Müvekkil Adnan Oktar ve Arkadaşlarına Yönelik Seviyesiz Propaganda Çalışmasında Bağnaz Sağcı ve Bağnaz Solcuların
Yan Yana Olması Dikkat Çekicidir

2018 yılında müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına bir operasyon yapılmasının ve camiadan hemen herkesin tutuklanmasının, ardından grubun sayısız aleyhe propaganda ve 10 binlerce yıllık cezalarla karşılaşmasının tek sebebi ideolojikti. Kuşkusuz ki, soruşturmayı başlatan savcılar da yargılamayı yapan hakimler de davaya dahil olan taraflar ve vekiller de ortada bir suç olmadığını çok iyi biliyorlardı. Bunu basın da gayet iyi biliyordu. Özellikle aleyhe görevlendirilmiş olan basının suç unsurlarından hiç bahsetmeyip sadece magazin gündeme getirmesinin tek sebebi buydu. Kamuoyu ise, önce gördükleriyle galeyana gelen ama saçma ve uydurma olayları hemen fark eden bir toplumun vicdanını temsil ettiğinden, kısa süre içinde oyunu fark etti. Nasılsa bu tür uydurmalara çok da yabancı değillerdi; keza Türkiye, son yıllarda bu tür oyunların rahatlıkla oynandığı bir ülke haline getirilmişti.

Dava dosyasında suç olmadığını hatırı sayılır duayen hukukçular sıklıkla dile getirdiler; hatta adalet taraftarı olduklarından dava dosyasına sunulmak üzere bu minvalde mütalaalar ve beyanlar hazırladılar. Duruşmalara gelip savunmalar yaptılar. Çünkü ortada bir yalan dönüyordu. Gerçek anlamda hak savunucusu misyonunu üzerine almış olan hiç kimse buna göz yumamazdı.

5 yıldır devam eden davadaki savunma delilleri, savunma tanıkları, ortaya çıkan müşteki yalanları hiç konuşulmadı. Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi'nin 400 sayfalık kapsamlı gerekçelerle hazırlamış olduğu beraat kararı hiçbir yerde görülmedi. Buradaki olağanüstü tespitlere hiçbir basın yer vermedi. Basında yer alan tek şey, beraat kararı verdiği için bir istinaf mahkemesinin hatırı sayılır hakimlerinin alelacele dağıtılmaları ve haklarında soruşturma başlatılmasıydı. Kumpas bu kadar aleni uygulanıyor ve umursamaz bir şekilde haber değeri taşıyordu.

2018 yılından beri 5 yıldan fazla zaman geçti. Adnan Oktar davası, tam 2 yerel mahkemeye, 2 istinaf mahkemesine gitti. Peki ne oldu da 2018 yılında soruşturma dosyasında dile getirilmiş yalanlar, 2023 yılının sonlarına geldiğimiz şu aşamada, ücretli olarak organize edilmiş kanallar tarafından, adeta bir düğmeye basılmışçasına tekrar bir yaygara konusu edildi?

Bunun sebebi elbette dava dosyasının Yargıtay Ceza Dairesi'nde olması, sonuçlanmaya yaklaşması ve kumpası kurgulayanların, Yargıtay'ın -doğası gereği- hukuku uygulayacağından ve hakkaniyetle bir karar vereceğinden korkmalarıdır.

Peki kumpasçıların yanı sıra bu korkuyu başka kim duymaktadır ve kimler kumpasçıların şu an gerçekleştirdikleri seviyesiz ve hukuksuz manipülasyonuna eşlik etmektedir?

Buna eşlik edenler, müvekkil ve arkadaşlarının fikir ve görüşlerine geçmişten bugüne ideolojik olarak karşıtlık gösteren kesimlerdir. Öncelikle ve önemle belirtmek gerekir ki, müvekkil, eleştiriyor da olsa, hemfikir olmasa da hayatının her aşamasında bütün görüş ve fikirlere saygı göstermiş ve bu konudaki demokrat tavrını her zaman ön planda tutmuştur. Keza, müvekkilin yer aldığı canlı yayın programlarına her kesimden, her inançtan ve her görüşten insanın katılıyor olması, kendisi dindar bir insan olmasına rağmen defalarca yayınlarına ateistleri, hatta satanistleri davet etmiş bulunması, komünist, sosyalist, deist veya bağnaz her türlü fikir ve inanç sahibi ile son derece düzeyli konuşmalar yapmış ve son derece sevecen tavrını hepsine göstermiş olması bu konudaki en büyük delillerdendir.

Bu karşı taraf için de geçerlidir. Örneğin, solcu, komünist veya sosyalist kesimden insanlar genellikle kendi ideolojilerine bağlılıkta oldukça kararlı olmalarına rağmen, demokrat ve özgürlükçü yapıları gereğince başka fikirlere de son derece saygılı olurlar. Ancak solcu, komünist ve sosyalistlerin de bağnazları vardır. Aynı durum, gelenekçi İslam anlayışını kabul etmiş, hatta bu konuda son derece muhafazakar ve tutucu bir yaşam süren kişiler için de geçerlidir. Bu kişilerin bir kısmı, Allah korkusunun ve Kuran ahlakının bir gereği olarak her halükarda yalandan uzak, kendi fikrine uymasa da doğru olandan yana olan, diğer fikirleri ve diğer inançları da kucaklayıcı ve son derece sevecen insanlar oldukları halde, aralarında elbette ki bağnazlar vardır. Söz konusu bağnazlar, kendi fikirleri ve inandıkları kendi doğruları dışında hiçbir şeye tahammül edemezler. Keza "bağnaz" kelimesinin sözlük anlamı, bir inanca, bir düşünceye aşırı ölçüde bağlanıp ondan başkasını düşünemeyen, ondan başka her öğretiye, her inanışa karşı olan kimse demektir.

Bu kişiler, kimi zaman, farklı fikirdeki insanların yok olmasını dahi isteyecek kadar sevgisiz ve nefret dolu olabilmektedirler. İşte o zaman da karşıt oldukları kişilere veya topluluklara karşı her türlü eziyeti ve haksızlığı mubah görürler.

Geçmişten bugüne, müvekkil ve arkadaşları ile seviyesiz bir mücadele yürüten, mesnetsiz kirli propagandalarla ve yalanlarla onları devre dışı bırakmak isteyen kesimler, genellikle hep hem sağın hem de solun bağnaz kesimlerini temsil eden insanlar olmuştur. Sağın bağnazları, yalana ve iftiraya dayanarak müvekkil ve arkadaşlarını, kendi çevrelerini en fazla etkileyecek isnatla, "dini değiştirme" isnadıyla suçlamışlardır. Solun bağnazları ise, müvekkil ve arkadaşlarının inanç ve yaşam biçimlerini külliyen kendileri için bir tehdit olarak görmüş; din, aile, ahlak, devlet gibi kavramlara şiddetle karşı olduklarından, tüm bu değerleri yücelten bu topluluğa öfkeyle yaklaşmışlardır.

Müvekkilin geçmişten beri yayınlarında ve çalışmalarında önemle üzerinde durduğu, ünlü Marksistlerin din, ahlak, aile ve devlet karşıtı sözleri bu konuya ışık tutmaktadır:

"Polisleri, askerleri, devlet memurlarını öldürmek, devlet kurumlarında yangınlar çıkartmak... Devletin hazinelerinden paraları almak... Devrimci komünist güçler yenilmez silahlı bir güç olarak ortaya çıkmalı, insanları öldürerek, bombalayarak, binaları havaya uçurarak korku yaymak ve bu şekilde toplumun üzerinde komünist diktatörlüğünü teşkil etmek iktidara ulaşmamızın önemli unsurlarındandır."[1] Lenin

"Dini düşünceler, Tanrı inancı, hatta Tanrıyı soyut olarak düşünmek bile benlikte gizlenmiş bir alçaklıktır."[2] Lenin

"Tanrıya inanmak, cahil ataların kültüründen kalma bir kalıntıdır.[3] Lenin

"Dine karşı gerçekçi bir ideolojik mücadele başlatmak görevimiz olmalıdır."[4] Lenin

"... Elbette, din zehirdir. İki büyük zararı vardır: Birincisi ırk anlayışını temelinden çürütür... (ve) ülkenin gelişmesini yavaşlatır. Tibet ve Moğolistan bu şekilde zehirlenmiştir."[5] Mao

Sadece birkaç örneğini verdiğimiz bu radikal zihniyet, Marksist, Leninist, Maoist zihniyetin tam olarak temelini teşkil etmektedir.

Elbette her sol ideolojiye bağlı kişinin, Leninist ve Maoistlerin din, aile, ahlak ve devlete karşı bu çarpık bakış açısını paylaşmadıkları müvekkilin önemle üzerinde durduğu bir konudur. Bu değerlere son derece önem veren, hatta bu değerlerin ayakta kalması için mücadele veren solcular şu an toplumda çoğunluktadır. Ancak müvekkile göre, Marks'tan beri süregelen bu radikal zihniyeti şu anda devam ettiren kişiler, dindar; aile ve ahlak kavramlarını toplumun var oluşu için şart olarak gören ve insanlık var oldukça devletin de varlığını koruması için çaba gösteren böyle bir gruba karşı ciddi bir ideolojik mücadele içinde olurlar. Bunun sebebi müvekkilin çalışmalarının bu bağnaz zihniyetleri tam anlamıyla ortadan kaldırması, bir bakıma bu kişilerin kendi dinlerini yok etmesidir. Müvekkilin yıllar süren faaliyetleri hem gelenekçi bağnazların hem de solcu bağnazların tüm inanç sistemini ideolojik olarak yıktığından, müvekkil bu konuda dünya çapında hatırı sayılır bir başarı elde ettiğinden, müvekkilin aklanmasıyla yenilgiye uğrayacaklarını düşünmektedirler.

Bu sebepledir ki, hukukla yapamayacakları işi, kara propagandayla ve bir trol ordusuyla yapmaya çalışmaktadırlar. Normal şartlarda farklı zihniyetlere tahammülsüzlüklerinden asla bir araya gelmeyecek olan bu fikir grupları, konu müvekkil olunca hayret verici şekilde ortak paydada birleşirler. Öfke içinde, akla hayale gelmeyecek iftira ve zulüm sistemlerini uygulayabilirler. Nedeni kendi dinlerinin ortadan ikiye ayrılması, uğruna hayatlarını adadıkları tüm değerlerin yok olması, inanç sistemlerinin ideolojik anlamda yıkıma uğramasıdır.

Basında veya sosyal medyada bir iftira yaygınlaştırıldığında, yargısız infaz yapıldığında, masum insanlar -sanki onların bir hayatları, bir aileleri, dostları, çevreleri yokmuşçasına- itibar suikastına uğratıldıklarında sağ kesimin bağnazlarının da sol kesimin bağnazlarının da el ele vererek bu yalanlara destek vermeleri işte bundandır. Onlar, bir suç veya suçlu olduğundan değil, kendi ideolojileriyle çatıştığından müvekkil ve arkadaşlarının susturulmasını istemektedirler.

Müvekkilin daima dile getirdiği gibi, sevindirici olan, ülkemizde gerçek demokrasi savunucularının olması ve toplumumuzun sağduyulu davranma konusunda atak bir millet olmasıdır. Halkımızın yalan ve iftirayı kısa süre içinde fark etmeleri ve kirli propagandalara prim vermemeleridir. Ülkede dini, inancı, fikri, ideolojisi ne olursa olsun, böyle güçlü demokrasi savunucuları olduğu sürece, bu ülkeye kimsenin zarar veremeyeceği, bu milleti kimsenin aldatamayacağı müvekkilin tam olarak inancını yansıtmaktadır. Saygılarımızla,

Adnan Oktar müdafi,

Av. Mert Yetişir



[1] "Teorik ve Pratik Terör Hakkında", Vladimir İlyiç Lenin, Homizuri G.P., Moskova 2005

[2] Yeni Dünya Dergisi, Aralık 1994, s. 19

[3] Pravda gazetesi, 1954

[4] Pravda gazetesi, 1958

[5] http://www.tibet.com/WhitePaper/white7.html 

Daha yeni Daha eski