  

Husumetli müşteki Özkan Mamati kurgulanmış iftiralar sorgulandığında hep aynı kaçış noktasına kaçmakta iddianameyi öne sürmektedir. Oysa yakın geçmişte Ergenekon ve Balyoz davalarının kumpas olduğu ortaya çıktığında geride bir tek kumpasın delili olan acınacak iftiralarla dolu bir iddianame kalmıştır. Önemli olan ispatlı gerçeklerdir ve husumetli müşteki Özkan Mamati bu gerçeklerden şiddetle kaçmaktadır.  

  

Şimdiye kadar ortaya çıkartılmış en büyük kumpas davalarından olan Ergenekon ve Balyoz davalarında bu dava ile ortak olan bir özellik daha vardır. Toplumda infial oluşturacak toplumun sinir uçlarına en çok dokunan konularda kurgulanan suçların asıl failleri tam da bu iftiraları atan kişilerin ta kendileridir.  

Müvekkil, dosyaya bu gözle bakıldığında şimdiye kadar savunma olarak ortaya konan tüm gerçeklerin birden anlam kazanacağını ve gerçek faillerin gün gibi ortaya çıkacağını düşünmektedir.  

  

Örneğin sadece tehdit konusu incelendiğinde, bir kısım husumetli müştekilerce sanıklara, yaşlı anne babalarına, kardeş ve akrabalarına hatta uzaktan tanıdıkları kişilere kadar en ağır hakaretlerin yanında, şiddet içeren ölüm tehditlerinde bulunulduğu görülecektir. Bu tehditler husumetli müştekilere ait olduğu bilinen hesaplardan yıllardır pervasızca paylaşıldığına dair çok sayıda delil savcılığa sunulmuştur.  

  

Bir başka örnek vermek gerekirse dosyanın husumetli müştekisi dolandırıcılık yaptığını söz konusu programda da itiraf etmiştir. Ancak “talimatla yaptım” iftirasına yönlendirilmiş, kendisini bu suçlardan kurtarabileceğine dair bazı çevrelerden garanti almıştır. Üstelik dosyada bu kişinin yaptığını itiraf ettiği dolandırıcılık suçu dışında başka herhangi bir dolandırıcılık iddiası da yoktur.   

  

Sözde hukuk dışı yollarla kapatıldığı iddia edilen bu dosyaları kapatan birileri varsa, bu konuda adı geçen emniyet mensupları, hakimler veya savcılarla ilgili hiçbir suç duyurusunda da bulunulmamıştır. Yani bu iddia da gerçek dışıdır.  

  

Bu kişi, müvekkilim ve arkadaşlarıyla hiçbir şekilde en ufak bir bağlantısı dahi olmayan bir konuda sadece iftira atarak hem kendisini aklayabileceğini hem de dolandırıcılık gibi sansasyonel bir iftirayı dosyaya ekletebileceğini düşünmüştür. Zaten ortaya attığı bu kadar iftira içinde yalan olduğu çoktan ortaya çıkmış sayısız konu olduğundan bu kişinin kendisiyle ilgili dolandırıcılık itirafını dürüstlüğünden yapmadığı çok açıktır. Hemen her konuda gözünü kırpmadan yalan söyleyen herhangi bir insanın birdenbire dürüst davranmasını beklemek çok anlamsızdır.  

  

Sayın Bahar Feyzan’ın zaten fark ettiğini düşünmekle birlikte,  

NASIL BİRİYLE KARŞI KARŞIYA OLUNDUĞUNUN DAHA İYİ ANLAŞILMASI İÇİN  

programına katılan husumetli Özkan Mamati’nin bazı ifadelerine dikkat çekilmesi gerektiği kanaatindeyiz. 

  

Özkan Mamati :  …gözaltında ölene kadar tecritte tutulması gerekiyor  

yada imha edilmesi gerekiyor   

  

Canlı yayında, müvekkile ölüm tehdidini dile getirecek kadar pervasız bir kişinin aynı rahatlıkla iftiraları da organize edebileceği açıktır. 

  

Özkan Mamati :  …Yani diyormuş ki doktor bunu ya öldürmemiz lazım  

yada ölene kadar göz altında tutmamız lazım  

  

Bilindiği gibi doktorlar hayat kurtarmak için yeminli vicdanlı insanlardır. Normal bir insanın cezaevinde veya gözaltındaki birini öldürmek gibi ciddi bir suçu soğukkanlılıkla tasarlaması mümkün olmayacağı gibi, değil bu konuda bir rapor vermek, bir doktorun böyle bir şeyi aklından bile geçirmesi mümkün değildir. Bu düşünce doktorların varoluş amacına ve meslek etiğine şiddetle aykırıdır. Bu ancak iftirada bulunmayı alışkanlık haline getirmiş birisinin üslubu olabilir. 

  

Özkan Mamati :  Ya kardeşim sana ne. …benim gözlemime göre, benim delilime göre   

  

Dosyadaki hayali iddiaların sahte delillerle desteklemeye çalışıldığını gösteren “benim delilime göre” itirafı dosyadaki birçok şaibeli konuyu açıklayacak anahtar niteliğindedir.  

  

Özkan Mamati :  Ben bu kadar iddialı konuşuyorum, yakında görür ülke neyin ne olduğunu.  

  

Yargıya intikal eden bir konuda, hukukun geçerli olduğu bir ülkede böyle bir iddiada bulunulamayacağı açıktır. Herhangi bir yargılama olmadan bu kişiye kimler bu konunun nasıl sonuçlanacağını önceden söylemiş ve nasıl bir garanti vermişlerdir?  

  

Özkan Mamati :  Diyorlar ki, beş arkadaş aynı anda karar veriyor, ne hikmetse sabah kalkıp rüyasında görmüş gibi, gidiyorlar bu kadına muayene oluyorlar. 

  

Müvekkil ve bazı arkadaşlarının 99 yılındaki gözaltı sürecine dair, aynı yerde gözaltına alınan, aynı işkencelere maruz kalmış 5 arkadaşın bu zorlu sürece cesaret edip aynı zamanda başvuru yapması hayatın olağan akışına son derece uygundur.  

  

Bunu tuhaf bir durum gibi göstermeye çalışan Özkan Mamati’nin asıl gizlilik olan bir dosyada, sözde tecavüze uğradığını iddia eden yüzlerce kadının tamamının aynı ay içinde konuyla hiç ilgisi olmayan Aklama Şube Müdürlüğüne gidip ifade vermesini nasıl açıkladığı merak konusudur.  

  

Normal olan, bir kadının tecavüze uğradıysa emniyetin ilgili şubesine giderek başvuruda bulunmasıdır. Normal olmayan, bir kadının ilerde kendisine tecavüz ettiğini iddia edeceği kişi/kişilerle aynı arkadaş ortamlarında gayet mutlu yaşaması, 30 yıl boyunca, bu arkadaş çevresinde ne kadar mutlu olduğunu, bu insanların ne kadar güzel ahlaklı nezih insanlar olduğunu anlatan sayısız paylaşımlar yapmasıdır.  Ve 30 yılın sonunda birdenbire sözde tecavüze uğradığını hatırlayıp şikayetçi olmasıdır. Ancak bu kişilerin bu sözde “tecavüzü” sözde “hatırlamalarında” çok önemli gizli bir faktör vardır. Şikayetçi olmazsa örgüt üyesi gibi gösterilerek, sahip olduğu evlere arabalara ve diğer tüm varlıklarına el konacağı tehdididir. İşte bir kısım şikâyetin ardındaki asıl mecburi motivasyon da budur. Diğer şikayetler de müşteki haline getirilmek istenen kadınlara hukuka aykırı olarak yurt dışı yasağı getirilerek elde edilmiştir. 

  

Özkan Mamati :  Şimdi Adnancıların amacı devleti ele geçirmek olmaz.  

…AOSÖ’nün amacı sadece varlığını sürdürmek. Besin kaynağı ne, ne yemek yiyor bu örgüt… 

  

Bu ifade ile 2018 yılından beri müvekkil ve çevresinin şiddetle suçlandığı sözde örgütün amacının olmadığını itiraf edilmiştir. Operasyonun yapılması için “devleti ele geçirecekler yalanını” ortaya atan bu çevreler buna dair hiçbir delil olmaması, üstelik müvekkil Adnan Oktar’ın devletine bağlılığını en zor zamanlarda bile göstermiş olması karşısında bu iddialarını daha fazla sürdürememişler, bu yalandan vazgeçmeyi kabul etmek zorunda kalmışlardır. Bu da ortada bir örgüt olmadığı anlamına gelmektedir. Çünkü “suç örgütü” nün varlığından söz edilmesi için belirli bir amaç doğrultusunda belirli bir suçu işlemek için kurulmuş olmaları zorunluluğu vardır.  Bu durumda ise hiçbir suç bulunamamış, iddia edilen örgütün olmazsa olmazı amacının da hiç var olmadığı ortaya çıkmıştır.  

  

  

Özkan Mamati :  …parayı hani tırnak içinde aklamadan örgüte sokamıyorsunuz. Biz bu suçlarda da bulunduk yani, bunları da işledik...  

Husumetli müşteki Özkan Mamati hakkındaki dolandırıcılık dosyası sadece kendisinin bildiği ve kendisinin işlediği münferit suçlardan oluşmaktadır. Müvekkille ve arkadaşları ile hiçbir ilgisi ve bağı olmayan, haberleri bile olmayan bu konular sözde örgüt iddiası için kullanılarak, sözde örgüt iddiasına zemin hazırlanmak istenmiş, hem de Özkan Mamati’nin işlediği suçlardan ceza almaması sağlanmaya çalışılmaktadır. Gerçekte Özkan Mamati işlediği suçlarını örneğin “Bahar Feyzan’ın talimatıyla yaptım” dese, bu hukuken ne kadar geçerli ise müvekkilimin talimatıyla yaptığını söylemesi de hukuken o kadar geçersizdir.  

  

Özkan Mamati :  Cinayet şöyle, örgüte operasyon olduğu sabah 2 tane özel harekatçıyı vurdular, Adnan Oktar’ın evinde...  

Özkan Mamati :  bir örgüt üyesi bir özel harekatçı polisi vurdu… 

  

Dikkat edilirse bu ifadede iki cümle arasında önemli bir fark vardır. Vurulan kişi sayısı 2 özel harekatçıdan 1 özel harekatçıya indirgenmiştir. Gerçekler değil, örgüt iftirasına uygun kullanılması gereken ne malzeme varsa hepsi sayılıp dökülmekte, duruma göre ifadeler şekil değiştirmektedir.  

  

Gerçekte vurulan hiçbir özel harekatçı yoktur. İsabet aldığı söylenen çelik yelek emekli bir özel harekatçıya ait ve son kullanma tarihi geçmiş bir yelektir ve olay yerine nasıl geldiği bilinmemektedir. Tüm deliler ateş ettiği iddia edilen Mert Sucu’nun ateş etmediğini göstermektedir. En önemlisi de mert Sucu’nun elinde barut izi yoktur. Sırf bu delil olayın kumpas olduğunu göstermektedir. Üstelik olaya dair kamera görüntüleri kumpası ortaya çıkartacağından bu görüntüler tüm taleplere rağmen 6 yıldır dosyaya getirtilmemiştir. İlerleyen bölümde bu olayın kumpasın bir parçası olduğuna dair detaylı açıklamalar bulunmaktadır.  

  

  

  

Bahar Feyzan:   …işte özellikle de seks kasetleri... Nerde onlar?  

Özkan Mamati :  Bahar hanım bakın şimdi bu dosyada bir sürü buna benzer şey bulundu.  

  

Dosyada buna dair bir iddia dahi yoktur. Hiçbir şantaj kaseti de yoktur. Konu ileride delilleriyle anlatılmaktadır. Burdaki asıl amaç nasıl pervasızca yalan söylendiğinin görülmesidir. 

  

Bahar Feyzan: Peki, dava ne durumda yani o kasetlere ulaşabilecek mi? 

Özkan Mamati: Yok ulaşılamaz. 

  

Dosyada bir sürü şantaj kaseti bulunduğunu söyleyen Özkan Mamati bundan 1-2 dakika sonra bu kasetlere ulaşılamayacağını çok kesin bir ifadeyle itiraf etmiştir. Hiç var olmamış hayali kasetlerin bulunamayacağını kendisi de çok iyi bilmektedir. Bu nedenle bu hayali kasetlerin yurt dışına kaçırıldığı gibi yeni bir yalana başvurmaktadır. Ancak bu gerçekleri değiştirmez. İddia edilen şantaj kasetleri hiç var olmamıştır, sadece bu algı yaratılmıştır. Ayrıca Sayın Bahar Feyzan’ın da dikkat çektiği gibi bu sözde şantaj kasetlerinin iddia edilen kişileri ya vefat etmiştir veya siyasi hayattan çekilmişlerdir, yani bu iftiranın son kullanma tarihi geçmiştir.  

  

1999 yılında müvekkil ve çevresine yapılan operasyonda, işkence ile müvekkil ve arkadaşlarına basına servis edilmesi için özel olarak söylettirilen ve işkence altında defalarca provası yaptırılan bu yalanlar günümüze kadar medyada sürekli gündemde tutulmuş, başka hiçbir suç bulunamadığı için ana malzeme olarak kullanılmıştır. Sayılan gizli kamera gibi malzemeler, kimi zaman bahçe güvenlik kameraları kimi zaman da disket okuyucularının kasıtlı olarak gizli çekim malzemesi gibi gösterilmesi dolayısıyladır.  

  

  

Özkan Mamati :  bunu sakın zihninizde anlamak için çaba harcayarak dinlemeyin çünkü anlayamazsınız. bunu bir somut bir şey olarak dinleyin. Sakın bu nedir diye eşleştirmeyin. Çıkamazsınız işin içinden… 

  

Dosyada husumetli müştekiler anlatılanlara kimsenin inanmayacağını, çünkü onlarca çelişki olduğunun farkındadır. Bu nedenle söylediklerinin düşünülmesini anlaşılmasını ve eleştirilmesini istememektedirler. Sadece bu iftiraların sorgusuz sualsiz gerçekmiş gibi kabul edilmesini beklemektedirler. Karşısındaki kişileri bu şekilde manipüle edebileceğini sanmaktadır. 

  

Yalan olduğu çok iyi bilinen ancak algı oluşturmak için başvurulan bir diğer yalan müvekkilin sözde cezaevine çıplak resim yollanmasını istediğine yönelik absürd iddialardır. Müvekkilin böyle bir isteği hiçbir zaman olmamıştır. Her kelimesi kayıt altında olan görüşlerde böyle bir istekte bulunmak da mümkün değildir. Husumetli müşteki Özkan Mamati bu yalanıyla cezaevi yönetimi, savcılar ve hakimleri de zan altında bırakmakta, pervasızca savcıların devletin arşivlerinde şantaj yapılmak üzere çıplak fotoğraf sakladıkları iftirasını ortaya atılmaktadır. Cezaevinde okuma komisyonlarınca açılan ve birçok kişi tarafından kelime kelime incelenen mektuplarda müvekkilime çıplak fotoğraf gönderen kimse olmamıştır. Yine medyaya malzeme olması için husumetli müştekilerce gündeme getirilmeye çalışılan bu iddia haber yapılmış ancak söz konusu olayla ilgili Edirne Ağır Ceza Mahkemesi de 2021/1539 No’lu kararıyla söz konusu fotoğraflarda herhangi illegal yön ya da MÜSTEHCENLİK İÇEREN BİR DURUM OLMADIĞINI tespit ederek fotoğrafların müvekkil Adnan Oktar’a verilmesine hükmetmiştir. Söz konusu karar KESİN hükmündedir. Yani bu iddianın da İFTİRADAN İBARET olduğuna dair kesinleşmiş bir mahkeme kararı vardır.  

Müvekkil ve arkadaşları savunmalarında cezaevinden çıkmak için etkin pişman olarak iftiralarla dolu sayfalarca ifadeyi kendi ifadeleri gibi kabul etmek zorunda kalan kişilerin mektuplarını örnek göstermişlerdir. Bu mektuplarda taklidi mümkün olmayan çok coşkulu sevgi ifadeleri, baskı altında olduğu iddia edilen kızların “yeniden birlikte şuraya gidelim”, “burada yemek yiyelim”, “şurada eskisi gibi alışveriş yapalım”, “doğum günümü şurada kutlamıştık yeniden orada kutlayalım” tarzında son derece özgür olduklarına dair ifadeleri, “suçsuzluğumuz ortaya çıkınca yakında kavuşacağız”, “ilk buluştuğumuzda şunları yapalım” gibi hiçbir suç olmadığı ve arkadaşlarıyla yeniden bir arada olmayı planladıklarını gösteren ifadeleri iddiaları çürütmüştür. Bu kişilerin hiç kimse ile görüştürülmediği tek kişilik hücrelerde tutuldukları aylarca sürede bu mektupları tamamen kendi iradeleri ile yazdıkları açıktır.  Üstelik bir değil yüzlerce mektubu onlarca arkadaşlarına defalarca göndermişlerdir ve hepsinde bu iddiaları çürütecek ayrı örnekler olduğundan, bu ifadeler iftiralarla kurgulanmış sözde etkin pişman ifadeleri ile ciddi şekilde çelişmiştir.  Bu nedenle kumpasın çökmesi tehlikesine karşı medyada bu konunun tam tersi bir algı oluşturulmak hedeflenmiştir. Husumetli müştekilerce “zorla yazdırılan mektup kurgusu” bu endişenin ürünüdür.  

  

Dava ile ilgili tüm haberlerde ve söz konusu yayında da sürekli kullanılan bir diğer iddia olan Mehdilik iddiası da gerçek dışıdır. Müvekkil Adnan Oktar İslam dinine mensup, dinimizin gerekliliklerini titizlikle uygulayan samimi bir Müslüman olarak kendini anlatmaktadır. Kendisi Mehdilik iddiasının olmadığını ve asla olmayacağını defalarca Allah adına yemin ederek belirtmiş ve inancı gereği de bu iddiada bulunan birinin dinden çıkacağını bildiği için kendisine bu şekilde zanda bulunulmasından da şiddetle kaçınmıştır. 2018 yılına kadar yaptığı TV programlarında bu konuya yüzlerce kez Allah adına yemin ederek açıklık getirmiştir. Buna rağmen toplumun sinir uçlarına dokunabilmek için bu ifadeler tam tersine çevrilerek yıllardır böyle bir kara propaganda yapılmaya devam edilmektedir. Müvekkilin kendisinin asla böyle bir iddiası yokken, arkadaşlarının ve çevresinin de böyle bir iddiası yokken, husumetli müştekilerin bunun tam tersini şiddetle savunmalarının bir anlamı ve geçerliliği yoktur. Türkiye’de kendisini alenen Mehdi ilan eden birçok kişiye bile yapılmayan bir karalama müvekkile sebepsiz olarak yapılmaktadır.  

  

Kaldı ki müvekkilin arkadaşları Türkiye’nin ve dünyanın en saygın üniversitelerinden bir veya birkaç dalda mezun olmuş, bir kısmı lisans üstü çalışmalarda bulunmuş, başarılı iş hayatlarına sahip, seçkin ailelerden gelen, son derece akıllı kültürlü ve aydın insanlardır. Gerek yetiştirilme tarzları gerekse edindikleri hayat tecrübeleri itibariyle kandırılabilecek insanlar olmadıkları açıktır. Nasıl ki Sayın Bahar Feyzan’ı hiç kimse dini veya başka bir konuyu bahane ederek kandırarak suç işletemezse, müvekkilin yakın çevresinde de her ne bahane kullanılırsa kullanılsın, suç işlemeyi kabul edecek hiç kimse yoktur. Üstelik Kuran’ı defalarca baştan sona okumuş, çok iyi bilen ve Kuran’ın hükümlerine titizlik göstererek yaşayan insanları dini kullanarak kandırmak asla söz konusu değildir.  

Programın ilerleyen bölümlerinde husumetli müşteki Özkan Mamati’nin dile getirdiği“…SÜREKLİ AŞAĞILIK KOMPLEKSİ YARATIYORLAR siz de sürekli yukarı çıkma isteği içinde oluyorsunuzifadesi itiraf niteliğinde çok dikkat çekici ve önemlidir.  

  

Müvekkil de programın başından beri dillendirilen iftiraların kökeninin tam da bu olduğuna dikkat çekmektedir. Bir karanlık el müvekkil ve yakın çevresinin sahip olduğu seçkin özellikler dolayısıyla içten içe kıskançlık duyan, kin ve öfke besleyen bir kısım kişileri tahrik ederek harekete geçirmiştir. Müvekkilin hayat görüşüne göre, insanların fakir ya da zengin, eğitimsiz ya da iyi eğitimli, geniş imkanları olan veya olmayan gibi ayrımların bir üstünlük ölçüsü olamayacağını düşündüğünü çok çeşitli defalar ifade etmiştir. Kuran’a göre üstünlük ölçüsü ancak takvadır. Müvekkil kendisi de bu ölçüyü esas aldığını beyan etmiştir. 

  

Ancak yetiştiği çevre ve kişilik olarak toplumda kolay kabul göremeyecek kişilerin asla erişemeyecekleri bazı özelliklere müvekkil ve arkadaşlarının doğal olarak sahip olması yanlış bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde aşağılık kompleksine sahip bazı kişilerin bu yolla karanlık eller tarafından kullanılmak üzere tespit edilmesi ve kullanılması çok kolay hale gelmiştir.  

  

Söz konusu programdaki bir diğer asılsız iddia daha doğrusu ima da “hırsızlık, istismar, cinayet, darbeye yeltenmek” gibi en ağır suçların Allah rızası için yapılabileceği iddiasıdır. Ülkemizin yakın tarihinde örneklerini gördüğümüz kumpas davalarında olduğu gibi karanlık eller tarafından ülkemiz için son derece faydalı, etkili ve başarılı insanları engellemek için büyük komplolar kurulmuş, karalama kampanyaları yapılmış ve birçok çevre bilerek veya bilmeyerek bu kampanyaların destekçisi olmuştur. Hatta akıl almaz hayali suçlar masum insanlara yüklenirken, (ki bu insanların korkunç komplolara maruz kaldığı ortaya çıkan deliller ve mahkeme kararlarıyla sabittir) çoğunluk ağız birliği yapmış küçük bir kısım da doğru olmadığını bilse de ses çıkartamamıştır.  

  

Oysa gerçek bir suç örgütü veya mafya yapılanması ile ilgili hiçbir haber yapılamamakta, alenen işlendiği bilinen suçlar yok sayılmaktadır.  

  

Müvekkil kendisi ve arkadaşlarının kanunlara saygılı, dürüst, mütevazi, anlayışlı, sevecen ve affedici insanlar olduklarından haklarında olabilecek her türlü asılsız haber büyük bir pervasızlıkla yapıldığına dikkat çekmektedir. Aynı çevreler söz konusu gerçek bir suç örgütü olduğunda herkesin çok iyi bildiği gerçek haberleri bile korkudan yapamamaktadır. Dolayısıyla bu kadar asılsız iftira içeren haberin pervasızca yapılması müvekkil ve arkadaşlarından BİR SUÇ ÖRGÜTÜ OLAMAYACAĞININ en önemli delillerindendir.   

  

Konuyla ilgili her yayında söz konusu suçları müvekkil ve yakın çevresiyle ilişkilendirmek amacıyla bu mesnetsiz iddiaların gündeme getirilmesi ideolojik temelli karanlık algı yönetiminin bir parçasıdır.  

  

Söz konusu yayında müvekkil ve arkadaşları ile ilişkilendirilmeye çalışılan suçların işlendiğine dair en ufak bir delil yoktur, 2018’den beri yapılan araştırmalar sonucu da hiçbir delil bulunamamıştır.  Hatta bildiğiniz gibi bir delil bulma umuduyla benzeri görülmemiş şekilde evlerin yıkıldığı, temellerinin söküldüğü, bahçelerin kazılarak ağaçların köklerinden çıkartıldığı arama çalışmaları bile yapılmıştır. Ancak önemli bir gerçek gözardı edilmektedir; SUÇ OLMAYAN YERDE SUÇ DELİLİ DE OLMAZ. Medya’da hiçbir dayanağı olmadığı halde yapılan olumsuz haberlerin ne kadar iştahla servis edildiği dikkate alındığında, EN UFAK BİR DELİL BULUNABİLMİŞ OLSAYDI BUNLARIN GÜNLERCE, HAFTALARCA GÜNDEMDE TUTULUP TEKRAR TEKRAR YAYINLANACAĞI malumunuzdur.  

  

Söz konusu yayındaki bir başka asılsız iddia, kadınların çırılçıplak dans ettirildiği veya insanların eline silah verilip adam vurdurulduğu yönündedir. 

A9 TV yayınlarına dekolte konusunda eleştiri getirenler bile hiçbir zaman böyle pervasız ve saçma bir iddia ortaya atmamışlardır. Müvekkile hiçbir zaman “çırılçıplak dans” diye bir eleştiri yapılmamıştır. Eleştirilerin sahipleri kendileri de çoğu zaman TV’de yorumlar yapan ve daha çok dekolte giyen hanımlarla boy gösteren kişilerdir. Nedense yanlarındaki hanımların dekoltelerini görmemekte ve eleştirememekte, hatta bazen müvekkile karşı eleştiri konusu yaptıkları kıyafetlerden daha ağır dekolte kıyafetlere iltifatlar etmektediler. Nitekim Fashion TV gibi ülkemizde de izlenen moda kanallarındaki kıyafetler, eleştiri sahibi bu kesimler tarafından da hayranlıkla izlenmektedir. Ancak konu sadece müvekkilin programları olunca bir anda dekolte karşıtı olmaktadırlar.  

  

Müvekkil böyle bir zihniyetin hakim olması durumunda Türkiye’de kadınların özgür olamayacaklarını, kendilerine sürekli karışacak ve baskı yapacak birileri olacağını, bunun çok vahim bir durum olduğunu çok defalar ifade etmiştir. Türkiye’de inancının gereği olarak kapalı hanımlar olduğu gibi yine kendi inancı doğrultusunda daha modern kıyafetli veya dekolteli hanımlar da mevcuttur. Müvekkilim de kendi arkadaşları arasında dekolteli hanımlar olduğu gibi kapalı ve çarşaflı hanımlar da olduğunu hatırlatmakta, KİMSENİN GİYİM TARZINA KARIŞMAK GİBİ BİR SORUMLULUĞU OLMADIĞININ ALTINI ÇİZMEKTEDİR.  

  

Ülkemizde her kadın kendine uygun gördüğü kıyafeti giymekte serbesttir. Müvekkilin katıldığı programlarda eleştirilen dekolte ölçüsü diğer TV programlarındaki dekolteler kadar çok olmamakla birlikte, bu dekolte iddiaları, yurt dışından gelip yayına misafir olarak katılan yabancı modellerin güzellikleri dolayısıyla dikkat çekerek gündeme gelmiştir. Müvekkil hemen hemen her TV kanalında dekolte ve dans olduğunu sadece bunların sıradan görüldüğü için dikkat çekmediğini ve bu nedenle tartışma konusu yapılmadığını, yoksa sakıncalı olduğu düşünülse yılbaşlarında TRT kanallarında dansöz kıyafetleriyle dans izlettirilmeyeceğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Yurt dışında yaşayan, daha özgür giyinmeye alışık, üstelik Hristiyan inancında olup dinen hiçbir kapanma mecburiyetinde olmayan misafir modellerin, kendi çevrelerinde giymeye alışık oldukları kıyafetlere A9 TV yayınlarına katıldıkları için müdahale edilmesi gibi bir nezaketsizliğin hiçbir zaman yapılmadığını da eklemiştir. 

Ancak ne kadar eleştirilse de, bu modellerin günlük hayatlarında giydikleri kıyafetler hiçbir zaman hiç kimse tarafından “çırılçıplak” kelimesiyle eleştirmemiştir. Söz konusu yayında kullanılan bu ifade kasıtlı olarak toplumda infial yaratmak için kullanılmıştır.  

Sözde “eline silah verip adam vurdurma” iddiasının da gerçek dışı olduğu bilindiği halde bu ifadeler yine kasıtlı olarak kullanılmaktadır.  Sözde bir “silahlı örgüt algısı” meydana getirmek içindir. 

Bilindiği gibi müvekkil ve yakın çevresi 40 yılı aşkın süredir materyalist komünist bölücü çevrelere karşı fikri mücadele içinde olmuştur. Bu süre zarfında müvekkil ve arkadaşlarının en ufak bir silahlı olaya karışmadıkları ve devlete saygılı insanlar olarak bu tür olaylardan şiddetle çekindikleri çok iyi bilinmektedir. Müvekkil devletin güvenlik güçlerinin müdahalesini gerektiren en ufak bir olayla karşılaşılma durumunda bile her zaman devlete ve emniyet güçlerine başvurduklarının çok sayıda örneği olduğunu da ifade etmiştir. 

2018 yılında gerçekleşen polis operasyonu esnasında müvekkilin arkadaşlarından Mert Sucu tarafından güya polislere ateş edildiği iddiası  

KUMPAS İÇİN FIRSATA ÇEVRİLMEYE ÇALIŞILAN ÇOK ZORLAMA BİR İDDİADIR. 

MERT SUCU OLAYI BU DAVANIN KUMPAS OLDUĞUNUN EN AÇIK DELİLLERİNDEN BİRİDİR. POLİS OPERASYONU ESNASINDA HERHANGİ BİR SİLAHLI ÇATIŞMA YAŞANMAMIŞ ve POLİSE ASLA ATEŞ AÇILMAMIŞTIR. 

Tüm deliller Mert Sucu’nun ATEŞ ETMEDİĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR.  

Bunun en büyük delili her şeyden önce olay günü yapılan incelemede MERT SUCU’NUN ELİNDE SVAP yani ATIŞ ARTIĞI İZİNE RASTLANMAMIŞ OLMASIDIR. 

1.     Polise ateş ettiği iddia edilen Mert Sucu’nun, olay günü sağ elinde ATIŞ ARTIĞI (SVAP) İZİNE RASTLANMAMIŞTIR. Mert Sucu sağlaktır.  

2.     Buna karşın, Mert Sucu’nun ateş ederek hedef aldığı iddia edilen özel hârekat polisi Abdullah Karakaş’ın her iki elinde dirseğine kadar atış artığı izi olduğu tespit edilmiştir.  

ANCAK O GÜN ATEŞLENEN TEK SİLAH MERT SUCU’NUN SİLAHIDIR. Başka hiçbir silah kullanılmamıştır. 

3.     Adli Tıp incelemesinde, Mert Sucu’nun silahında hiçbir parmak izi bulunamamıştır. Çünkü, polis tarafından el konulan silahın içine konduğu mühürlü delil torbası daha Adli Tıp'a ulaştırılmadan BİRİLERİ TARAFINDAN HUKUKSUZCA AÇILIP ÜZERİNDEKİ İZLER ARKADA DNA ÖRNEĞİ BIRAKMAYACAK ŞEKİLDE PROFESYONELCE SİLİNMİŞTİR. 

4.     Özel Harekat polisinin üzerinde bulunan yelekteki mermi izinin yakın atıştan kaynaklandığı raporlanmıştır. Yani bu rapora göre ateş edenin yeleğe EN FAZLA BİR KARIŞ MESAFEDE durması gerekmektedir. Ancak, polislerin anlatımına göre Mert Sucu odanın içinde, polisler odanın dışında olacak şekilde hep uzak mesafededir. (Zaten özel harekat polislerinin bir karış yakınına gelip onlara ateş edemeyeceği de aşikardır. Polisler ile Mert Sucu olay sırasında bir karış yakınlığa asla gelmemişlerdir). 

11 Temmuz 2018 tarihinde Kandilli’de bulunan söz konusu konuta yapılan operasyonun görüntüleri HUKUKA AYKIRI ŞEKİLDE basında yer almıştır. Gözaltında bulunan elleri arkadan kelepçelenmiş Mert Sucu’nun görüntüleri de basına servis edilmiştir. Bu görüntülerde Mert Sucu’nun YÜZÜNÜN KAN İÇERİSİNDE OLDUĞU ve ŞİDDETLİ ŞEKİLDE DARP EDİLDİĞİ açıkça görülmektedir.  

Ne var ki söz konusu görüntüler, montajlanarak ve asıl olay anını gösteren dakikalar kesilerek basında gösterilmektedir. Olay anı görüntülerinin ısrarla saklanması, akla çok fazla şüpheyi getirmektedir.  

Mert Sucu olayı, bu davanın ÇOK BÜYÜK BİR KUMPAS OLDUĞUNUN açık delillerinden biridir.  Kumpası tezgahlayan karanlık eller, hiçbir yönden suç örgütü olamayacak müvekkil ve arkadaşlarını çok zorlama olmasına rağmen, silahlı suç örgütü gibi göstermek ve tamamını tutuklatmak amacıyla bu olayı baştan sona kurgulamıştır. Bu olayda kasıtlı olarak aydınlatılmayan karanlık noktalar, çelişkiler ve polislerin yalan ifadeleri kumpası açıkça ortaya koymaktadır.  

Eğer iddia edildiği gibi gerçekten bir silahlı suç örgütü olsaydı bu örgütün kendisine operasyon yapılmadan önce birçok silahlı suçu olur, bunlar gerekçe gösterilerek operasyon yapılırdı. Yani operasyon yapıldığı gün böyle hayali bir olayın kurgulanmasına hiç gerek olmazdı.  

Bu olayın daha iyi anlaşılması için başka bir örnek üzerinden anlatılırsa, bu olay hırsızlık iddiası ile kendilerine operasyon yapılan kişilerin ilk ve tek hırsızlık olayının yakalandıkları sırada operasyonu yapan polislerin cüzdanını çalmak olduğunu iddia etmek kadar mantıksızdır.  

Kandilli’de operasyonun yapıldığı evde olay yerini gösteren güvenlik kameraları bulunmaktadır. Fakat 6 yıldır olayı tamamen aydınlatacak bu kamera görüntüleri dosyaya konmamakta, savunma tarafının ulaşması engellenmektedir . 

Sanıklar ve müdafilerinin defalarca bu görüntüleri içeren video kayıtlarının dosyaya getirtilmesi için talepte bulunmalarına rağmen, 

Olayı aydınlatacak en önemli delil olan bu görüntüler 

 6 yıldır ISRARLA dosyaya getirtilmemiş ve halen de bu görüntülere ulaşılamamaktadır. 

6.     Güya ateş edilen iki özel harekat polisi, ilk günden itibaren Mert Sucu’nun odasının kapısında iki kişi olduklarını beyan etmişlerdir. Ancak bundan tam 4 sene sonra aniden ortaya çıkan ÜÇÜNCÜ BİR POLİS kendisinin de olay yerinde olduğunu söyleyerek tanıklık yapmıştır. Üç polisin ifadeleri ONLARCA YÖNDEN BİRBİRLERİYLE ÇELİŞMEKTEDİR. 

7.     Mert Sucu’nun odasına olay yeri inceleme polislerinden önce başka birileri girmiş, eşyaların yerini değiştirmiştir. 

8.     Mert Sucu’nun odasında yerde kan izleri bulunmuştur. Sadece Mert Sucu’nun kan örneğine bakılarak yerdeki kanın ona ait olmadığı tespit edilmiştir. Ancak bu kanın, olay yerinde bulunanlardan kime ait olduğuna dair hiçbir bir tespit yapılmamıştır.  

9.       Mert Sucu tarafından vurulduğunu iddia eden polisin üzerindeki çelik yeleğin son kullanma tarihi geçmiştir ve yeleğin içinde emekli olmuş bir polis memurunun ismi yazmaktadır. Çelik yeleklerin kullanım süreleri dolduktan sonra kesinlikle kullanılmadıklarını ve bir başkasının çelik yeleğini operasyonlarda giyemeyeceklerini polis memurları bizzat kendileri beyan etmişlerdir. Kurşun geldiği iddia edilen çelik yeleğin olay yerine nasıl geldiği ve nasıl isabet aldığı son derece şaibeli bir konudur. 

10. Güya vurulduğunu iddia eden polisler ŞAŞIRTICI ŞEKİLDE hiçbir tıbbi muayeneden geçmemiş, hastaneye gitmemiş, doktor raporu almamıştır. Üzerindeki çelik yeleğe isabet aldığını söyleyen polisin vücudunda ciddi morarmalar oluşması gerekirken, bunlara dair tek bir fotoğraf dahi çekilmemiş, böyle bir durum –gerçekte olmadığı için– belgelendirilmemiştir. 

SÖZDE “O GÜN POLİSLERE ATEŞ EDİLDİĞİ” İDDİASI bunlar gibi yüzlerce şaibe, çelişki ve anormalliklerle doludur. 

Yukarıda anlatılan şaşırtıcı olaylar zincirinin tek bir tanesi bile bu olayın kumpas olduğunu şüphe bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. 

Nitekim, Balistik İnceleme, Olay Yeri İnceleme ve Kriminalistik İnceleme Uzmanı, İç-Dış Balistik ve Olay Yerinde Atışın Yeniden Yapılandırılması Uzmanı, Adli Balistik Uzmanları gibi kişiler tarafından dosyaya sunulan teknik analizlere dair bilimsel mütalaalar, Mert Sucu olayındaki şaibeleri ve olay günü polise ateş edilmediğini açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır. 

  

Müvekkil husumet sahibi bir müştekinin tek taraflı ve öfkeli açıklamalarına maruz kalan Sayın Bahar Feyzan’ın objektif haberciliğin gereği olarak bu gerçekleri de değerlendireceğini ve dikkate alacağını düşünmekte ve ümit etmektedir. Saygılarımızla, 

  

Adnan Oktar 

Müdafii 

Av. Mert Yetişir 

 

 

Daha yeni Daha eski