YARGITAY (İLGİLİ) CEZA DAİRESİ’NE 

Gönderilmek Üzere, 

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE 

DOSYA NO : 2023/310 E., 2023/494 K. 

SUNAN : Adnan OKTAR 

MÜDAFİ : Av. Mert YETİŞİR 

KONU    : Müvekkil Adnan Oktar'ın, Firavun ve Nemrut örneklerinden yola çıkarak günümüzdeki derin devletlerin kıskançlık ve hainlik üzerine faaliyet yürüttüklerini ve bunun da her zaman Müslümanların hayrına olduğunu anlattığı dilekçesinin sunumudur.  

  

AÇIKLAMALAR: 

Müvekkil Adnan Oktar, tarihte zalimlikleriyle tanınan Firavun ve Nemrut'u, Kuran'dan ayetler ışığında analiz ederek, şeytanın idaresindeki derin devletlerin her zaman aynı zalim yöntemleri izlediklerini, daima benzer suçlamalarda bulunduklarını, kıskançlık, kibir, öfke ve haset duygularıyla hareket ettiklerini izah etmiştir. Günümüz derin devletinin de benzer yöntemlerle ortaya çıktığını, fakat GEÇMİŞTEKİ ZALİMLERİN, PEYGAMBERLERİN ve SALİH MÜSLÜMANLARIN ŞEREFLERİNİ ARTIRDIKLARI GİBİ, bugünün ZULÜM İÇİNDEKİ DERİN DEVLETLERİNİN DE MÜSLÜMANLARIN ŞEREFİNİ ARTIRMAKLA GÖREVLİ OLDUĞUNU açıklamıştır. Müvekkilin konu ile ilgili dilekçesini aşağıda takdirinize sunuyoruz.  

Firavun ve Nemrut Zulmü, Peygamberlerin ve Salih Müminlerin Şerefini Artırmak İçin Özel Olarak Yaratılmıştır 

Tarih, Allah taraftarları ile şeytan taraftarlarının sürekli olarak mücadelesine tanık olmuştur. Çünkü dünya bir imtihan yeridir ve insanlar da iyi ve kötüyle imtihan olmaktadırlar. Şeytan, "büyüklendiği" için cennetten kovulmuş ve yeryüzünde insanlar arasında fitne yayma görevini üstlenmiştir. İmtihan, onun kötülüklerine, aldatıcı vaatlerine kanıp kanmama sınavıdır. Allah ayetinde bu gerçeği bildirir: 

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2) 

Dünyanın imtihan dışında başka bir amacı olmadığına göre, şeytanın insanları saptırma çabası da hayat boyu devam eder. Şeytan, kendi avanesini belirlemede çok ustadır. Kendisi gibi kibirli, enaniyetli, egoist, hain ve gaddar tıynette insanları kendi askerleri yapar. Kendi himayesine aldıktan sonra da onları, kendilerini -Haşa- ilahlaştıran varlıklar haline getirir. Güç zehirlenmesine uğrayan, dünya imkanlarına kibir ve enaniyet ile sahip çıkan ve zalim yöntemlerle etrafına hükmeden, korku imparatorluğu kuran, tehdit ile etrafına adam toplayan bu insanlar, bir süre sonra yaratılma amaçlarını unutur hale gelirler. O aciz halleriyle -Haşa- yaratan vasfına sahip olmak isterler.  

Şeytanın cennetten kovulmasına neden olan aynı kibir, bu kişilerin de tüm benliklerini kaplar. 

Kuran'da Allah, bu kibri taşıyan tarihi vakalardan örnekler vermiştir. Bu örnekler önemlidir; şeytanın kibrini taşıyan ve kendisini -Haşa- Allah'tan üstün gören bu kişiler, şeytanın ana vasıflarının temsilcisi konumundadırlar. ZALİMLİKLERİ, HAİNLİKLERİ, ÖFKELERİ, KISKANÇLIKLARI, ÇIKARCILIKLARI VE KORKU SALARAK KENDİLERİNE SAHTE BİR İMPARATORLUK KURMALARI en önemli özellikleridir. Bu vasıflarıyla ön plana çıkan bu kişiler, şaşılacak şekilde hep aynı üstünlük iddiası ile tarih sahnesinde olmuşlardır. Çünkü aslında şeytanın kişiliği de yöntemi de tektir.  

FİRAVUN 

Bu konuda Kuran'dan verilebilecek en önemli örneklerden biri Firavun'dur. Firavun, döneminin acımasız lideri olup, tüm kavmine zulmetmesiyle ünlüdür. Firavun'un bu zulmü ayette şöyle bildirilmiştir: 

Sizi, DAYANILMAZ İŞKENCELERE uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar, KADINLARINIZI DİRİ BIRAKIP, ERKEK ÇOCUKLARINIZI BOĞAZLIYORLARDI. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (Bakara Suresi, 49) 

Büyüklenme duygusu Firavun'u, nehirlere denizlere sahip olduğu zannına kadar götürmüş, bir kibir zehirlenmesi içinde yaşamı boyunca yapabileceği her türlü zulmü gerçekleştirmiştir.  

Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?" (Zuhruf Suresi, 51) 

Elbette Firavun'u tarihi bir vaka haline getiren unsur, Hz. Musa (as)'ın tebliğine karşı direnişi ve bunun sonrasında Hz. Musa (as)'ı ve beraberindeki müminleri yok etmeye yönelik azmidir. Kuran'da, Musa-Firavun kıssasında, Hz. Musa (as)'ın tebliği ve bu tebliğe karşılık şeytanın Firavun örneğinde nasıl tecelli ettiği çok kapsamlı olarak gösterilmiştir: 

Firavun'un büyüklenmesi: 

Firavun'un ayetlerde vurgulanan en önemli özelliği büyüklenmesidir. Kendince Hz. Musa (as)'ı herhangi bir insan olarak görmekte, bir üstünlüğü olmadığını iddia etmekte, Hz. Musa (as)'ın mensubu olduğu İsrailoğullarını da kendisine köle yapmasından dolayı aşağılamaktadır: 

Sonra Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik. 

Firavun'a ve ileri gelen çevresine; FAKAT ONLAR BÜYÜKLENDİLER. ONLAR, 'BÜYÜKLENEN-ZORBA' BİR TOPLULUKTU. 

Dediler ki: "BİZİM BENZERİMİZ OLAN İKİ BEŞERE Mİ İNANACAKMIŞIZ? Kaldı ki, ONLARIN KAVİMLERİ BİZE KULLUKTA (KÖLELİKTE) BULUNMAKTADIRLAR." (Müminun Suresi, 45-47) 

Firavun'un, Hz. Musa (as)'ın tebliğini kendince alaya alması: 

Firavun, Hz. Musa (as)'ın kendisine tebliğ için geldiğini öğrendikten sonra ona sorular sormaya başlamıştır. Hz. Musa (as), kendisine Alemlerin Rabbi olan Allah'ın vasıflarını anlattığında, kendisi dışında bir güç kabul etmediğinden, etrafındakilere "işitiyor musunuz" demiş, kendince bu tebliği alaya almıştır (Yüce Rabbimizi tenzih ederiz).  

Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi nedir?" 

(Musa) Dedi ki: "Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. Eğer 'kesin bilgiyle inanıyorsanız' (böyledir)." 

Çevresindekilere dedi ki: "İşitiyor musunuz?" (Şuara Suresi, 23-25) 

Firavunun, kendince Hz. Musa (as)'ı ve tebliğini küçümsemek için kullandığı dil, şiddetli büyüklenme hissinin bir tezahürüdür. Sırf Allah'ın büyüklüğünü yücelttiği için Hz. Musa (as)'a kin duymakta ve sırf bu sebeple Hz. Musa (as)'ı hapse atmak istemektedir: 

Allah'ın varlığını tebliğ eden Hz. Musa (as)'ı, Firavunun, hapse atmakla tehdit etmesi: 

(Musa:) Dedi ki: "O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir."  

(Firavun) Dedi ki: "Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir." 

"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir" dedi (Musa). 

(Firavun) dedi ki: "ANDOLSUN, BENİM DIŞIMDA BİR İLAH EDİNECEK OLURSAN, SENİ MUTLAKA HAPSE ATACAĞIM." (Şuara Suresi, 26-29) 

Allah'ın varlığını tebliğ eden peygamberleri ve samimi Müslümanları DELİLİKLE suçlamak, ardından onları -SUÇSUZ OLDUKLARINI BİLE BİLE, SIRF KISKANÇLIK VE ÖFKE SEBEBİYLE- HAPSE ATMAK, tarih boyunca değişmez bir kanun şeklinde uygulanmıştır. Kendisini ilahlaştıran müstekbirler, daima Allah'ı anlatan samimi dindarlara karşı öfke içinde olmuş ve onları yok etme azmi göstermişlerdir. Etrafındaki insanların bu tebliğe uymaları ve inanmaları onları dehşete düşürür. Çünkü onlar, korku ve tehdit yoluyla etraflarında bir tebaa oluşturmuşlardır ve bu sahte güçlerinin, oluşturdukları sahte hükümranlıklarının ellerinden gitmesini istememektedirler.  

İlk başvurulan yöntemin "HAPSE ATMAK" olması manidardır. O insanı YOK ETMEK, SUSTURMAK, İNSANLARIN ONU DİNLEMEMESİNİ SAĞLAMAK, TOPLUMDAN UZAKLAŞTIRMAK İÇİN HAKSIZ YERE KİLİT ALTINA ALMAK, başvurulacak en zorbaca yöntemlerdendir. Firavun da kendi zalimliğinin bir yansıması olarak, Hz. Musa (as)'ı kendisine itaatkar hale getirmeye çalışmakta, hatta -Haşa- kendisini ilah edinmesini istemekte, bu olmazsa kendisini hapse atmakla tehdit etmektedir.  

  

  

Firavun ve avanesinin, Hz. Musa (as)'ı, devletin bekasını tehdit etmekle suçlaması: 

Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak. 

Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim." 

"Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları'nı benimle gönder." 

(Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)." 

Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oldu. 

(Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (göründü). 

Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: "BU GERÇEKTEN BİLGİN BİR BÜYÜCÜDÜR."; 

"SİZİ TOPRAKLARINIZDAN SÜRÜP-ÇIKARMAK İSTİYOR. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?" (Araf Suresi, 103-110) 

Hz. Musa (as)'ın gösterdiği mucizelere karşı Firavun ve avanesi, dikkat edilirse hemen halkta en fazla infial oluşturacak suçlamayı yöneltmekte ve önce Hz. Musa (as)'ın bir "büyücü" olduğunu iddia etmekte, ardından da "sizi topraklarınızdan sürüp çıkarmak istiyor" diyerek onu, devlet ve millet arasında bütünlüğü sarsmaya çalışan bir kişi gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Oysa o sırada İsrailoğulları, Mısır'da adeta bir köle hayatı yaşamaktadırlar. Dönemin Darwinist zihniyetinin etkisiyle, bu ırk aşağılanmakta ve halk, Firavun tarafından köle olarak kullanılmaktadır.  

Hz. Musa (as), kendi halkını bu zulmün içinden kurtarmak için Firavun'dan kavmini kendisiyle göndermesi için talepte bulunmaktadır. Firavun ve önde gelenler ise, bu talebi, halkı parçalamaya yönelik bir beka sorunuymuş gibi göstermekte ve köle muamelesi yaptığı İsrailoğullarına "sizi topraklarıNIZdan sürüp çıkarmak istiyor" diyerek algı yaratmaktadır. Gerçekte o toprakların İsrailoğullarına ait olduğunu hiçbir zaman kabul etmemiştir.  

Sinsi tuzaklarını kalabalığın ortasında sergileme, gösteriş merakı: 

Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), ŞEHİRLERE DE TOPLAYICILAR YOLLA"; 

"BÜTÜN BİLGİN BÜYÜCÜLERİ SANA GETİRSİNLER." (Araf Suresi, 111-112) 

"Şehirlere toplayıcılar gönderilmesi" dikkat çekicidir. Kuran'ın çeşitli yerlerinde Peygamberlere ve Müslümanlara kurulan tuzaklarda, karşıdaki kişilerin hep insanları toplayarak HALKIN HUZURUNDA TUZAKLARINI VE SİNSİ PLANLARINI SERGİLEDİKLERİNİ görürüz. Kendi akıllarınca Müslümanları halkın önünde küçük düşürmeyi ve kendi üstünlüklerini sergilemeyi planlamaktadırlar. Bu, şu an basın yayın yoluyla yapılan kara propagandanın o dönemki halini yansıtmaktadır.  

Alınan bu tedbirler Firavun ve askerleri için bir sonuç vermemiş, asasını atması ve büyücülerin tüm hilelerini yok etmesi neticesinde, halkın önünde Hz. Musa (as)'ın galibiyeti görülmüştür.  

Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. 

Ve sihirbazlar secdeye kapandılar. (Araf Suresi, 119-120) 

Firavun ve avanesinin küçük düşmesi ve ardından Firavun'un itaatkar askerlerinden olan büyücülerin iman ederek secdeye kapanmaları elbette Firavun için büyük bir yenilgidir. Yenilginin dehşeti ve Hz. Musa (as)'a yönelik şiddetli haset duyguları ile Firavun, derhal zulüm, tehdit ve korkutma yöntemlerine başvurmuştur.  

Firavunun kıskançlığı, yenilgiyi hazmedemeyip zulme başvurması: 

Firavun: "Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz." 

Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim." 

(Onlar da:) "Biz de şüphesiz Rabbimiz'e döneceğiz" dediler. (Araf Suresi, 123-125) 

Hz. Musa (as)'ın gösterdiği mucizenin olağanüstülüğü nedeniyle hemen iman eden büyücülere karşı Firavun, derhal, onları en dehşetli şekilde idam etme tehdidinde bulunmuştur. Bunun nedeni, Hz. Musa (as)'a karşı duyduğu büyük kıskançlık ve ona karşı beklemediği yenilgidir. Aynı zamanda Firavun, iktidarını kaybetme korkusunu da dehşetle yaşamaktadır. Kendi taraftarlarından olanların beklenmedik bir şekilde karşı tarafa geçmesi, onun kibirli dünyasında kabul edilemeyecek bir durumdur. Bu nedenle Firavun, en iyi bildiği yönteme, zulmederek yok etme yöntemine başvurmaktadır.  

Kavmin önde gelenlerinin Firavun yancılığı: 

Kavmin önde gelenleri, Firavun'un gözüne girmek, tabir-i caizse "yancılık yapmak" adına bu zulmün destekçisi olmuşlardır. Firavuna, zulmünü pekiştirecek akıllar vererek, onun gaddarlığını teşvik ederek, zalimi desteklemişlerdir. Aslında tek amaçları, zalim Firavun'un has adamı olabilmek, daha fazla çıkar elde edebilmek, mevcut imkanlardan mahrum kalmamaktır. ZULME UĞRATILANLARIN KİM OLDUKLARI, HAKLI OLUP OLMADIKLARI UMURLARINDA DAHİ DEĞİLDİR. Çünkü onlar da Firavun'la aynı güç zehirlenmesini yaşamaktadırlar.  

Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: "MUSA VE KAVMİNİ BU TOPRAKTA (MISIR'DA) BOZGUNCULUK ÇIKARMALARI, SENİ VE İLAHLARINI TERK ETMELERİ İÇİN Mİ (SERBEST) BIRAKACAKSIN?" (Firavun) Dedi ki: "Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, ONLARA KARŞI KAHREDİCİ BİR ÜSTÜNLÜĞE SAHİBİZ." (Araf Suresi, 127) 

Burada, Hz. Musa (as)'a yönelik kıskançlığının ve üstünlük iddiasının, Firavun'u KİTLE KATLİAMINA sürüklediğine dikkat çekmek gerekir. Hatta bu haset duygusu öyle güçlüdür ki, bu zalim hükümdarı ÇOCUK KATİLİ yapacak düzeye getirmektedir. Sadece bu, şeytanın büyüklük ve haset hislerinin ne kadar büyük bir zulme kapı açtığını görmek bakımından yeterli bir örnektir.  

Firavun ve avanesinin, Allah'ın uyarılarını anlamazdan gelmeleri: 

Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye YILLAR YILI KURAKLIĞA VE ÜRÜN KITLIĞINA uğrattık. 

Onlara bir iyilik geldiği zaman "Bu bizim için" dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, ALLAH KATINDA ASIL UĞURSUZ OLANLAR KENDİLERİDİR; ama onların çoğu bilmezler. 

Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. 

Bunun üzerine, AYRI AYRI MUCİZELER (AYETLER) OLARAK ÜZERLERİNE TUFAN, ÇEKİRGE, BUĞDAY GÜVESİ, KURBAĞA VE KAN MUSALLAT KILDIK. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular. (Araf Suresi, 130-133) 

Allah, zulüm ve büyüklenme nedeniyle Firavun ve avanesine çok çeşitli belalar ve zorluklarla hatırlatmalar yapmıştır. Önce, "belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına" uğratmıştır. Başlarına gelen bu musibet ile yaptıkları zulmün ve sergiledikleri büyüklenmenin yanlış olduğunu anlamalarını istemiştir. Ancak Firavun da, askerleri de bunu anlamazdan gelmiş ve üzerlerine gelen belayı, Allah'ın bir hatırlatması olarak değil de, Hz. Musa (as) ve beraberindekilerin uğursuzluğu olarak nitelendirmişlerdir.  

Ardından Allah, yine bir hatırlatma ve mucize olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kılmıştır. Firavun ve destekçileri, bu benzersiz felaketler karşısında dahi Allah'a karşı büyüklenme göstermekten çekinmemişlerdir.  

Kuşkusuz ki, Firavun da askerleri de başlarına gelen bu musibetlerin Allah'tan bir hatırlatma olarak geldiğinin farkındadırlar. Ayette şöyle belirtilir: 

Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. 

Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 14-15) 

İnsan, istediği kadar inkar etsin, istediği kadar mazeret bulsun, yaptığı şeyin de bilincindedir; yaşadığı şeyin neden kaynaklandığının da. İNSAN, KENDİ NEFSİNİ EN İYİ BİLENDİR. Kimi zaman başına gelenler için mazeretler ortaya atsa da, gerçekte bu mazeretlerin geçersiz olduğunun da bilincindedir.  

Firavun ve askerleri de, yaşadıkları bela ve musibetlere, istedikleri kadar Musa ve beraberindekilerin uğursuzluğu desinler, gerçekte başlarına bunun Allah'a karşı büyüklendikleri için geldiğini ve Allah'ın kendilerine hatırlatma yaptığını çok iyi bilmektedirler. Bunun farkında olmaları da onlar için ayrı bir büyüklenme nedeni olmuş ve Allah'a karşı günahkar tutumlarını artırmışlardır.  

Firavun ve avanesinin ikiyüzlü tavrı: 

Başlarına iğrenç bir azap çökünce, dediler ki: "Ey Musa, Rabbine -sana verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğulları’nı seninle göndereceğiz. 

Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, ONLAR YİNE ANDLARINI BOZDULAR. (Araf Suresi, 134-135) 

Aslında bütün bu felaketlerin kendilerine Allah tarafından ve büyüklenmeleri dolayısıyla geldiğini bilmektedirler. Hz. Musa (as)'nın Allah'ın sevgili kulu olduğunun da farkındadırlar. Musibetler şiddetlenince, Hz. Musa (as)'dan, kendileri adına dua etmesini istemektedirler. Musibetler giderilince de Hz. Musa (as)'ya inanacakları ve İsrailoğullarını kendisiyle göndereceklerine dair söz vermişlerdir.  

Allah, ayette "iğrenç azap" olarak nitelediği o şiddetli azabı bir süreliğine çektiğinde ise, bütün yeminlerini anında bozmuşlardır. Çünkü bu topluluk, ikiyüzlü, hain bir topluluktur.  

Kuşkusuz ki, ONLARIN İKİYÜZLÜLÜKLERİNİ EN İYİ BİLEN ALLAH'TIR. Allah'ın, azabı bir süreliğine üzerlerinden kaldırması, imtihanın gereğidir. Onların ikiyüzlülüklerinin, sözlerinde durmadıklarının görülmesi ve tüm kavmin buna şahit olması için Allah bunu özel olarak yaratmıştır.  

Firavun ve askerlerinin, büyüklenmeleri karşılığında helake uğramaları: 

Şeytanın hüsranı kesin bir gerçektir. Şeytan, güçlü de görünse, sinsi planları kısa bir süre için başarılı da olsa, etrafındaki insanları saptırsa da, MUTLAKA MAĞLUP OLACAK BİR VARLIKTIR. ONUN KADERİ, MUTLAKA HÜSRANDIR.  

Şeytanın izinden giden zalim tıynetteki tarihi şahıslar da, Kuran'da zulüm ve büyüklenmeleri ile tanıtıldıktan sonra, başlarına gelen dehşetli helak ile anlatılırlar. Hiçbiri dünyadaki iktidarını koruyamamış, İDDİA ETTİKLERİ İLAHLIK YÜCE ALLAH TARAFINDAN YERLE BİR EDİLMİŞTİR. ÖYLE Kİ GERİDE VARLIKLARINDAN ESER DAHİ KALMAMIŞTIR.  

Allah, Hz. Musa (as) ve yanındaki Müslümanların öldürmeye yeltenen Firavun ve askerlerini SUDA BOĞARAK helak etmiştir. Ayette Allah bu durumu şöyle haber vermiştir: 

Biz de onlardan İNTİKAM ALDIK ve AYETLERİMİZİ YALANLAMALARI VE ONLARDAN HABERSİZMİŞLER (GİBİ) OLMALARI NEDENİYLE ONLARI SUDA BOĞDUK. 

Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor kılınıp-zayıf bırakılanları (müstaz'afları) mirasçılar kıldık. Rabbinin İsrailoğulları’na olan o güzel sözü (vaadi), sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı (yerine geldi). Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini (köşklerini, saraylarını) da yerle bir ettik. (Araf Suresi, 136-137) 

Allah, Firavun'un büyüklük tatmini için yükselttiği köşklerini ve saraylarını dahi geride bırakmamış, yok etmiştir.  

Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık; 

Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da. 

İşte böyle; bunlara İsrailoğulları'nı mirasçı kıldık. (Şuara Suresi, 57-59) 

Kendisini güç sahibi gören Firavun, Allah'ın tek bir emriyle tüm tebaası ve sahip olduklarıyla birlikte yok edilmiştir. Kuşkusuz en başından beri Allah'ın kudretini çok iyi bilmekte, tanımaktadır. Ancak hiç bitmeyecek zannettiği dünya hükümranlığı, bu gerçeği ısrarla reddetmesine neden olmuştur.  

Firavun, ölüm ile karşılaştığında, varlığının hiçbir değeri olmadığını anladığında, Allah'a iman ettiğini söylemiştir. Ancak bu biat, Allah'ın Katında geçersizdir.  

Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın kendisine inandığı (İlah'tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. 

Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. (Yunus Suresi, 90-91) 

NEMRUD  

Nemrud ismi doğrudan Kuran'da yer almamakla birlikte, İslami ve Musevi kaynaklara göre Bakara Suresi 258. ayette kendisine mülk ve hükümdarlık bahşedilen ve şımararak Hz. İbrahim (as) ile tartışmaya giren kişinin Nemrud olduğu, müfessirlerce kabul edilmiştir. Bununla beraber, Hz. İbrahim (as)'ın ateşe atılması ile ilgili ayetlerde de Nemrud'a göndermeler olduğu kabul edilmiştir. Çeşitli rivayetlere göre Nemrud, Hz. İbrahim (as)'ın dünyaya gelişiyle ilgili olarak rüyasında yeni doğan bir yıldızın parlaklığının ay ve güneşi bastırdığını görür. Rüyayı yorumlayan kâhinler, ona ülkesinde doğacak olan bir erkek çocuğun halkın dinini değiştireceğini ve kendisini öldüreceğini söylerler (Taberî, I, 220-221). Bunun üzerine Nemrud, doğan erkek çocukların öldürülmesini emreder. Ancak Hz. İbrahim (as), bir mağarada olağanüstü nuru ile birlikte doğar.[1] 

İslam kaynaklarında Nemrud’dan hep bazı ilkleri gerçekleştiren kişi olarak söz edilir. Buna göre o ilk defa kötülüğe teşvik eden, başına ilk defa taç giyen, ilkin yıldızların durumunu ortaya koyan, ilk defa ateşe tapan ve insanları kendisine tapınmaya davet eden kişidir.[2] 

Nemrud, tıpkı Firavun gibi, sahip olduğu hükümdarlık ve mülk nedeniyle kendisini ilahlaştıran ve hükümranlığını kabul etmeyenleri doğrudan idam ederek yok etme acımasızlığına sahip olan gaddar liderlerdendir.  

  

Nemrud'un Kibri: 

Nemrud, mülk ve iktidar elde etmiş olmaktan dolayı güç zehirlenmesine uğramış ve kendisinde -Haşa- yaratıcılık vasfı olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmiştir.  

Allah, KENDİSİNE MÜLK VERDİ DİYE Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "BEN DE ÖLDÜRÜR VE DİRİLTİRİM" demişti. (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok, Allah Güneş'i doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258) 

Bu tip tarihi vakaların en önemli özellikleri, mücadelelerinin asıl olarak Allah'a karşı olmasıdır. Allah'a teslimiyeti kabul etmediklerinden, tüm üstün vasıflara sahip olduklarına inanmak ister ve kendilerine Allah'ı hatırlatan insanları ise yok etmek arzusu duyarlar. Nemrud'un Hz. İbrahim (as)'ı ortadan kaldırmak isteği de bundan kaynaklanmaktadır.  

Nemrud'un Hz. İbrahim (as)'ı ateşe atması: 

Hükümdarlıklarını sahip oldukları mülk ve acımasızlık üzerine kuran gaddar liderler, genel olarak halklarını köleleştirmiş ve kavmin önde gelenlerinden bir kısmını da kendilerine yancı edinmiş kişilerdir. Bu kişiler, kendi hakimiyetlerini zedeleyecek, köleleştirdiği insanları etkileyecek ve kendisini onların gözünde güçten düşürecek kişilerin varlığı karşısında en dehşetli yöntemleri kullanmaktan çekinmezler.  

Nemrud, halkını kendisine köle haline getirmiş, kibir ve büyüklenme içinde yenilmez olduğunu iddia etmiş bir hükümdar olarak, kurduğu tüm düzeni ortadan kaldıran, inşa ettiği putları darmadağın eden, dolayısıyla kurduğu hakimiyeti yok eden Hz. İbrahim (as)'a karşı şiddetli bir öfke duymuştur. Bunun için onu en zalimane yöntemlerle yok etmeye karar vermiştir. Hz. İbrahim (as)'ın ateşe atılması ve ateşin ona, Allah'tan bir mucize olarak soğuk ve esenlik hale getirilmesi ayetlerde şu şekilde bildirilir: 

Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?" 

"Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?" 

Dediler ki: "Eğer (bir şey) yapacaksanız, Onu Yakın Ve İlahlarınıza Yardımda Bulunun." 

Biz de dedik ki: "EY ATEŞ, İBRAHİM'E KARŞI SOĞUK VE ESENLİK OL." 

Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık. (Enbiya Suresi, 66-70) 

Ateşe atarak yok etme isteği, Nemrud ve destekçilerinin zalimliklerinin boyutunu gözler önüne sermektedir. Kendisini mutlak güçlü zanneden Nemrud, elbette ki Allah'ın dilemesiyle ateşin Hz. İbrahim (as)'a etki etmeyeceğini hiçbir şekilde tahmin etmemektedir. Bu zihniyetteki kişilerin zaten en önemli özelliği, Allah'ın varlığını ve sevdiklerine olan yardımını asla akıllarına getirmemeleri, kendi zahir güçlerini yıkılmaz görmeleridir.  

Nemrud'un da Firavun gibi çocuk katili olması: 

İslami ve Musevi kaynaklara baktığımızda Nemrud'un da tıpkı Firavun gibi KİTLE KATLİAMLARI yaptığını ve ÇOCUK KATİLİ olduğunu anlarız. İslami ve Musevi kaynaklara göre o da, kendi hükümdarlığını ortadan kaldıracak bir çocuğun dünyaya gelişini rüyasında görerek doğan tüm erkek çocukları katletmiştir. Bu, kendisini ilahlaştıran kibirli iktidar sahiplerinin ulaşabildikleri gaddarlık boyutunu, kendi kibir ve büyüklenmeleri uğruna neler yapabileceklerinin anlaşılabilmesi bakımından önemlidir. Nemrud da, sanki kaderi önleyebilecekmiş gibi, başına gelecekleri engelleyebilecekmiş gibi olabilecek en acımasız yöntemlerle kitle katliamları yapmakta, bundan asla çekinmemektedir. Ancak olacak olan mutlaka gerçekleşmektedir. Çünkü her şey Allah'ın emrindedir ve kader mutlaka yerine gelecektir. Zalim liderlerin hiçbiri kaderde karşılarına mutlaka çıkacak olan hüsranı hiçbir şekilde engelleyememişlerdir.  

Büyüklenme ve kibrin, Nemrud'u helake götürmesi  

Kendisini ilahlaştıran hiçbir zalim lider, Allah'ın azabından kurtulamamıştır. Sonsuza dek tüm mülkleri ve hükümranlıkları ile var olacaklarını zanneden bu iktidar sahipleri, peygamberlerin uyarmalarını dinlemeyerek, hatta onları öldürmeye yeltenerek helakı hak etmişlerdir. Nemrud'un ve askerlerinin sonu da farklı olmamıştır: 

Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat BİZ ONLARI DAHA ÇOK HÜSRANA UĞRAYANLAR KILDIK. (Enbiya Suresi, 70) 

Uzun süren iktidar, kendisine biat eden insanlar, gitgide artan mal ve zenginlik, her yere ulaşan hükümdarlık, bu zalim güç sahiplerini her zaman aldatmıştır. Uzun zaman boyunca bu imkanlara sahip olmak, zalimliği artıracak ortam ve imkan bulmak, bu kişilere "hiçbir şey olmayacak" hissiyatı vermiş ve tıpkı ayette belirtildiği gibi onları körleştirmiş-sağırlaştırmıştır: 

Başlarına bir bela gelmeyecek sandılar, körleştiler, sağırlaştılar. (Maide Suresi, 71) 

İşte bu körleşip sağırlaşma bir bela ile karşılaşana kadar onların üstünü kaplamaktadır. Zaman geçtikçe, pervasızca zalimliklerini sürdürdükçe, zalimliklerine rağmen hayatın devam ettiğini gördükçe, yaptıkları karşısında cezalandırmayacaklarından emin hale gelirler. Bu körleşme ve sağırlaşma, kendilerini bekleyen büyük cezayı görmelerini ciddi şekilde engeller. Oysa HER ZALİM İÇİN MUTLAK OLAN BU BELA, Allah'tan kendilerine mutlaka ulaşır. Tıpkı Nemrud'da, Firavun'da olduğu gibi.  

Şeytanın hileleri, başka Firavunlar ve Nemrutlar eliyle ahir zamanda da devam ettirilmektedir: 

Kuran'da Firavunların, Nemrutların örnek verilmesinin özel bir sebebi vardır. Allah, cennetten kovulmuş olan şeytanın fitnesini, yalancılığını, enaniyetini ve kibrini, kıskançlığını ve iftiracılığını, peygamberler döneminde yaşamış çeşitli temsilciler üzerinden insanlara tanıtmıştır. Şeytan, dünya var oldukça faaliyette olan bir inkarcı olduğuna ve insanları saptırmaya azmettiğine göre, aslında her devirde iyiler, şeytanın bu özelliklerini uygulayan Firavun ve Nemrutlarla karşılaşmıştır.  

Dikkat edilirse, Firavun ve Nemrut'ta karşımıza çıkan karakter özellikleri, gaddarlık ve zalimlik boyutu, yaşanan haksızlıklar ve kıskançlık uğruna yok etme ihtirası, yabancısı olduğumuz konular değildir. Şeytanın açıkça kontrolünde hareket eden, ancak zalim olarak yaşayabilen kişiler her dönemde olmuştur ve imtihan zaten, iyi insanlarla şeytan taraftarlarının bu mücadelesinin adıdır. Bu kişiler, Müslümanları ve iyi insanları yok etmeye azmetmişlerse de, sürekli olarak onların hayırlarını durdurmaya yeltenseler de, imtihanı daha da zorlaştırsalar da, aslında her dönemde iyiler için bir kazançtırlar. Çünkü bu kişilerin varlığı her zaman iman edenlerin ve iyi insanların ortaya çıkmasını, ışıl ışıl parlamasını, kıymetlerinin anlaşılmasını, onların ahiretteki derecelerinin yükselmesini sağlamıştır. Allah'ın sevgisine ve dünyada ve ahirette nimetlere uzanan yolun basamağı gibidirler. Bizler şu anda Hz. Musa (as)'ın, Hz. İbrahim (as)'ın, Hz. Yusuf (as)'ın şereflerini ve üstünlüklerini konuşabiliyorsak, bu onların ins-şeytanlara karşı verdikleri mücadeleyi bilmemizden kaynaklanmaktadır. Bunları konuşabilmemiz, onları şerefle yad edebilmemiz için Firavun'un, Nemrut'un mutlaka olması gerektiği açıktır.  

İçinde bulunduğumuz ahir zamanda, yaşadığımız şu dönemde de aynı düsturu devam ettiren derin devletlerin Firavun özellikleriyle ortaya çıkması, işte bu yüzden bizleri şaşırtmamaktadır. Şeytanın kontrolündeki insanların kıskançlık, haset, öfke, kibir gibi hisler nedeniyle samimi Müslümanları kilit altına aldırmaya çalışmaları, hayırlı faaliyetleri engellemeleri, halkı toplayarak aleyhte propaganda yapmaları beklenmedik şeyler değildir. Allah, kendileriyle mücadele eden ve zulmetmeye çalışan insanlarla karşılaştıklarında Müslümanların, "vaat edileni gördüklerinden dolayı teslimiyetlerini" ayetinde şu şekilde belirtmiştir: 

Mü'minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: "Bu, Allah'ın ve Resûlü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir." Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. (Ahzab Suresi, 22) 

  

Sonuç:  

Müvekkil Adnan Oktar'ın görüşlerini Sayın Dairenizin takdirine sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.28.12.2023 

Adnan Oktar müdafi,  

Av. Mert Yetişir  

 

 

 

Daha yeni Daha eski