YARGITAY İLGİLİ CEZA DAİRESİNE
GÖNDERMEK ÜZERE
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
1. CEZA DAİRESİ’NE

 

DOSYA NO                  : 2023/310 E., 2023/494 K.

SUNAN                        : Adnan OKTAR

MÜDAFİİ                     : Av. Mert Yetişir

KONU                          : Müvekkilin, İslamofobiyi tetikleyen geleneksel bağnaz din anlayışının yol açtığı toplumsal tahribatların Kuran Müslümanlığı’nda yer alan özgürlük, adalet ve sevginin anlatılması yoluyla giderilebileceğine dair görüşlerinin sunulduğu dilekçemizdir.

 

AÇIKLAMALAR          :

Müvekkil Adnan Oktar’ın çalışmalarının önemli bir bölümü, kendi ifadeleriyle “İslamiyetin Kur’an’a bağlı, sahabe dönemindeki gibi yaşanması, bağnaz, yobaz anlayıştan kurtarılması, özünün anlatılması” için yapılan çalışmaları içermektedir.

Özellikle son yüzyıllarda gelenekçi, bağnaz bir din anlayışının İslam coğrafyasında egemen olduğu, geçmişin kültür, medeniyet, zenginlik merkezi olan ülkelerin bu bağnaz sistemle yok olup, çürütüldüğü bilinen bir gerçektir.

Ne yazık ki, gerek ülkemizde gerekse batı dünyasında bağnazlık “İslam” olarak anılmaktadır.  Batı dünyası ise, bu bağnazlığa karşı duyulan korku, endişe, nefret ve düşmanlığı İslamiyet’e yönlendirmiştir.

Bu dilekçede, müvekkilin çalışmalarından yapılan alıntılarla, İslamofobinin kaynağının İslam dininin özünün değil, aslında bağnaz, yobaz, tutucu, geleneksel anlayış olduğu açıklanmaktadır. Müvekkilin bu konudaki çalışma ve gayretlerinin önemine dikkat çekilmektedir. Bir suç örgütünün, böyle bir konu için binlerce sayfa çalışma, binlerce saat yayın yapması, belgeseller hazırlamasının beklenemeyeceği ise açıktır.

Bağnazlığa karşı tek çözüm, Kur’an’ı rehber edinmektir:

İslamofobinin, dolayısıyla bağnazlığın tek çözümü İslamiyet’in sadece Kur’an’a bağlı olmasıdır. Aksi takdirde, radikalizm büyük bir bela olarak dünyayı sarmaya devam edecektir

İnsanlar korkularının İslam'dan değil, bağnazlık dininden kaynaklandığının farkında bile değildir. Birtakım hurafelere dayanan bağnazlığın İslam dini gibi gösterilmeye çalışıldığının birçok insan farkında değildir.

Ne İslam adına ortaya çıkan radikaller ne de bu radikallerden korku duyan İslamofobikler gerçek İslam'ın bu bağnaz, ürkütücü, sevgisiz ve nefret dolu dinle hiçbir alakasının olmadığını görmemekte veya görmezden gelmektedirler. 

Bağnazlığı yaşayan ve tüm dünyada da yaşatmaya çalışan kitleler, bu şekilde hem kendilerine hem de Müslümanlara nasıl bir zarar verdiklerinin bilincinde değildirler. Dünyada giderek artan İslam korkusunun Müslümanları nasıl zorlu bir ortam içerisinde bıraktığını ise hiç düşünmezler. Batı’da giderek artan İslam karşıtlığı hem bu toplumlara gerçeği gösterip ikna edebilme imkanlarını da ortadan kaldırmakta hem de Müslümanların saldırılara maruz kalmasına neden olmaktadır.

Gerçek İslam dini barış, sevgi ve şefkate dayalıyken, bağnazlar yaptıkları uygulamalarla tüm dünyada nefreti, kin ve düşmanlığı körüklemektedirler. Gerçek Müslümanlar, iyiliği, güzelliği ve her görüşten insanlarla Kur’an ayetlerine uygun olarak dostluğu teşvik ederken, onlar Müslümanları tüm dünyaya katı, sevgisiz ve uzlaşmacı olmayan insanlar olarak tanıtmaktadırlar. Müslümanlar huzurlu, barış ve sevgi dolu bir dünya oluşturmaya çalışırken, onlar çatışmayı teşvik etmektedirler. Müslümanlar yaşadıkları yerlere sanatı, bilimi, estetiği, kaliteyi hakim kılmaya çalışırken, onlar kalitesizliği esas alarak İslam’ı dünyaya yanlış tanıtmaktadırlar.


 

İSLAMOFOBİNİN KAYNAĞI HURAFELERE DAYANAN BAĞNAZ DİN ANLAYIŞIDIR

Bağnazlıkta demokrasi, fikir özgürlüğü, sevgi, saygı, şefkat, dostluk, fedakârlık, kadına değer verme, bilim, sanat, dünyayı güzelleştirme gibi özellikler yoktur. Bağnazlık kaskatı bir yapıyı içerir.

Bağnazlıkta, Allah’ın Kuran’da yasaklamadığı şeyler kati biçimde yasaklanır. Bu yasaklar hadis kitaplarına sonradan eklenmiş, Peygamberimiz (sav)’in sözleri ve uygulamalarıyla hiç ilgisi olmayan bir kısım uydurma hadislerdir.  Bu sözlerin sahih hadislerden ayırt edici özelliği, Kuran ile tam anlamıyla çelişmeleridir. Kuran ile çelişen bir söz ve uygulamanın Peygamberimiz (sav)’e ait olmasının imkansız olduğu açıktır.

Bağnazların dini geleneklerde, dilden dile yayılmış hurafelerde, fakat asıl olarak büyük bir kısmı Peygamber Efendimiz (sav)’e ait olduğu iftirası ile öne sürülen uydurma hadislerdedir.

Kuran’ın indirilişinin ardından geçen yüzyıllarda, Peygamberimiz (sav)’in bazı uygulamaları ve sözleri hadis olarak bir araya toplanmıştır. Hadislerin hicri 2. yüzyıldan itibaren yazılı hale getirilmeye başlandığı zannedilmektedir. Söz konusu hadislerin bir kısmı korunabilmiştir. Bir kısmı ise yanlış aktarılmış, çarpıtılmış veya tamamen uydurulmuştur.

Daha önce açıkladığımız gibi, bir hadisin gerçekten Peygamberimiz (sav)’in sözü veya uygulaması olup olmadığını bilmek için Kuran’a bakmak gerekir. Eğer bir hadis, Kuran ile mutabıksa, bu durumda doğrudur. Eğer geleceğe işaret eden bir hadis tahakkuk ettiyse yani gerçekleştiyse, bu durumda yine doğrudur. Ama eğer söz konusu hadis Kuran ile çelişiyorsa, bu konuda artık tereddüt yoktur: Hadis hiçbir şekilde doğru kabul edilemez.

Bir kısım İslam toplumları için sorun, Kuran’ı tamamen terk etmeleri ve bunun yerine uydurma hadisleri yol gösterici edinmeleridir. İslami literatürde söz konusu uydurma hadisleri “mevzu hadisler” başlığı altında ele alınmaktadır. Mevzu hadis teriminin sözlük anlamı: “Hz. Muhammed (sav)’in söylemediği bir sözü, yalan ve iftira ile ona nispet etmek”tir. Yani mevzu hadis, Hz. Muhammed (sav)’in hadisi olmadığı, onun tarafından söylenmediği halde kasıtlı olarak onun hadisiymiş gibi anlatılan söz anlamına gelir.

Mevzu hadislerin bilinmesi çok önemlidir, çünkü bu hadisler, şu anki bir kısım Müslüman topluluklarda Kuran’ın yerini alan ve yeni ve sahte bir din gelişmesine temel sebep oluşturan ana kaynaklardır.

Bağnazların kadın, hayvan, sanat ve estetik nefretini tarif etmeden önce bağnaz zihniyetin temelini oluşturan gerçeği tekrar hatırlatmak gerekir. Ayette Rabbimiz “Helalleri haram kılan kişiler”den bahseder:

 

Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler.
(Nahl Suresi, 116)



Günümüzde elbette haramları kendilerince umursamayan, helal sayan, ölçüsü Allah korkusu olmayan insanlar bulunmaktadır. Fakat ayette bildirilen ve Allah’ın helal kıldıklarını “din adına” haram kılanlar başka bir kategoridir. Söz konusu insanlar Kuran’a göre yapılabilir şeyleri yapılamaz hale getirmekte, özgürlükleri kısıtlamakta, meşru olanı yasaklamaktadırlar. Kitabın başından beri delilleriyle gösterdiğimiz gibi, aslında kendilerince Kuran’daki dini beğenmemekte (Kuran’ı tenzih ederiz) ve yeni bir din oluşturmaya çalışmaktadırlar.

 

Bağnazların Kadın Nefreti

Kuran’ın hiçbir ayetinde kadınların akıl olarak erkeklerden daha zayıf olduğu ifadesi yoktur. Tam tersine pek çok ayette “mümin kadınlar ve mümin erkekler” hitabıyla Allah Katında eşit sorumlu oldukları, yani benzer akıl ve vicdana sahip oldukları ifade edilmiştir.  Kadınlar ile ilgili mevzu hadislerle Allah’a yönelik bir iftirada bulunarak bağnazların ne kadar ileri gittiklerini de gösteren bazı hadislere aşağıda yer verirken bu hadislerde anlatılan korkunç zihniyetin, hiçbir şekilde Kuran’da yer almadığını özellikle belirtmek gerekir:

“Çok lanet ediyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı başında bir erkeğin aklını sizin kadar çelebilen aklı ve dini eksik başka bir varlık görmedim.” (Müslim, İman, 34/132; İbni Mace, Fiten 19/4003)

 

“Allah: ‘…Ben onu mükemmel ve akıllı olarak yaratmıştım. Şimdi hafif akıllı yapacağım; o iğrenerek ve istemeyerek yüklü olacak yavrusunu zorlukla dünyaya getirecektir’ dedi.” (et-Taberi Tefsir I 235 v.d.; Vffl143-44; Tarih 1/1 146-148; es-Salebi Arais&.21; İbnu’1-Esir el-KâmilI 34; tbn Kuteybe Te’vîlü Muhteüfi’l-Hadis. 139)

 

Bağnazlar kadınlar hakkındaki, "hafif akıllı", "iğrenerek ve istemeyerek yüklü" gibi asılsız ithamlarla kendi ürkütücü zihniyetlerini sergilerken, aynı zamanda Hz. Meryem (as)'a, sahabeye ve üstünlükleriyle övülen tüm diğer imanlı kadınlara da kendilerince hakaret etmektedirler.

“Kadın bir kaburga kemiği gibidir. Kadın bir kaburga kemiğinden, bir eğri kaburga kemiğinden yaratıldı, onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kırılması da boşanmasıdır.” (Müslim, Reda 64; Nesai, Nikah 15; Ahmed b. Hanbel, II, 168)

Hiçbir Kuran ayetinde kadının kaburga kemiğinden yaratıldığını ve eğri olduğunu bildiren bir ifade bulunmamaktadır. Bağnazların bu ifadelerinin aksine Yüce Rabbimiz Mümin suresi 64. Ayette kadını ve erkeği “en güzel surette” yarattığını bildirmektedir.

Kadınları aşağılamak için uydurulmuş olan diğer bazı hadisler ve iddialar şöyledir:

“Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.” (Sahih-i Buhari)

 

“Doksan dokuz kadından biri cennette, diğerleri ise cehennemdedir.” (Sahih-i Buhari)

 

“Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok istiğfar ediniz. Çünkü ben cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm.” (Müslim, İman, 34/132 İbn Mace, Fiten 19/4003)

Bağnazların dininde kadınlar dinin yaşanmasındaki en büyük engel olarak görülür. Bu nedenle onları olabildiğince sosyal hayattan izole etmeye, evlere hapsetmeye çalışırlar.

“Kadınlar olmasaydı Allah’a hakkıyla ibadet edilirdi.” (Suyuti, Buhari, İbn-i Adıyy, Ebu Hatim, İbn-i Cevzi, Muhammed Nasuriddin, İbn-i Hıbban hadisi mevzu kabul ederler.) (Silsiletul Ehadisuzzaif: 74, Tenzihuşşeria: 1/62, El-leali : 2/59)

 

“Kadınlar olmasaydı, erkekler cennete girerdi.” (Camiussağir: 2/113)

 

“Resul-i Ekrem (s.a.v)’den yine şöyle rivayet edilmiştir: “Kadın zarar görmeye müsait bir varlıktır; şeytan onun yanı başını kesiverir. (Onun için ya dışarıya çıkmamalı ya da çıktığında çok dikkatli olmalıdır.)” (Mizan-ül Hikme, C.2, S.259)

 

Bağnazların kadınları kendilerince aşağı kabul etmelerinin en önemli yansımalarından biri de kadınları toplumda etkili konumlarda asla görmek istememeleridir. Bu yüzden kadınların yönetici olmalarına karşıdırlar. Hatta kadınlarla istişare edilmesini bile kabul etmezler. Bağnazların kadınların aklına uymamak gerektiğine dair bazı iddiaları şöyledir:

 

“Başlarına bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz.” (İbni Hanbel Müsned 5/43,50; Tirmizi Fiten:75 Nesai Kudat:8; Buhari Fiten:18)

 

“Kadınlara itaat pişmanlıktır.” (Tezkiratul Mevzuat: 128, Kitabul Mevzuat: 2, 272)

 

“Kadınlarla istişare edin, onlara danışın ve onların söylediklerinin zıttını yapın.” (El- Makasıdul Hasene: 248, Tezkiretul mevzuat:128, Tenzihuş Şeria: 2-204, Silsiletul Ehadis: 432)

 

“Kadınlara danışmayın, onlara muhalefet edin. Kadınlara muhalefet edin, zira kadınlara muhalefet berekettir.” (Kadınlara Dîni Bilgiler 44,45 Suyuti, Leali II, 147; İbn Arrak, Tenzihü’ş Şeria II, 210)

 

“Kim ki karısına itaat ederse Allah (cc) onu yüzüstü cehenneme atar.” (İbn Arrak II, 215)

 

Bağnazların kadınların ikinci sınıf varlıklar oldukları ve Allah’ın kadınları geride bıraktığına dair bazı iftiraları şöyledir:

 

“Kadınları Allah geride bıraktığı gibi siz de geri bırakın.” (Taberani)

 

Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınlar üzerinde olan haklarından dolayı, kadınların erkeklere secde etmelerini emrederdim. (Sahih-i Buhari)

 

Bağnazların din adına kadınların süslenmelerini ve bakım yapmalarını yasaklayan iddiaları yüzünden tüm dünyada Müslüman kadınların genel anlamda son derece bakımsız hatta insanlıktan çıkmış, güzellikten, temizlikten, güzel konuşmaktan uzak varlıklarmış gibi tanınmalarına neden olmuştur.

“Dövme yapan ve yaptırana, yüzdeki tüyleri aldıran ve estetik için dişlerini seyrelttiren kadınlara Allah lanet etsin.” (Sahih-i Buhari)

 

“Takma saç takan, taktıran, kaşları incelten, kaşlarını incelttiren, dövme yapan ve dövme yaptıran lanetlenmiştir.” (Ebu Davut, Tereccul, 5)

Bağnazlar mevzu hadislerde Müslüman kadınların kocalarına takınmaları gereken tutuma oldukça ayrıntılı olarak yer vermiştir.  Bu hadislerin tamamında kadınların kocalarına hiç itiraz etmeyerek onları hoşnut etmeleri ve tek gayelerinin onları memnun etmek olduğu iddia edilir. Bunu yapmayan kadınlar ya lanetlidir veya cennete giremez.

Oysa Kuran’a göre kadın, erkekler gibi yalnızca Allah’ı razı etmek için yaratılmıştır, sadece Allah’a şükreder. Kadınlar üzerindeki tek hak sahibi Yüce Rabbimiz’dir, kocası değil. Bu sebeple kadının, kocasının “hakkını ödeyemediği” için türlü rezillikler içine girmesi gerektiğini söyleyen bu mantık Kuran’a tam olarak muhaliftir.

Kadınların kocaları ile ilişkilerinin nasıl olmasının gerektiğine dair bazı bağnaz iddiaları şöyledir:

“Kişi kadınını yatağa davet eder de kadın kaçarak eşi sinirli bir şekilde gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lanet eder.” (Sahih-i Buhari, 9/36)

 

“Bir kadın, kocasının yatağını (haklı bir mazereti olmadan, küs bir şekilde) terk eder ve (başka bir yerde) sabahlarsa, sabah açılıncaya kadar melekler ona lanet okur.” (Nehc-ül Fesaha, S.36, Hadis: 187)

 

“Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz.” (Hafız Zehebi, Büyük Günahlar Sayfa 187)

 

“Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz.” (İbni Hacer El Heytemi 2/121, Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239)

 

“Bir kadın kocasından boşanırsa o kadına cennet kokusu haram olur.” (Kadınlara Dini Bilgiler, s. 61)

 

“Bir kadın, diliyle kocasına eziyet ederse, onu kendisinden razı edinceye kadar, Allah onun hiçbir tövbesini, kefaretini ve iyi amelini kabul etmez; hatta gündüzlerini oruç ve gecelerini ibadetle geçirse dahi.” (Bihar-ül Envar, C.103, S.244)

 

“Bir kadın, kocasının hakkını eda etmediği müddetçe, Allah’ın da hakkını eda etmiş olamaz.” (Mekarim-ül Ahlak, S.247)

 

“İmam Musa-i Kazım’a kocasını gazaplandıran kadının durumu sorulunca, şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Kocası ondan razı oluncaya kadar, günahkâr sayılır.” (Kısar-ul Cümel, C.2, S. 258)

 

Diğer bir uydurma hadiste de bağnazlar, kadınları ölmeyecekleri derecede aç bırakarak ve onlara güzel kıyafetler giydirmeyerek terbiye etmeyi hedeflemektedirler. Bu hastalıklı zihniyete göre eğer kadını aç bırakırlarsa, ona kötü ve eski kıyafetler verirlerse, kadının dışarı çıkma şevki de azalacaktır. Mevzu hadis şu şekildedir:

 

“Kadınları zarar vermeyecek miktarda aç, aşırı gitmeyecek kadar da kıyafetsiz bırakınız. Çünkü kadınlar iyice doyar, güzelce giyinirlerse onlar için dışarı çıkıp gezmekten daha sevimli bir şey yoktur. Fakat onlar biraz aç, biraz da çıplak kalırlarsa onlar için evde oturmaktan hayırlı bir şey yoktur.” (İbnül Cevzi, Mevzuat, II/282283; Suyuti, Leali, II/154 İbn Arrak, Tenzihü’ş Şeria, II/212213)

 

“Kadınlarınıza evlerinin kapısında oturmamaları için yeni elbise yaptırmayın, çünkü elbiseleri güzel ve yeni olursa kalplerine dışarı çıkmak arzusu gelir.” (İmamı Gazali-Kimyayı Saadet sayfa:178 İbn Ebi Şeybe, Musannaf, IV/II, 420)

 

“İçinizden biri yaşı ileri, ağzındaki dişleri dökülmüş, görünüş itibariyle de çok çirkin olabileceği gibi aksine karısı da genç ve güzel olabilir. Bu genç ve güzel kadın, çarşıya çıktıktan veya davet edildiği düğün ve ziyafetten evine döndükten sonra dışarıda gördüğü yakışıklı erkeklerle yaşlı ve dişleri dökülmüş kocasını kıyas ederek kocasının yüzüne dahi bakmak istemez. Belki kocasının kendisini öpmesini ve cinsel ilişkide bulunmasını dahi istemez. İşte genç kadının erkeklerin çokça bulunduğu çarşı, pazar, şenlik ve toplantı yeri gibi mekanlara gitmesinin kadın üzerinde yapacağı etki en azından budur.” (İmam Şarani, Uhudül Kübra)

 

Söz konusu mevzu hadislerdeki tarif, gittiği ortamda kendine hakim olamayan, Allah korkusu ve imanıyla değil de içgüdüleriyle hareket etmeye meyilli ve bu sebeple de aşırı tedbirlerle zapt edilmesi gereken garip bir yaratığa işaret etmektedir. Bağnazların kadınlara bakış açısı bu şekildedir.

Bağnazlar kadının güya namazı bozacağı ve uğursuz olduğunu iddia ederler. Bu benzetme Allah'ın, "en güzel surette yarattım" dediği kadınları "kara köpek, eşek, domuz" diyerek aşağılamak, "uğursuz" diye nitelendirmek Kuran ahlakıyla asla bağdaşmaz. Kadınlar Kuran'da övülen, örnek gösterilen, saygı ve sevgi duyulan, nimet konumunda olan son derece mübarek insanlardır.

“Resulullah (sav) buyurdular ki: “Biriniz sütresiz olarak (seccadenin önüne değnek koymadan) namaz kılarsa (önünden geçtiği takdirde) şunlar namazını bozar: Eşek, domuz, Yahudi, Mecusi, kadın...” (Buhari, Salat 90, İlm 18, Ezan 161, Cezau’s-Sayd 25; Müslim, Salat 254, (504); Muvatta, Kasru’s-Sala)

 

“Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır.” (Sahih-i Müslim, Salat 265; Tirmizi Salat 253/338 Ebu Davud, Salat, 110/720)

 

“Uğursuzluk üç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta.” (Ebu Davud, Tıb, 24/3922; Müslim, Selam, 34/115 Buhari, Nikah, 17/4805)

 

“Bir şeyde (uğursuzluk) olsaydı, bu atta, kadında, meskende olurdu.” (Buhârî, Cihad 47, Nikah 17, Tıb 43,54; Müslim, Selam 119, Müslim, Tıb 117-120, (2226); Muvattâ, İsti’zân 21)

 

“Kadın sekiz sıfatlıdır: 1- Giyim kuşam hevesinden maymun. 2- Fakir düşmeye razı olmadığından köpek. 3- Kocasına ve diğer insanlara kibrinden yılan. 4- Gece gündüz koğuculuk (dedikodu) yaptığından akrep. 5- Evden eşya sattığından fare. 6- Erkeklere hile kurduğundan tilki. 7- Kocasına itaat ettiğinden dolayı koyundur.” (İmamı Gazali, İhya-u Ulumuddin)

 

Burada şu soruyu sormak lazım: Yukarıdaki bu iğrençliklerle dolu mevzu hadislere inanan bir erkeğin bir kadına bakış açısı nasıl olur? Eşini nasıl sevebilir, ona nasıl saygı duyabilir? Böyle bir insanın dünyada en yakın olması gereken varlığa, eşine karşı nefret duygusu dışında duyabileceği başka nasıl bir his olabilir? Kendi eşini -tüm kadınları tenzih ederiz- adeta hayvan olarak görürken, Kuran’da asıl üzerinde durulan sevgi ve muhabbeti nasıl elde edebilir? Elbette edemez. Oysa Allah Kuran’da, eşler arasında var olan özel bir sevgi ve merhametten bahseder:

 



“Onda ‘sükun bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”
(Rum Suresi, 21)


Kuran’da kadının erkeğe göre üstünlükleri de vardır, dolayısıyla “aklı ve imanı eksik” benzetmesi, bağnazların dinine ait bir iftiradır. Allah, sorumluluk bakımından erkek ve kadına eşit şekilde hitap eder. Pek çok ayette aynı anda, “mümin erkek ve mümin kadınlara” hitap ediliyor olmasının nedenlerinden biri de budur. Bu ayetlerden bir tanesi şu şekildedir:




Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.
(Ahzap Suresi, 35)

 

 

Makyaj, Bakım, Temizlik ve Güzelleşmenin Haram Olduğu İddiası

           Kadının koku sürmemesi gerektiği iddiası:

Camiye gelirken kokulanan kadın evine dönüp de cünüplükten ötürü boy abdesti alır gibi yıkanmadıkça, Allah Katında onun namazı kabul olmaz.  (Avnül Mabül, 11/230)

 

İmam Cafer-i Sadık: “Hiçbir kadının, evinden dışarı çıkarken elbisesine güzel koku sürmemesi gerekir.”  (El-Kafi, C.5, S.519)

 

Resul-i Ekrem (s.a.v): “Bir kadın kocasından başkası için güzel koku sürünürse; cenabetinden yıkandığı gibi yıkanıp o kokuyu vücudundan temizlemediği müddetçe namazı kabul olmaz.” (Men La Yahzurh-ul Fakih, C.3, S.440)

 

Resul-i Ekrem (s.a.v): “Kadının kocasından başkası için güzel koku sürünmesi, ateş ve zilleti satın alması demektir.”  (Nehc-ül Fesaha, C.1, S.36)

           Dövmenin, yüzdeki tüyü almanın, estetik diş yaptırmanın yasak olduğu iddiası:

Dövme yapan ve yaptırana, yüzdeki tüyleri aldıran ve estetik için dişlerini seyrelttiren kadınlara Allah lanet etsin.  (Sahih-i Buhari)

 

           Takma saçın (peruk), kaş inceltmenin, dövme yaptırmanın yasak olduğu iddiası:

Takma saç takan, taktıran, kaşları incelten, kaşlarını incelttiren, dövme yapan ve dövme yaptıran lanetlenmiştir.  (Ebu Davut, Tereccul, 5)

 

           Kadının güzel bir elbiseyle evden çıkmasının yasaklanması:

Resul-i Ekrem (s.a.v) kızı Hz. Fatıma’ya (s.a) hitaben şöyle buyurmuştur: “Ey Fatıma, herhangi bir kadın güzel bir şekilde süslenir ve güzel bir elbiseyle evinden çıkarak insanların dikkatini üzerinde toplar ve kendisine bakmalarını sağlarsa, yedi göğün ve yerlerin melekleri ona lanet eder ve ölüp de cehenneme girinceye kadar, Allah’ın gazabına mazhar olur. (Elbette tevbe edip dönüş yapar ve bir daha tekrarlamazsa o başka.)”  (Şehab-ül Ahbar)

 

İmam Sadık: “Bir insanın alçalıp rezil olması için, onu meşhur edecek (yani başkalarının dikkatini üzerinde yoğunlaştırıp, parmakla gösterilecek duruma getirecek) bir elbise giymesi yeterlidir.” (Bihar-ül Envar, C.78, S.252)

 

Hz. Ali şöyle buyurmaktadır: “Kalın olan (vücudu göstermeyen) elbiseler giyin; zira elbisesi ince olanın dini de ince (gevşek) olur.”  (Bihar-ül Envar, C.79, S. 298)

 

Bir hadiste şöyle geçmektedir: “Allah Resulü (s.a.v), kadınları dışarıya çıkarken başkalarının dikkatini üzerinde toplayacak elbiseler giymekten ve ses çıkaracak takılar takmaktan nehyetmiştir.” (Müstedrek-ül Vesail, C.14, S.280)

 

           Kadının altın ve giysilerle meşgul olup cenneti kaybettiğini iddiası:

“Cennete baktım, gördüm ki cennet ahalisinin en azını kadınlar teşkil ederler. Bu durum karşısında sordum: Kadınlar nerede? Cennetin hazini bana şu cevabı verdi: ”Onları iki kırmızı yani altın ve boyalı elbiseler cennetten meşgul etti.”

 

           Kadına giysi verilmemesi gerektiği iddiası:

“Kendilerini iyi giydirmeyerek kadınlara yardım ediniz.”

Tüm bu sözde hadisler ve iddialar hurafecilerin kadınları nasıl aşağıladıklarını, nasıl akılsız, kişiliksiz, önemsiz gördüklerini göstermektedir. Kadını aşağı bir varlık olarak görmek ve kadına öfke duymak, İslam’dan önceki cahiliye toplumunun en korkunç yönlerinden biridir.

Bağnazlar şirk döneminden kalan ve Kuran’da yeri olmayan bu durumu aynen sahiplenmiş ve dinin bir parçası haline getirmiştir. Kuran’a göre kadın süstür, değerlidir; kadın güzelliği bir nimettir, kadın aklı toplumları çok geniş ufuklara yönlendirir. Allah bu güzel özellikleri kadına vermiş, onu ihtimamla korumuştur. Yukarıda mevzu hadislerde geçen bu sahtekarca ifadeler Kuran tarafından reddedilmiştir.






Geleneksel İslam’ın en katı yorumunun yaşandığı Afganistan’da genel bir resim yasağı varsa da kadın fotoğraflarının özellikle tahrip edilmesi dikkat çekicidir.



Malala Yousafzai 15 yaşında eğitim hakkını savunduğu için ülkesi Pakistan'da, okul yolunda militanlarca başından ve boynundan vuruldu.
























































Afganistan’da bir erkekle telefonda konuştuğu için 40 defa kırbaçlanan kadın



 Kabil’de din polisi tarafından sokak ortasında dövülen kadınlar

Bağnazların Erkek Çocuk Sapkınlığı

Bağnaz zihniyetin en çirkin yönlerinden biri kendi hastalıklı zihniyetlerini sözde meşrulaştırabilmek için Peygamberimiz (sav) adına yalan söylemeleri, Resulullah (sav)’e iftira atmalarıdır. Peygamberimiz (sav)’in asla erkek çocuklarının fitne olmasıyla ilgili bir sözü olmamış, onlarla konuşmayı, yanlarında bulunmayı yasaklamamıştır. Tam tersine çocuklara gösterdiği ilgi, şefkat ve sevgi tüm ümmete örnek olmuştur.

           Bağnazlıkta erkek çocuk görünce eve kaçıp kapıyı üzerine kilitleme sapkınlığı:

Rivayet ederler ki Abdullah Ibni Ömer bir gün evinin kapısı önünde oturuyorken parlak yüzlü ve yakışıklı bir delikanlı görür, hemen içeri kaçıp kapıyı üzerine kitler. Bir müddet sonra dışardakilere, “O fitne geçip gitti mi?” diye sorar, ona “Gitti” diye cevap verirler, bunun üzerine dışarı çıkar. Orada bulunanlar ona, “Sana ne oldu, yoksa bu hususta Peygamberimiz (sav)’den bir şey mi duydun?” diye sorarlar. O da “Evet, duydum. Böylelerine bakmak, onlar ile konuşmak ve yine onlar ile bir arada oturmak haramdır” diye cevap verir. (İmam Gazali, Kalplerin Keşfi)

 

           Erkek çocuklarının yanında, “on sekiz şeytan” olduğu yalanı:

Fetâvâ-i Hayriyye’de diyor ki; Fitne tehlikesi olunca, âkıl ve bâlig olan güzel oğlanı, babası, kendi evine, terbiyesi altına alır. Sefere, ilm öğrenmeğe, hacca sakalsız göndermez. Bunu kadın gibi korur. Fakat yüzüne peçe örtmez. Sokakta her kadının yanında iki şeytan vardır. Oğlanın yanında on sekiz şeytan vardır. Bunlara bakanları aldatmaya çalışırlar.  (Tam İlmihal, Seadeti Ebediyye, sf. 164)

 

           Erkek Çocuklarına Karşı Kadınlardan 19 Kat Daha Fazla Şehvet Duyulabilir Sapkınlığı:

İmam Muhammed hazretleri, bir gün hamama gitti. Bir oğlan çocuk gelip hamamda oturdu. İmam Muhammed onun kim olduğunu sordu. Kendisine “tellak” olduğunu söylediler. Talebelerini azarladı ve genç tellakı dışarıya çıkarttı. Sebebini soranlara şöyle buyurdu: “Erkeklerde kadın şehveti aynıdır; fakat güzel emred (tüysüz oğlanın) şehveti on dokuz (19) kattır!” buyurdular. Emrede (küçük erkek çocuklarına) şehvetsiz olarak bakmak bile haramdır. Zira şehvetle bakmaya yol açar. Elle tutmak ise şehvetten daha büyük bir günahtır. (İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu'l Beyan Tefsiri, 4/452-553)

 

           “Erkek Çocuk Kadın Hükmündedir” ve “Erkek Çocuklarına da Kadınlar Gibi Arzu Duyulur” Sapkınlığı:

El-Hindiye adlı kitapta şu hüküm yer almaktadır: “Erkek çocuk erkeklik çağına vardığında eğer parlak yüzlü değilse onun hükmü erkeklerin, eğer parlak yüzlü ise onun hükmü kadınların hükmüdür. O tepesinden tırnağına kadar avrettir...” (İbn-i Abidin, Reddü'l Muhtar Fıkıh Külliyatı, Yasaklar, Mubahlar, Bakma ve Dokunma Faslı)

 

Şehvetle bakıp bakmayacağı hususunda emin olsun veya olmasın, kadına bakmak gibi güzel yüzlü oğlanlara bakmak da haramdır. Zira genç oğlan, kadın gibi güzeldir, kadına arzu duyulduğu gibi ona da arzu duyulur. Kaldı ki kadına ulaşmak imkânından daha çok genç oğlanla bir araya gelmek imkânı vardır. (Fetâvâ-i Hindiyye)

 

           Erkek Çocuklarının Sesinin Haram Olduğu İddiası

Kadın, kız veya parlak oğlan sesini, yanında kendilerini görerek dinlemek, mahremleri olmayan [yabancı] erkeklere haramdır. Bunları görünce, temiz kalb sıkılır, kararır, hasta olur, za’îfler. Nefs zevk alır, kuvvetlenir, azar. Şeytân, nefsin, hareketine yardım eder. (Tam İlmihal, Seadeti Ebediyye, sf. 720)




Kadınların hatta küçük kız çocuklarının bile tehlike olarak görüldüğü bağnaz din anlayışının hakim olduğu yerlerde türlü sapkınlıklar yayılmaktadır. Bunun örneklerinden biri Afganistan ve Pakistan’da yaşanan “Bacha bazi” isimli gelenektir. Bu adette genç erkek çocukları erkek topluluğunun ortasında dans ettirilmektedir. Kadın kıyafetleri giyen ve kadın gibi süslenen erkek çocuğu cinsel istismara da maruz kalmaktadır.

 

 

Şakalaşmanın, Mizahın ve Gülmenin Olmadığı Soğuk Bir Dünya

Uydurma hadisler, bağnaz zihniyetteki insanların, mutluluktan, insanın en tabi özelliği ve en büyük ihtiyaçlarından biri olan gülmekten, mizah gibi güzel nimelerden nasıl da uzak kaldıklarını açıkça ifade etmektedir:

Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “Kahkaha şeytandandır.”  (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1068)

Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “(Aşırı) şakalaşmalardan, mizahtan sakının; çünkü o insanın yüzünün suyunu giderir.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1068)

İmam şöyle derdi: “Dişleriniz görünecek şekilde gülmeyin.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)

Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “Çok gülmek kalbi öldürür.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)

İbrahim b. Mihzem, kendisine anlatan biri aracılığıyla rivayet eder. Ebu’l Hasan el-Evvel (Musa b. Cafer) şöyle buyurdu: “Yahya b. Zekeriyya (as) ağlar, gülmezdi. Meryem oğlu İsa (as) ise bazen güler bazen de ağlardı. İsa (as)’ın davranışı Yahya (as)’ın davranışından daha efdaldi (daha üstündü).” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1070)

Hasan b. Kuleyb, rivayet eder: Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “Müminin gülmesi, tebessüm etmekten ibarettir.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)

Bu hadisler, mutluluktan, insanın en tabi özelliği ve en büyük ihtiyaçlarından biri olan gülmekten, mizah gibi güzel bir nimetten nasıl uzak kaldıklarını açıkça ifade etmektedir. Hayatında gülmeyi yasaklamış bir sistem varken, bu mevzu hadislerden peygamberlerin dahi gülmediği iftirasını öğrenmişken, böyle bir sapkın bağnaz din ile iç içe yaşayan insanların ne hale geldiği çok rahat anlaşılabilmektedir.

 

Bağnazlığın Müzik, Resim, Sanat ve Estetik Düşmanlığı

Bağnazların mevzu hadislere dayandırdıkları iddialarına göre müziğin, şiirin güya İslam’da yeri yoktur. Resim yapmak, şarkı söylemek de büyük kabahattir. Heykel yapmak, bulundurmak en büyük günah olan Allah’a şirk koşmak ile denk tutulur.

 

Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabî, Ahkâmu’l Kur’an’ında, Abdullah bin Mübarek ve İmam Mâlik’in Hz. Enes’ten rivâyet ettiği bir hadisi nakleder: Rasûlullah şöyle dedi: Her kim, bir mûsikî meclisinde bir şarkıcı kızın söylediği şarkıyı dinlerse âhiret günü onun kulaklarına erimiş kurşun dökülecektir.”

“Sizden birinizin içinin kusmuk ve kanla dolu olması şiirle dolu olmasından daha hayırlıdır.” (M. Mesabih, 4/4809)

 

Musiki dinleyen bir kişiye cennette ruhanileri dinleme izni verilmez.  (Kurtubi, 14/53)

 

Şarkı kalpte nifak bitirir. (Ebu Davud)

 

Allah şarkıyı, onun alışverişini, parasını, öğretmeyi ve dinlemeyi haram kılmıştır.  (Muhammed Gazali, Nebevi Sünnet)

 

Bütün bu mevzu hadislerin aksine, Kuran’da müziğin, dansın ve eğlencenin yasaklandığı tek bir hüküm yoktur. Allah mutluluğu, zevki, neşeyi Müslümanlara helal kılmıştır.

Uydurulan bazı hadislere göre ressamlar ahirette en büyük azap gören insanlar arasında sayılmaktadır. Bu çarpık anlayışa göre bu kişiler, Allah’ın yarattıklarını taklit ederek –haşa– ilahlık iddiasında bulunmaktadırlar. Oysa bir ressamın veya bir heykeltıraşın bir sanat eseri meydana getirmesinin ilahlık iddiası ile hiçbir ilgisi yoktur. Bir ressam veya heykeltıraş eğer böylesine sapkın bir iddiayla ortaya çıkıyorsa bu onun icra ettiği sanat yüzünden değil, ancak ve ancak aklen ve ruhen içine düştüğü zaaf nedeniyle olabilir. Bu ise, her meslekten her insan için geçerli bir ihtimaldir.

Aşağıda bağnazlar tarafından Müslümanlara resim ve heykel sanatının haram olduğu iddiası için kullandıkları bazı hadislere yer verilmiştir:

“Cehennemde en şiddetli azaba uğratılacak kişiler ressamlardır.” (Buhari-Tesavir, 89)

 

“Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim resim yaparsa, Allah onu Kıyamet günü, yaptığı resim sebebiyle, onlara ruh üfleyinceye kadar azab eder. Hiçbir zaman da ruh üfleyici değildir.” (Hadis No : 2168)

 

“Allah'ın yanında azabı en şiddetli olan insanlar tasvircilerdir.” (Müslim 6:369).

 

“Şu suretleri yapanlar kıyamet gününde azap görürler ve kendilerine yaptığınız suretlere can verin denilir.” (Müslim 6:368).

 

“İçinde suretler bulunan eve melekler girmez.” (Buhari, Libas 91).

 

“Her musavvir cehennemdedir. Musavvirin, tasvir ettiği her surete kıyamet gününde Allah hayat verir de o canlı suret cehennemde kendini yapana azap eder.” (Müslim 6:370).

 

Bağnazların Müslümanlara haram kılmaya çalıştıkları resim ve heykel sanatı, Müslümanların yol gösterici kitabı Kuran’a göre kesinlikle haram değildir. Allah sanatı sever ve kullarına da sevdirmiştir; bütün kainatı sanat ile yaratmıştır. Kuran’da resim ve heykel gibi güzel sanatları haram kılan bir ayet bulunmamaktadır. Tam aksine, örneğin Hz. Süleyman’ın heykeller yaptırdığı bildirilmektedir.

Resulullah (sav) bir miktar ipek alıp sağ avucuna koydu, bir miktar da altın alıp sol eline koydu sonra da: “Şu iki şey ümmetimin erkek kısmına haramdır” buyurdu. [Tirmizi, ve Nesai’de Ebu Musa’dan gelen diğer bir rivayette; “Ümmetimin erkeklerine, ipek elbise ve altın haram kılındı, kadınlarına helal kılındı” buyrulmuştur.]

Bağnazlar erkeklere altın ve ipeği de yasaklamış, bunun için yukarıdakine benzer birçok hadis uydurmuşlardır. Oysa Kuran’da altın ve ipeğin yasaklandığına dair hiçbir ayet bulunmamaktadır. Aksine altın da ipek de Kuran’da birçok ayette cennet nimeti olarak tanıtılmaktadır.

 

Bağnazlığın Bilim Karşıtlığı

Arap yarımadasında yedinci yüzyıl başlarında bilim ve medeniyet seviyesi oldukça geridir. Ancak ilk Müslümanların Kuran’daki Allah’ın yaratış sanatını araştırma ve tefekkür etme davetine uyması ile bu durum değişmiş ve İslam coğrafyasında bilim adına çok büyük gelişmeler yaşanmıştır.  Ne var ki birkaç yüzyıl sonra bağnaz anlayışın kök salmaya başlamasıyla birlikte İslam aleminde ilerlemeler durmaya başlamıştır. Bu duraklamanın temel nedeni bağnazlıkta bilim ile uğraşmanın fuzuli bir iş olarak görülmesi ve fıkıh ilmine büyük oranda ağırlık verilmesi önemli bir rol oynamıştır.

Bugün atomun parçalandığı, çok uzaklardaki galaksilerin gözlemlendiği, hastalıklara karşı yeni tedavi yöntemlerinin geliştirildiği bilim dünyasına Müslümanların katkısı yok denecek kadar azdır. Bunda, aşağıdakine benzer hurafelerin hala savunulup yaşatılmaya çalışılmasının rolü büyüktür.

Dünya balığın üzerindedir. Balık başını sallayınca Dünya’da depremler olur.”  (İbn-i Kesir Tefsiri 2/29)

 

“Yeryüzü suyun üzerindedir, su kayanın üzerindedir, kaya da balinanın sırtı üzerinde olup iki tarafı arş ile buluşur. Balina da ayakları havada olan meleğin sırtının üst kısmındadır.” (El-Heysemi, 8/131)

 

"Sizden birinizin (yemek) kabına sinek düşecek olursa, onu iyice batırın. Zira onun bir kanadında hastalık, diğerinde şifa vardır. O, içerisinde hastalık olan kanadıyla korunur." (Ebû Dâvud, Et'ime 49; Buhârî, Tıbb 58, Bed'ü'l-Halk 14; İbnu Mâce, Tıb 31; Nesâî, Fera' 11)

 

"Kim sabah 7 acve hurması yerse geceye kadar ona zehir ve sihir tesir etmez." (Buhârî, Et’ıme 43, Tıb 52, 56; Müslim, Eşribe 155)

 

''Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine’ye gelerek Müslüman oldular. Medine’nin havası onlara dokununca Peygamber onlara deve idrarını içmelerini öğütledi. '' (Buhari Tıp5/1, Hanbel, 3/107,163)

İslam dini akıl ve vicdan dinidir. İnsan, aklı ile Allah'ın bildirdiği gerçekleri görür ve vicdanını kullanarak gördüklerinden sonuç çıkarır. Örneğin akıl ve vicdan sahibi bir insan kendisine hiçbir bilgi verilmese bile evrendeki herhangi bir varlığın özelliklerini incelediğinde bunu üstün bir Akıl, İlim ve Güç sahibinin yarattığını anlar. Aklını ve vicdanını kullanarak düşünen her insan Allah'ın varlığının delillerini tüm açıklığı ile görebilir. Allah bu insanlar hakkında bir ayette şöyle haber vermektedir:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)

Günümüz Müslümanları bu hurafeleri savunmak yerine, Kuran'ı rehber edinerek hareket ederse, Allah'ın emrettiği yola uyduğu için son derece hızlı ilerleyebilirler. Kuran’ın gösterdiği yolun aksi izlendiğinde ise Afganistan’da Yemen’de olduğu gibi Müslümanlar oldukça ilkel koşullarda yaşamaya mahkûm olurlar.  Her konuda olduğu gibi bilimsel alanda da uyulması gereken doğru yol, Allah'ın Kuran'da buyurduğu "yol"dur. Allah'ın bildirdiği gibi "Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir..." (İsra Suresi, 9)

 

Bağnazlıkta Hayvan Düşmanlığı

Bağnazlıkta hayvan sevgisi yoktur. Köpek gibi son derece sevimli ve aynı zamanda da insanlar için birer nimet olan mazlum canlı bile ibadeti bozan, belalı ve uğursuz varlık gibi gösterilir. Köpekler dışında örümcek, kertenkele gibi birçok hayvana da düşmanlık gösterilir. Bunlarla ilgili bazı rivayetler şöyledir:

 

Melekler, köpek ve tasvirlerin bulunduğu eve girmez. (Müslim 6:358).

 

Örümcek şeytan olup Allah onun şeklini değiştirmiştir, dolayısıyla onu öldürün. (İbn Adiy, 1/320)

 

Ahmed b. Hanbel'in Hz. Aişe'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle deniliyor. "Hz. Aişe'nin evinde dayalı bir süngü vardı. Bu kendisine soruldu da şunları söyledi: "Biz onunla kertenkele öldürürüz. Çünkü Peygamber (s.a.) haber verdi ki: İbrahim (a.s.) ateşe atıldığı vakit yeryüzündeki bütün hayvanlar onu söndürmeye çalışmış, yalnız kertenkele buna katılmamıştır. Çünkü o ateşi üfürmüştür. Bu sebepten Peygamber (s.a.) onun öldürülmesini emir buyurmuştur."  [İbn Mâce, .sayd 12; Ahmed b. Hanbel, VI, 83, 109, 217.)

Hz. Ebu Hüreyre'den (rivayet edildiğine göre) Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Zehirli kertenkeleyi İlk vuruşta (öldüren kimse için) yetmiş sevap vardır."  [Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/622-623.)

Kuran-ı Kerim’in hiçbir yerinde hayvan düşmanlığına yer verilmezken bağnazların hurafelere dayanarak hayvanlara düşmanlık beslemeleri içine düştükleri karanlık ruh halini açıkça ortaya koymaktadır. Oysa gerçek Müslüman hayvanları Allah’ın yaratışının birer delili olarak görür ve onlara şefkat ve sevgi ile yaklaşır.

 

1)       Bağnaz zihniyetin hakim olduğu bir dünya cehenneme döner

Bağnazlık, bulunduğu ve etki ettiği ortamı cehenneme çevirir. Afganistan, Pakistan, Yemen gibi ülkelerden insanların akın akın batıya doğru kaçmalarının sebebi budur. İnsanlar, yaratılışlarına aykırı, insan ruhunu daraltan, sıkan, boğan böyle bir ortamda yaşayamazlar.

u   Hurafeler sebebiyle resim ve heykel yasaklandığı takdirde;  reklam-ilan-duyuru panoları, okul kitaplarında resimli anlatımlar, para banknotlarında resim, saraylardaki ihtişamlı resimler, tablolar, duvar süslemeleri güzel sanatlar akademisi benzeri sanat okulları, resimli gazete, dergi, kitap, internet olmayacaktır. Televizyon yasak olacaktır. Medya organlarının yasaklanmasıyla medyadan alınacak binlerce fayda da terk edilmiş olacaktır.

u   Kadınlar sosyal hayatın hiçbir yerinde olmayacaklardır. Hiçbir işte yer alamayacaklar ve sokaklarda bile görünmeyeceklerdir. Seçme ve seçilme gibi bir hakları olmayacaktır. Tüm kadın kuaförleri, terzileri ve güzellik merkezleri kapanacak; saçları bakımsız, kötü giyimli olacak, cımbız kullanmaları yasak olacak, bu yüzden kalın kaşlı hatta bıyıklı sakallı olacaklardır. Şarkı söylemek veya dans etmek, neşelenmek gülümsek gibi en insani tavırları gösteremeyeceklerdir. Kocası için sürekli manevi bir tehdit gibi görülecektir. Her an aldatmaya müsait birisi olarak görüldüğünden sürekli gözetim altında tutulacak, hatta kilit altına alınacaktır. Öyle ki annelerin çocuklarının yanında bile diz hizasında etek giymelerine izin verilmeyecektir. Evdeki kadın ara ara dövülecek, yediği dayağı unutmaması için evin görünür bir yerinde dayak için kullanılacak bir sopa sergilenecektir. Yegane görevi kocasını memnun etmek olan kadın yediği dayaklara ses çıkaramadığı gibi bunun kocasının kendisine sunduğu bir nimet olduğu söylenecektir. Kadınlar sadece çoğalma vasıtası olarak görülecek, çamaşır çocuk yetiştirme çamaşır yıkama, yemek yapma ve temizlik dışında başka hiç bir işle iştigal etmeyeceklerdir. 

u   Çocuklar da kurulmuş baskı düzenine maruz kalacaklardır. Kız çocuklarına iki yaşında başörtüsü takılacak, daha o yaşta bile dayı ve amcalarının yanında bacakları açık bırakılmayacaklardır. Bu zihniyete göre sadece kız çocukları değil, genç erkek çocuklar da baskı altına alınacaktır. Cinsel arzu uyandıracak diye çocuklar için Barbie bebek benzeri oyuncaklar üretilmeyecektir. Genç erkek çocuklarının da tahrik unsuru olduğu potansiyel suç ve tehlike durumu arz ettikleri düşüncesi ile sokağa bırakılmayacak eve gelen erkek misafirlere bile gösterilmeyeceklerdir. Eğer genç erkek çocuğu sokağa çıkarsa onu gören yetişkinler cinsel arzu duymamak için içerilere kaçacak üzerlerine kapıları örteceklerdir.

u   Evlerde evcil hayvan bulundurulamayacak ve bunlar için verilen veteriner hekimlik hizmetleri engellenecektir. Keman, saz, klarnet gibi müzik aletleri kırılıp yasaklanacak, konserler engellenecektir. Sanat fakülteleri kapatılacak, güzel sanatlar ile iştigal etmek yasaklanacaktır. Şehirlerdeki heykeller, canlı resmi içeren tüm süslemeler ve duvar resimleri imha edilecektir. Parklar kadınlarla erkekler ile kadınların bir araya gelip haram işleme ihtimaline karşı kapatılacak veya imha edilecektir. Kadın ve erkeklerin beraber sinema veya tiyatroya gitmesi, aynı okulda okumaları engellenecektir.

Namaz kılmayanlar veya oruç tutmayanlar şiddetle cezalandırılacaklardır. Bu ürkütücü ve dehşet verici ortamın gerekleri Kuran’dan uzak bağnaz anlayışın içine yerleşmiştir. Yukarıdaki ortamı oluşturan koşulların hepsini öngören hurafe hadis ve rivayetler hayata geçirilecektir. Bu kadar yasağın normal kolluk kuvvetleri ile denetlemek imkânsız olacağı için İran’da olduğu gibi özel yasakları denetleyen bir din polisi örgütlenecektir. Bunlar sadece uyarma görevi yapmayacak gerekirse yasakları çiğneyenleri cezalandıracaktır. Çünkü bağnaz din anlayışı bu yasaklara uymayanları ağır biçimde cezalandırmayı ön görür. Yasaklar o kadar çoktur ki insanlar yasaklara uymaya gönüllü olsalar bile onları hayata geçirmekte zorlanırlar. Bu durumda yasaklar cebri yöntemlerle uygulama yoluna gidilir.

Oysa insanların zor kullanarak, evlere hapsedilerek, engellenerek, şiddet yolu kullanarak dini yaşamaları veya helal-haramlara dikkat etmeleri sağlanamaz. İman, ahlak ve ibadet sadece kalpten istenerek yapılmalıdır.

Bu nedenle yukarıda tasvir edilen dünya distopik bir filmin konusu değil hurafecilerin olduğu her ülkenin kaçınılmaz olarak varacağı bir sondur. Bugün Afganistan ve Yemen bunun en önemli örneğidir.

Bu durumu İslam dışındaki din ve ideolojilerde de gözlemlemek mümkündür. Her düşünce içinde bağnazlık dininin temsilcileri vardır. İslam'da, Musevilikte, Hristiyanlıkta olduğu gibi Marksizm'de, faşizmde, ateizmde de bağnazlar çoktur. Aynı batıl dini savununlar hep birlikte: "Senin fikrine tahammülüm yok! Ya benimkini kabul et ya da yok ol!" demektedir.

Bağnazların sorunu, dinlerini yukarıda belirtilenlere benzer bir yığın hurafeden öğrenmeleridir. Ne var ki bağnazların sahte dinlerini eleştirenler de kimi zaman onlar kadar radikal olup bağnazların hurafelerini onlar kadar doğru zannedebilmektedirler. İnsanların İslam’ı tanımaları ve bağnazlığa karşı çözüm elde etmek için, Kuran’ı esas alan gerçek dine yönelme gerekir. Eğer bu yapılmazsa, radikalizm ülkemizi ve dünyayı büyük bir bela olarak sarmaya devam edecektir.


Bu nedenle bağnazlığın karanlığından nasıl kurtulacağını bilmeyen İslam alemindeki geniş bir kesime bir an önce yol gösterilmelidir. Çevresinde sadece hurafelerle karışmış yanlış bir İslam anlayışı yaşanan, Kuran’dan uzak kalmış, hurafelerin dışına çıkmanın İslam’dan çıkmak olacağı yanılgısıyla doğruyu araştırmaktan çekinen, az veya çok bağnazlığın etkisi altında kalmış kişilere yardımcı olmanın yegâne yolu onları Kuran Müslümanlığına, gerçek İslam’ın aydınlık dünyasına davet etmektir.

İslamiyet adı altında bağnazlığın en uç seviyede yaşandığı Afganistan, diğer yanda dünyanın en önemli uyuşturucu üretim merkezlerinden birisi olmaya devam etmektedir.

 

 

Bağnazlık İnsanların İslam’a Olan İnançlarını Sarsarak Beka Sorunu Oluşturmaktadır

İslamofobi ve bağnazlığın oluşturduğu dehşet ve endişe sebebiyle, Müslüman ülkelerde ateistlerin ve Kuran’a, peygambere ve ahirete inanmayı reddeden deistlerin sayısı hızla artmaktadır.

Kamuoyu Araştırma şirketi Konda'nın 10 yıllık toplumsal değişim raporuna göre; Türkiye'de inançsızlık yükseliştedir ve son yıllarda ateistler üçe katlanırken, dindarların oranı giderek azalmaktadır. Raporda yer alan 'ibadet' ve 'örtünme' bölümlerinde ise başörtüsü, 'türban' oranı yüzde 13’ten yüzde 9’a düşmüş, oruç tutanların oranı da yüzde 77’den yüzde 65’e gerilemiştir.[1]

Uluslararası İslam Düşünce Enstitüsü (International Institute of Islamic Thought) ve Mahya Yayınları tarafından yapılan “Türkiye İnanç ve Dindarlık” konulu araştırmada, üniversite öğrencilerinin kendilerini Müslümanlık, Sünnilik, dindarlık ve muhafazakârlıktan en uzak gören grup olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı araştırmada kendini deizme ve ateizme en yakın hissedenlerin ise lisans ve yüksek lisans öğrencilerinin olduğu tespit edilmiştir. [2]

Bunun yanında konuya ilişkin yapılan inceleme ve araştırmalar, gerçekte deist ya da ateist olan pek çok kişinin, toplum baskısından çekinip linçe maruz bırakılmaktan endişe ettikleri için kendilerini gizlemeyi tercih ettiklerini, bu sebeple de çoğu zaman deist ya da ateist olduklarını açıkça dile getirmediklerini göstermektedir.

Hatta deist veya ateist olduklarını gizleyen kişilerin gerçek sayısının, bunu açıkça dile getirmekten çekinmeyenlere oranla kat be kat daha fazla olduğu tahmin edilmekte, gerçek rakamın ise kamuoyu yoklamalarında bulunan oranlardan belki de yüz misli daha fazla olduğu belirtilmektedir.

Günümüz gençlerinin dışa dönük, araştıran, sorgulayan, her türlü bilgiye her an ulaşabilen, dinamik, özgürlükçü, kurallardan sıkılan yapısı, günümüzde dinin anlatılış ve temsil şekli ile ne yazık ki örtüşmemektedir.

Dünyanın önde gelen sosyologlarından Talcott Parsons’a göre din toplumun bütünlüğünü sağlayan en önemli unsurdur.[3] Bu unsurun tahribata uğradığı veya önemini yitirdiği bir toplumda etnik ve siyasi çatışma riski artacaktır. Gençlerin, annelerinin inançlarından uzaklaşması sorunun bir başka boyutudur. Prof. Dr. Besim Dellaloğlu, “kuşak mesafeleşmesi” olarak isimlendirdiği bu durumu önemli bir toplumsal sorun olarak görmektedir.[4]

Bu nedenle nüfusun, özellikle de gençlerimizin dinden uzaklaşmaları çok vahim, ivedilikle çözüm bulunması gereken en aciliyetli sorunlardan biridir. Milli ve manevi değerlerinden uzaklaşmış bir nesil, devletimizin önemli bir beka sorunudur.

Bu sorunu çözebilmenin yolu, öncelikle gençleri dinden, maneviyattan uzaklaştıran nedenleri tespit etmek ve bu nedenleri ortadan kaldırmaktır.

 

Gençlerin Dinden Uzaklaşmalarının Başlıca Nedeni Bağnazlıktır  

 

u   Günümüz gençleri modern ve dışa dönük yapıya sahiptir; ancak dini anlatanlar çoğunlukla içine kapalı, zevk ve estetikten uzak kıyafetler giyen, sıkıcı, ortodoks görünümlü kişilerdir:

Gençler kendileri gibi görünmeyen, modernlikten uzak kişileri önemsemiyor, onların anlattıklarını dikkate almayabiliyorlar. Kimse ezilmiş, kültürü az, tarzı, üslubu itici kimselerin inancına, düşüncelerine önem vermiyor.

Ama görünümüyle, modernliği, şıklığı, hitabeti, duruşu, eğitimiyle dikkat çeken, saygın, ileri görüşlü, dışadönük, neşeli, nitelikli, güçlü olduğunu hissettiren kişilere saygı duyup onları dinliyorlar.

Genç Dernek üyesi, dindar ve eğitimli bazı gençlerin biraraya gelerek oluşturdukları bir metinde, bu durum gençler tarafından şöyle özetlenmektedir:

“Farklı görüşlere sahip kişilerin ortak bir zeminde konuşmaları ne yazık ki günümüzde mümkün olamıyor. Gençlerin model olarak kabul ettikleri yahut edebilecekleri hocaların kamera ve mikrofonlar karşısında düştükleri haller, takındıkları tavırlar ve üslupları birçok farklı kesimden gençleri dinden de uzaklaştırabiliyor. İslam her soruya cevap verebilecek bir din olsa da bu dini temsil ettiğini iddia eden veya bu hissi bizlere veren hocaların dilleri ve üslupları gençleri soğutuyor.”

Geçmişte içine kapalı, aileden gördüğü kadarıyla dini yaşayan bir nesil vardı, fakat yeni nesil aileden aldığı eğitimle yetinmiyor, araştırıyor, konuşuyor, soruyor, düşünüyor. Ancak araştırdığında, konuştuğunda din hakkında ikna edici, saygı duyacağı türden kaynaklar bulamadığında dinden uzaklaşabiliyor. Diğer yandan, kendisinde saygı uyandıran, sözüne itimat edeceğini hissettiği, aydınlık, eğitimli, kültürlü gördüğü kişilerin sözünü dinliyor.

Dini anlatan kişilerin hem fikir yapıları hem de görünümleri itibariyle dışa dönük, modern, aydın, eğitimli, kültürlü, hitabetiyle, kıyafetiyle, duruşuyla, üslubuyla, el, kol hareketlerine, mimiklerine kadar saygı, hayranlık, güven oluşturacak kişiler olmaları; eğitimli, kültürlü, modern kişileri etkileyebilecek bir stil oluşturulması elzemdir. Aksi takdirde, daha ilk dakikadan itibaren gençler dinlemeyi bırakacaklardır.

Vaizlerin, dini anlatan kişilerin, hocaların, alimlerin 1400 yıl öncesinin dilini, kelimelerini, kıyafetlerini, saç stilini kullanmaları yeni nesli tatmin etmemekte, tüm bunlar itici gelmektedir. Peygamber Efendimiz (sav), dini tebliğ ederken, kendi döneminin modernliğini, kültürünü, zevkini, estetiğini, dilini, modasını en güzel, en etkili şekilde kullanmıştır. Dolayısıyla, 1400 yıl sonra da günümüzün modası, kültürü, zevki, dili aynı etkinlikle dini tebliğ için kullanılmalıdır. Aksi, dinden soğutan, olumsuz bir etki yapmaktadır.

 

u   Din Anlatılırken Hep Yasaklar, Kurallar, Çoğu Zaman da Hurafeler Anlatılmaktadır:

Oysa, gençlere öncelikle imanın temeli, Allah’ın varlığının delilleri, dünyanın ve canlılığın tesadüflerin eseri olmadığı gibi en hayati gerçekler anlatılmalıdır. Bunun için de bilimsel delillerle ikna edici, sade ve etkili bir anlatım gerekmektedir.

Materyalist ve Darwinist felsefenin bilimsel geçersizliğini bilimsel, sade ve ikna edici metotlarla gençlere anlatmak en öncelikli hedef olmalıdır. Allah’ın varlığına ikna olan gençler zaten ardından Allah’ı tanımak, O'nun kendilerinden ne istediğini öğrenmek isteyecekler, O'na daha çok yakınlaşmaya çalışacaklardır.

Müvekkil, bu yöndeki çalışmalarının ülkemizde ve tüm dünyada bu kadar etkili olmasının nedenini, bilimsel açıdan ikna edici, sade, modern görünümlü, iç açıcı, romantiklikten, ağır ağdalı bir dilden uzak, gerçekçi, samimi üslubu olduğunu ifade etmektedir. Eserleri sayesinde milyonlarca genç tüm dünyada Allah’ın varlığına ve İslam’ın hak din olduğuna kanaat getirmiştir. "Ben Müslümanım" diyenler dahi, bu eserler sayesinde tahkiki imana kavuştuklarını ifade ederek, geleneksel ve yüzeysel anlaşıyla değil, düşünerek, araştırarak, bilinçli olarak muhakeme edip Allah’a ve Kur’an’a iman edip başkalarına da en güzel şekilde anlatabilen müminler olmuşlardır.

Gençler, bilime, somut gerçeklere, ispata önem vermektedir. Bilimsel, ispatlı anlatımlarla gençlere Allah’ın varlığının delillerinin anlatılması ve bu çalışmaları yapanların yolu açılarak devletimiz tarafından desteklenmeleri çok aciliyetli bir ihtiyaçtır.

Ortada böyle acil bir ihtiyaç varken bir de üstüne, bu en hayati konuları en etkili ve en akılcı biçimde açıklayan, 30 yılı aşkın süredir oluşturulmuş olan Harun Yahya Külliyatı imha edilmeye çalışılmaktadır. Devletimiz, toplum ciddi bir manevi kan kaybındayken, bu kan kaybını önleyecek ilaçlar yok edilmeye çalışılmaktadır. Bu durum engellenmezse, dünyadaki sonuçları ve Allah Katındaki vebali çok vahim olabilir.

 

u   Gençler Tahakküm Edici, Ağdalı, Şiirsel Bir Üslupla Yapılan Anlatımlardan Etkilenmiyor. Bu Tür Üslupları Küçümsüyor Hatta Alaya Alıyorlar:

Gençler dini anlatırken kullanılan tahakküm edici ve ağdalı anlatımları geri kalmış bir alt kültürün özellikleri olarak görüyorlar. Bu tür samimiyetsiz ve suni üsluplarla anlatılan konularda doğruluk payı olsa dahi itibar etmiyorlar. Ne yazık ki, günümüzde dini anlatanların tamamına yakını bu tür bir üslup kullanıyor. Örneğin, Genç Derneği’ndeki gençler konuyla ilgili tespitlerini şöyle dile getirmekte:

“Popüler din dilinin farklı fraksiyonları var. Kimisi çok romantik, çok şiirsel bir dil. Mesela ağlak hatipler var, onlar bu konuda epey iyiler. Süsleyip durdukları kelimeleri piyasaya sürerek oluşturdukları bir dil var. İkincisi tahakküm edici üsluplarla kürsülerden konuşan hocalar. Her ne kadar gelenekçi yanımız dolayısıyla bunları genelde yadırgamasak da sokak bunu kabul etmeyebilir, nitekim de etmiyor. Tepeden bakıp emir kipi ile konuşan dil, gençlere tesir etmiyor. Eyledikleri ile söyledikleri birbirini tutan modellere ihtiyacımız var.”

Bu gençlerin ifade ettikleri son derece önemlidir. Gençler mütevazi, yaptıkları söyledikleri uyumlu, üst perdeden konuşmayan, süslü kelimeler, ağır ağdalı bir dil yerine sade, samimi bir üslup kullanan, gerçekçi konuşan kişilere itibar ediyorlar.

 

u   İnsanlara Sevgisiz ve Anlayışsız Bir Din Anlatılıyor, Oysa Kuran’ın Temeli Sevgiye Dayalıdır:

Bazı hocalar, alimler, hatipler, çoğunlukla ayrıştıran, Kur’an’a uymayanlara karşı sevgisiz, onları uzaklaştıracak, sert, anlayışsız bir üslup kullanıyorlar.

Oysa Allah’ı, Kur’an’ı, dini sevdirmek için, Kur’an’da tavsiye edilen sevgi dilini kullanmak gerekir. İnsanları dine ısındırmak, dini onlara sevdirmek için öncelikle dindarların kendilerini sevdirmeleri, dini anlatacakları kişilere dostluk ve sevgi elini uzatmaları gerekir. Kur’an’da bunun birçok örneği bulunmaktadır.


Örneğin, Allah yumuşak davranılması gerektiğini, aksi takdirde insanların dağılıp gideceklerini bildirmektedir. Sertlik, katılık, insanları dinden uzaklaştırıp, soğutmaktadır:


Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
(Al-i İmran Suresi, 159)



Allah, kalbi İslam’a ısındırılacaklar için harcama yapılabileceğini bildirmektedir. Yani, kalbi İslam’a ısındırılacak kişileri sevindirmek, onlara güzellikler sunmak gerekir.



Sadakalar, –Allah'tan bir farz olarak– yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Tevbe Suresi, 60)


 


Allah hep güzel söz söylenmesini, kötülüğe dahi en güzel sözle karşılık verilmesini, bu şekilde düşmanların dahi dost olabileceğini bildirmektedir.

 

Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.
(İsra Suresi, 53)

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.
(Fussilet Suresi, 34)

Günümüzde de insanlara, özellikle de gençlere hitap ederken bu gerçekler unutulmamalı, daima sabırlı, sevecen, kucaklayıcı, ayrıştırmayan bir üslup kullanılmalıdır. İslam sevgi dinidir. Bu sevginin, sıcaklığını herkesin hissetmesi, insanları dine yaklaştıracaktır. Aksi tavırlar ise uzaklaştıracaktır.

 

u   Gençler Dini Yaşadıklarında Müzikten, Sanattan, Danstan, Eğlenceden, Tiyatrodan, Sinemadan Uzak Kalacaklarını Zannederek, Dinden Uzaklaşmaktadırlar:

 

Oysa İslam dini, sanatı, estetiği, güzelliği, eğlenceyi yasaklamaz, bilakis insanın güzelliklerden, sanattan, müzikten, eğlenceden daha çok zevk almasını sağlar. Önemli olan helal, temiz, insan fıtratına uygun olarak bunların yaşanmasıdır.

Örneğin, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Sayın Melih Bulu, kendisini protesto eden öğrencilerle iletişim kurmak, onlara kendisini anlatabilmek, dinletebilmek için, gençlerin büyük bir çoğunluğunun sevdiği, dinlediği rock grubu Metallica’yı kendisinin de dinlediğini vurgulamıştır. Bu doğru bir yöntemdir.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, gençler kendilerini anlamayan, kendileriyle iletişime geçemeyen, tahakküm üslubu kullanan, kendilerinden uzak gördükleri kişileri dinlemek istemezler, kendilerinin anlaşılmadığını zannettiklerinde bu kişilerden uzaklaşırlar.

Müvekkilin A9 TV programlarında müzik dinlemesi ve bazı arkadaşlarının dansları eleştiri konusu olmaktadır. Ancak bunların amacı gençlere, dindar olduklarında da eğlenebileceklerini, müzik dinleyebileceklerini, dans edebileceklerini göstermek, dini yaşadıklarında hiçbir güzellikten ve nimetten mahrum kalmayacaklarını anlatmaktır.

Bu nedenle izleme oranları astronomik rakamlara ulaşan programları ateist gençler dahi izlemekte ve dinle ilgili merak ettiklerini sormaktadır. Bu programlar vesilesiyle birçok ateist, deist, agnostik genç dine yönelmiş, İslam dinini öğrenmek, anlamak ve yaşamak istemiştir.

Ancak müzik dinlediği, dans ettiği, makyaj yaptığı için genç insanları eleştirmek, bunun da ötesinde cezalandırmak, hapse atmak tam aksi yönde etki uyandırmaktadır.

 

 

 

u   İslam Dininin Kadını Ezdiği Yanılgısının Ortadan Kaldırılması En Acil Konulardan Biridir:

 

Dinimize sonradan eklenen en büyük hurafe ve yanlış uygulamalardan biri, kadına bakış açısıdır. Tüm dünyada, İslam dininin güya kadını ezdiği, ona ikinci sınıf insan muamelesi yaptığı kanaati yerleşiktir.

Oysa, İslam dininde kadın tam aksine baş tacıdır, el üstünde tutulur, yöneticidir, alabildiğine özgürdür. Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayette ve kıssada, kadınların sevilmesi, korunması, üstün tutulması, onlara saygı duyulması öğretilmektedir.

Günümüzdeki bazı uygulamalar, bazı siyasilerin sarf ettikleri sözler, bazı hocaların açıklamaları ise kadınlara karşı bu yanlış inanışı perçinler niteliktedir.

Bu yanlış inancın, göstermelik sözler, uygulamalarla değil, içtenlikle yapılacak çalışmalarla ortadan kaldırılması, kadına yönelik ezici, yok edici, kadınları insan yerine koymayan anlayışın topyekûn yok edilmesi için gerekli eğitim, telkin ve önlemlerin en abartılı şekilde uygulamaya konması gerekmektedir.

Yönetimde kadınlara daha çok yer verilmesi, özellikle modern görünümlü kadınların ön planda tutulmaları bu algıyı yok edecektir. Dindar bir yönetimin kadınları el üstünde tuttuğunu, onlara saygı duyarak yetki ve sorumluluk verdiğini görenler, doğal olarak dini yaşamaktan asla çekinmeyeceklerdir.

Aksi durumda ise, sanki din kadınları eziyor diye düşünülerek insanlar dinden uzaklaşmaktadırlar.

 

 

2)       CEBRİ TEDBİRLER BAĞNAZLIĞI GÜÇLENDİRİYOR

Dünyanın dört bir yanında İslam karşıtı sesler gün geçtikçe giderek yükseliyor. Pek çok ülkede, Müslüman nüfusun varlığına karşı duyulan tepkiler nedeniyle, her geçen gün yeni tedbirler alınıyor. ABD’nin yanı sıra Avrupa’da da İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, İsviçre, Danimarka, İspanya ve Almanya İslamofobi konusunda ciddi endişe duyan ülkelerin başında geliyor. Bu ülkelerde Müslümanlara yönelik uygulamalar ve yasaklarla ilgili tartışmalar neredeyse gündemden hiç düşmüyor. İslam’a yönelik bu tepkilerin giderek yasalaştırılması ise, bu toplumlarda ciddi bir ayrımcılığın hakim olmasına da yol açıyor. Avrupa ve ABD’de radikal İslamcı görünüme sahip olmayan batılı birisi gibi yaşayan Müslümanlar bile radikaller yüzünden artık baskı ve ayrımcılığa uğruyor.

İslam’a yönelik korku dolu bakış açısının olumsuz etkilerini, dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan örneklerde görmek mümkün. Göze çarpan ilk etki bağnazlığın yaygın olduğu coğrafyalarda yaşanan büyük yıkımdır. Müslümanların İslam’ın barış içinde yaşanmasını sağlayamaması Batılı ülkelerin şiddetli müdahalelerini yol açmış bu da Müslümanlar arasında “İslam’a saldırılıyor” algısının daha da güçlenmesine yol açmıştır.

 

BAĞNAZ UNSURLARIN BULUNDUĞU ÜLKELERDE YAŞANANLAR

ÜLKE

YAŞANANLAR

Libya

İç savaş - Bölünme

Mısır

Yaygın çatışma - Darbe

Suriye

İç savaş - Bölünme

Irak

İç savaş - Bölünme

İran

Yaygın çatışmalar - İç karışıklar

Yemen

İç savaş – Bölünme – Çökmüş devlet

Sudan

İç savaş - Bölünme

Afganistan

İç savaş – Çökmüş devlet

Pakistan

Ülke içinde terörizm


 

Aşağıda bağnazların rol aldığı çatışmalar nedeniyle bazı İslam ülkelerinde yaşanan yıkımın örneklerinden bazılarına yer verilmiştir:


Irak: Aşağıda koalisyon güçleri ile Irak kuvvetlerinin IŞİD ile çarpışmasından sonra Irak’In Musul ve Ninova şehirlerinin enkaz yığınına dönmüş hali görülüyor.



Suriye:
Fotoğrafta Suriye’de Halep şehrinin iç savaş başlamadan önceki ve sonraki hali yer alıyor.

 


Aşağıdaki fotoğrafta ise iç savaş öncesi ve sonrasına ait Şam’dan görünümler yer alıyor



Afganistan:
Aşağıda 1970 yılında Kabil’deki bir meydan ve mücahit gruplarının birbiri ile savaşından sonra bu meydanın hali yer alıyor.




Afganistan’ bir şehir parkının 1969’daki hali (solda) ve mücahitler arasındaki çatışmalardan sonra geriye kalan enkazının 2013’teki görünümü (sağda) yer alıyor.



 

Libya: Aşağıdaki fotoğrafta Libya’nın Misrata şehrinde yer alan Tripoli Caddesi’nin iç savaş başlamadan önceki ve sonraki hali yer alıyor.





Yemen: Aşağıdaki fotoğrafta Yemen’de bir şehrin iç savaş başlamadan önceki ve sonraki hali yer alıyor.



Bağnazlığın güçlenmesi sadece İslam aleminde yaşanan fiziki yıkımlar ile kısıtlı kalmadı. İslamofobi düşüncesindeki artış ile birlikte kimi yerlerde, kamusal alanlarda Müslümanlara yönelik bazı kıyafet yasakları getirildi. Kimi yerlerde ise, makul gibi görünen bahanelerle veya halk oylamalarıyla cami ya da minare inşaatları durduruldu. Kimi yerlerde, açık alanlarda namaz kılınması yasaklandı, kimi yerlerde ise kitap, film ya da karikatür gibi çeşitli sanatsal araçlarla İslam’a ve Müslümanlara karşı duyulan bu tepki ve korkunun propagandası yapıldı. Hatta bazı toplumlarda İslam’a karşı duyulan tepki öyle boyutlara geldi ki, örneğin İspanya’da, İçişleri Bakanlığı tarafından, ‘polisin sürekli olarak yanında taşıması ve o tarife uyan kimseleri tespit edip takibe alması’ talimatıyla, emniyet teşkilatlarına “Aşırı dinci Müslüman nasıl belli olur” başlıklı bir el kitapçığı dahi dağıtıldı.

Ve işte, pek çok yerde bu tarz yasalarla da desteklenen İslam karşıtlığı, İslam düşmanlığının ve dolayısıyla Müslümanlara yönelik baskıların, provokasyonların ve saldırıların da önünü açtı. İslamofobi adıyla meşrulaştırılan bu bakış açısı güçlendikçe, Müslümanlar da yaşadıkları bölgelerde giderek daha da fazla ezilmeye, ve bazı meşru haklarını kaybetmeye başladılar.

Artık Batılı ülkelerde birçok yerde, suç oranlarında bir artış kaydedildiğinde, bu genellikle göçmenlerle, çoğunlukla da ülkede yaşayan Müslümanlarla ilişkilendiriliyor. İslam ülkelerinde yaşanan şiddet olayları ve radikal İslami örgütlerin terör eylemleri ise, Batı’daki bu önyargılı bakış açısını daha da güçlendiriyor. Ve onları daha da haklı olduklarına inandırıyor. Dünya genelinde Müslüman nüfusun, diğer inançlara dair nüfusun iki katı hızla artması ise, Batı’nın bu kaygılarını daha da arttırıyor. Yapılan araştırmaların, 2010 yılında 1.6 milyar olan Müslüman nüfusun, % 35 civarında artarak 2030 yılında 2.2 milyara çıkacağı yönündeki verileri de bu sebeple büyük bir endişeyle değerlendiriliyor. (Küresel Müslüman Nüfusun Geleceği Raporu - Pew Araştırma Merkezi).

İslamofobi terimiyle ise, tüm dünyada İslam’a karşı duyulan korku sanki makul bir düşünceymiş gibi yansıtılarak, Müslümanlara duyulan nefret ve düşmanlık normalleştirilip sıradanlaştırılıyor. Araştırmalara göre, ABD’de ve Avrupa'da son yıllarda Müslümanları ve camileri hedef alan saldırılarda büyük bir artış var. Fransa Müslüman derneklerinin verileri göre, Fransa'da son bir yılda, % 85’i kadın olmak üzere, 450'den fazla Müslüman saldırıya uğradı. İslamofobi ile mücadele eden ‘Tell Mama’ adlı yardım kuruluşunun verilerine göre, son 1,5 yılda İngiltere ve Galler'de 1200 İslam karşıtı saldırı gerçekleşti, ABD'de 10 yılda 500'den, Türkiye’nin Lahey Büyükelçiliği Din Hizmetleri Ataşeliği verilerine göre, Hollanda'da beş yılda 100'den fazla cami saldırıya uğradı, Avrupa Türk İslam Birliği verilerine göre ise Almanya'da ise yılda 120 saldırı düzenleniyor.

Tüm dünyada hızla güçlenen bu İslam karşıtı bakış açısı, kimi Müslüman toplumlarında da, benzer bir ‘Batı Düşmanlığı’ şeklinde bir tepkiyle karşılık buluyor. Bu da Müslümanları, İslam karşıtları için daha da şiddetli bir hedef haline getiriyor.

İslam dünyası ise, ortaya çıkan bu mühim tablo karşısında nasıl bir yol izlemesi gerektiği konusunda hala etkili bir adım atmış değil. Bunun en önemli sebebi de, Müslüman toplumların henüz sorunun gerçek kaynağını ve dolayısıyla da çözümünü tespit edememiş olması.

Hatta kimi Müslümanlar sorunun gerçek kaynağından o kadar habersizler ki, ‘İslamofobi’yi, ‘ciddi bir sebebe dayanmayan korkunun yol açtığı, dışlayıcı uygulamaları kapsayan bir bakış açısı ve davranış biçimi’ olarak nitelendiriyorlar. İslamofobi'yi gerçek bir tehditten çok, ‘sanal bir algı’ ya da ‘siyasetçilerin kitleleri istedikleri tarzda yönlendirebilmeleri için ortaya attıkları bir vehim’ olarak değerlendiriyorlar.

Konuyu böyle yanlış bir açıdan ele aldıkları için de, tüm çabalarına rağmen bir türlü etkili bir çözüm yolu bulamıyorlar. Çeşitli sempozyumlar düzenleyip, İslam’a karşı duyulan bu korkunun yersizliğini anlatıyorlar. İslamofobi ile ortak mücadele çağrıları yapıyor ve dinler arası diyalog çalışmalarıyla bu konuda olumlu bir aşama kaydetmeye çalışıyorlar. Bu ülkelerdeki İslami kuruluşlar, 'İslamofobi nefret suçu olsun' diyerek BM'ye başvurular yapıyorlar. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin hükümetlerine, Musevi karşıtı eylemlerde olduğu gibi, Müslümanlara yönelik saldırılarla ilgili verileri tutması ve bunları kamuoyuna açıklaması yönünde çağrılarda bulunuyorlar.

Ancak asıl sorunun ne olduğunu göremiyor ve dolayısıyla bunu dünyaya anlatamıyorlar. Oysa ki tüm dünyayı etkisi altına alan ve giderek güçlenen İslamofobi düşüncesini durdurmanın ve insanlara, ne İslam’ın ne de gerçek Müslümanların endişe duyulacak bir yönü olmadığını anlatabilmelerinin asıl yolu, hiç şüphesiz ki onlara öncelikle ‘bağnazlık ile gerçek İslam’ın farkını anlatmaktır.

Çünkü Batılı ülkelerin içerisine düştüğü bu yersiz korkunun sebebi, ‘bağnazlığı gerçek İslam sanmalarından başka bir şey değildir. Ama ‘İslam ve bağnazlık’ arasındaki ayrımı yapabilecek bir bilgiye sahip olmadıkları için de, doğrudan İslam’ı ve Müslümanları hedef alıyorlar.

Radikalizme yönelik fikri bir çabanın yürütülmemesi sonucu bulunan çözüm askeri metotlar kullanarak radikal İslam savunucularını ezmek olmuştur. Askeri müdahale metodu ise şimdiye kadar defalarca denenmiş, her seferinde başarısız olmuş, binlerce masumu katletmiş, binlerce masumu evsiz ve ülkesiz bırakmış, ülkeleri daha büyük istikrarsızlıklara sürüklemiş son derece aciz ve akılsızca bir yöntemdir. Silahlı radikallerin özelliği iyi silah kullanabilmeleri değil, yanlış bir ideolojiye uymalarıdır. Onların yanlış ideolojisi ile hiç ilgilenmeyip sadece katlederek çözüm aramaya kalkmak, dünyayı daha büyük felaketlere götürecek ve radikalleri de daha fazla güçlendirmekten başka bir işe yaramamıştır.


Bu Kuran dışı inanç ve yaşam tarzları sonucunda da, İslam’a duyulan korku ve nefreti sürekli güçlendirmektedir.






İslam’ı savunduklarını iddia eden radikaller tüm dünyaya ama en çok da Müslümanlara zarar vermeye başlamışlardır. İslam’ı bağnazca yorumlamaları yüzünden Afganistan, Irak, Yemen ve Suriye yerle bir olmuş diğer pek çok İslam ülkesi karışıklıklara ve yaptırımlara maruz kalmıştır.

3)       BAĞNAZLIĞIN YARATTIĞI SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ KURAN'DAKİ İSLAM’I ANLATMAKTIR

Bugün Müslüman ülkelerin birçoğu, ‘Müslüman karşıtlığının ve İslamofobi’nin tek sebebinin bağnazlık olduğunu’ hala anlayamamış ve bu sapkın din anlayışının nasıl bir tehlikeye yol açtığının’ da farkına varamamıştır.

Bu nedenle gerek Diyanet İşleri kurumu mensupları gerekse de İslam adına fikir beyan eden tüm ilahiyatçılar ve cemaat liderleri bir an önce gençlerle bağlantı kurmalı, onlara Allah’ın Kuran’da anlattığı dinde yukarıda ayrıntıları ile bahsedilen türden bağnazlığın olmadığını ifade etmelidirler.

Bugün kamu görevli olsun olmasın din adına fikir beyan eden tüm kanaat önderleri günümüz gençleri ile bağlantı kurmada, onları anlamada, manevi eğitimleri konusunda ne yazık ki yetersiz kalmaktadır. Yukarıda yer verilen ilgili kamuoyu araştırmalarında da görüldüğü gibi ülkemiz gençliğinin özellikle son birkaç yıldır, başta deizm ve ateizm olmak üzere zararlı akımlara eğilim göstererek gün geçtikte dindarlıktan uzaklaştığı gerçeği de bu açıklamaları teyit etmektedir.

Öncelikle dini çevre temsilcilerinin gençlerle iletişimsizlik sorunu, sadece Z kuşağı gençliğiyle alakalı olmayıp, geçmişten günümüze on yıllardır süregelen kemikleşmiş bir sorundur.

Örneğin, 68 kuşağı ve sonrasındaki dönemler incelendiğinde Diyanetin ve onun kontrolündeki çevrelerin, dini değerlerin anlatılması ve maneviyatın geliştirilmesi anlamında toplumun geniş kesimi ile sağlıklı bir bağlantı kuramadığı görülecektir. Zaten bu sebeple, %99’u Müslüman olduğu kabul edilen ülkemizde, Darwinizm, Materyalizm, Komünizm gibi yıkıcı ve zararlı akımlar kolayca kendilerine yandaş bulabilmiştir. Nihayetinde de Diyanet’in vurguladığı gibi ateizm, deizm, homoseksüellik gibi sapkın akımlar, gençlerimiz başta olmak üzere tüm toplumumuzu tehdit eden ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.

Geçmiş dönemlerde de var olan bu sorunun neden dönemimizde gündeme geldiğinin açıklaması ise “geçmişte böyle bir sorunun olmaması" değil, gençler başta olmak üzere neredeyse tüm toplumun teknolojiyi, iletişim araçlarını yoğun kullanması, sosyal medya platformlarında bireysel fikirlerini kolayca açıklamalarıdır. Bunun sonucunda ise söz konusu iletişim uçurumunun çok bariz bir biçimde ortaya çıkmasıdır.

Bu köklü sorun, Kuran’da olmayan katı, geleneksel ortodoks din anlayışının insanlara zorla dayatılmasının bir sonucudur. Diğer yandan da bu çarpık geleneksel anlayışın Kuran'la, İslam'la uzaktan yakından ilgisinin olmadığını, tam aksine Kuran'ın insanlara her türlü bağnazlık ve ilkellikten arınmış, modernizm üstü bir modeli sunduğunu yine Kuran'la kanıtlayıp ortaya koyan müvekkil ve arkadaşları ise engellenmek istenmektedirler.

Sevgisiz, anlayışsız, katı ve üst perdeden üsluplar ile gençlerle bir bağ kurulaması mümkün görünmemektedir. Çünkü, günümüz gençliğinin dışa dönük, araştıran, sorgulayan, her türlü bilgiye her an ulaşabilen, dinamik, özgürlükçü, katı ve anlamsız kurallardan sıkılan yapısı düşünüldüğünde, bu kitleyle itici üslup, anlatım ve yöntemlerle iletişim kurmaya çalışmak gerçekçilikten son derece uzak olacaktır.

Gençlerin, sözlü soyut anlatımlardan çok bizzat görüp beğendikleri örnekleri kendilerine model aldıkları bilinen bir gerçektir. Bu yüzden, gençlerle bağ kurulmak isteniyorsa bu, ağır ve ağdalı vaaz ve öğütlerle, üst perdeden nutuklarla değil hal, tavır, davranış, ahlak ve üslup bakımından bizzat örnek olunarak sağlanmalıdır. Aksi takdirde, sevgisiz, uyumsuz, insaniyetten uzak, katı kuralcı bir yapının vereceği mesajlar, yapacağı çağrılar hiçbir zaman karşılık bulmayacaktır.

Diyanet İşleri Eski Başkanı Sayın Mehmet Görmez de bu durumu şu şekilde özetlemektedir:

“Sorunun birçok kısmı gençlerden değil yetişkinlerden kaynaklanıyor, yetişkinlerin içinde de daha çok dindarlar ve dindarların içinde de daha çok hocalardan kaynaklanan bir problem var.”

(Mehmet Görmez, 20 Aralık 2019, Gençliğin Dünyası ve İslam Paneli)

 

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Erbaş neden gençlere ulaşılamadığı bu değerlendirilmesinin mutlaka yapılması gerektiğini şöyle vurgulamaktadır:

 

“Niye batıl yolda olan birileri gençleri çabuk bir şekilde etkileyebiliyor, bizden koparıp alıp götürebiliyor? Bunun mutlaka muhasebesini yapmamız lazım." (Diyanet İşl. Bşk. Ali Erbaş, Bitlis Konferansı, 13 Eylül 2018)

Peygamberimiz (sav)’in ilk dönemlerinde dahi, dinsizliğin ve ateizmin en yaygın olduğu Arap toplumunda İslamiyet’in en hızlı gençler arasında yayılıp kabul görmesi, Peygamberimiz (sav)’in onlara karşı samimi, sıcak ve sevgi dolu yaklaşımından kaynaklanmıştır. Bu gerçek göz önüne alındığında görülecektir ki, bugün genç nesille bağlantı kurulamamasının asıl nedeni gençlerin yapısı değil, Peygamber Efendimiz (sav)'in Kuranî ahlak, tavır ve yönteminin örnek alınmamasıdır. 

 

Gençlere, Sorgulama ve Hizaya Getirme Metodu ile Değil, İnsancıl ve Sevgi Dolu Yaklaşılmalıdır

Gençlerle bağ kurmak için öncelikle geleneksel anlayıştan kaynaklanan gençliği sorgulama, yargılama, dayatma yoluyla ıslah etme, hizaya sokma zihniyetinden vazgeçilmelidir. Kuran’ın sevgiyi ve güzel ahlakı esas alan ruhu, samimi üslubu benimsenmelidir. Her mezhep, inanç ve anlayışın mensuplarına eşit ölçüde sahip çıkılmalı, her kesimi kucaklayıp Allah’ın varlığını, iman hakikatlerini, Kuran'ın mucizelerini ve İslam dininin öğütlediği güzel ahlak anlatılmalıdır.

İletişimin bu kadar hızlı, her türlü bilgiye ulaşımın son derece kolay olduğu günümüzde, internetle tüm dünyaya erişebilen, üniversite bitirmiş, birkaç dil bilen, teknolojiyle iç içe yaşayan, sosyal, dışa dönük modern bir kuşaktan bahsetmekteyiz. Bu bakımdan, geleneksel, kalıplaşmış yaşam tarzına, zevk ve estetikten yoksun kılık kıyafetlere, itici tavırlara ve dış görünüme sahip bir modelin, (dini konuları tenzih ederiz) yapacağı ağır, ağdalı ve sıkıcı vaazlarla, yapmacık üslupla anlatacağı menkıbeler ve hurafelerle, katı, yasakçı, sert ve sevgisiz nutuklarla böyle bir kuşağa hitap edilebilmesi, onu kazanabilmesi mümkün değildir.

Allah bir ayetinde, insanlara kaba ve sert değil, yumuşak davranılması gerektiğini, aksi takdirde dağılıp gideceklerini bildirmektedir:

 



Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

(Al-i İmran Suresi, 159)

 

Gençlerle bağlantı kurabilmenin, sanattan, estetikten, sevgiden, şefkatten, insancıllıktan uzak, Kur’an’a tümüyle aykırı izahlar ve hurafelerle dolu bir gelenekçi ortodoks din anlayışı ile olmayacağı açıktır.

Müvekkil, milli ve manevi değerleri yüksek modern bir gençlik oluşturmak için, öncelikle yapılması gerekenin, 40 yılı aşkın süredir arkadaşlarıyla uygulayıp başarı elde ettiği gibi:

           Yaratılış gerçeğine alternatif olarak okullarımızda gençlere öğretilen Darwinist ve materyalist felsefenin bilim ve gerçek dışı sahtekarlıklar olduklarının akılcı ve bilimsel somut delillerle çürütülmesi,

           Darwinist ve materyalist felsefenin bertaraf edilmesiyle birlikte, gençlerin maneviyatlarının yükseltilmesi amacıyla, Allah'ın varlığının, yaratılışın delilerinin, iman hakikatlerinin, Kur'an mucizelerinin bilimsel, akılcı, hikmetli, etkili ve net izahlarla anlatılması,

           Tüm bu çalışmaların teknoloji ve bilim kullanılarak, sevginin ve Kur'an ahlakının hâkim olduğu, modernlik, kalite ve estetiğe değer veren bir anlayış içerisinde yapılması olarak ifade etmektedir.

Müvekkilin yöntemlerinin etkili ve başarılı olduğu herkesin yıllardır şahit olduğu apaçık bir gerçektir. Peygamberimiz (sav)’in döneminden bu yana neredeyse hiçbir devirde elde edilememiş genç kesimi kazanmaya yönelik bu denli net bir başarının Kur’an’a dayalı etkili, samimi, sıcak, modern, insancıl ve sevgi dolu üslubunun bir sonucu olduğu ortadadır.

 

5.3)  Genç Kuşakla Bağlantı Kurabilmek için;

Kur’an’a göre haram olmayan dans, müzik, eğlence gibi gençlerin iç içe oldukları modern yaşam tarzına eleştirel, kınayan bir gözle bakılmamalı, müzik dinlediği, dans ettiği, makyaj yaptığı, dekolte giyindiği için insanları eleştirip dışlayacak tavırlar içinde olunmamalıdır.

Gençler arasında milli ve manevi duyguları geliştirmek adına aydınlık ve çağdaş, Atatürkçü yaşam stilini benimseyen insanların modern ve özgür yaşam tarzları sorgulanmamalıdır. Genç kızların, kadınların mayo, bikini veya dekolte kıyafetler giymeyi tercih etmeleri veya kapalı kıyafetler kullanmaları ya da başlarını kapatmaları gibi konular tümüyle insanların kendi özgür irade ve tercihlerine bağlıdır. Kimsenin bir başkasının saç, baş, kılık, kıyafet tercihini sorgulama ya da kendisiyle aynı yaşam tarzına, dünya görüşüne, inanç ve anlayışına sahip olmayan vatandaşları tenkit edip suçlamaya hakkı da yoktur. Bu yüzden, Kur’an’a muhalif olmayan konular hakkında, ahlak adına ortaya çıkıp gençlere çeşitli dayatmalarda bulunmak son derece yanlış ve sakıncalıdır. Mayo, bikini giyen, plaja, diskoya, kulübe giden, dans eden, müzik dinleyen kişiler ayrımcı, dışlayıcı, ötekileştirici ve haksız ithamlarla eleştirilip hedef alınmamalıdır.

Bilindiği üzere dinden uzak ve kendi kafalarınca dindarları küçük gören bazı çevreler, dindar olmayı ve manevi değerlere uygun yaşamı seçen Müslümanların güzel ve gösterişli yerlerde yaşayamayacakları, denize giremeyecekleri, mayo giyemeyecekleri, müzik dinleyemeyip, eğlence yerlerine giremeyecekleri, özetle dünyanın nimetlerinden, güzelliklerinden nasipleri olmadığı yönünde kendilerince aşağılamaya yönelik çirkin ve alaycı bazı yorumlarda bulunmaktadırlar. Oysa gençlere; Kur’an’da helal olarak belirtilen tüm nimetlerin ve özgürlüklerin müminler için olduğunu, dindar olduklarında da eğlenebilecekleri, müzik dinleyebilecekleri, dans edebilecekleri, dini yaşadıklarında da, helal sınırları içinde hiçbir güzellikten ve nimetten mahrum kalmayacaklarının detaylı olarak anlatması çok yerinde olacaktır.

İslami cemaat ve grup liderleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın, ülkemizin geleceği ve güvencesi olan genç nesillerimize ulaşıp onları kazanması, onların İslam'a, Kur'an'a ısınmalarına, milli ve manevi değerlerimizi benimseyip bu değerlere sahip çıkmalarına vesile olması, başta dinimizin emri olması bakımından, aynı zamanda toplumuzun sağlık ve istikrarı, milletimizin, devletimizin bekası açısından hayati önemi olan bir konudur.

Ancak bunun için daima sabırlı, sevecen, kucaklayıcı, ayrıştırmayan, kınamayan bir üslup kullanılmalı, sevgiye, samimiyete, modernliğe önem vermeli, özgürlüklere değer verildiğini hissettirmelidir. İslam dinimiz sevgi dinidir, tüm sevgilerin kaynağı da Allah sevgisidir. Bu sevginin, sıcaklığın insanlara hissettirilmesi, gençler dahil herkesi Kur'an'a dayalı gerçek dine yaklaştıracaktır.

Neredeyse bütün İslam coğrafyasını sarmış olan ülkelerin harabeye dönüşmesine yol açan dehşetli ve tehlikeli inanç sistemini ortadan kaldırmanın TEK yolu gerçek İslam’dır. Başka hiçbir ikna yöntemi, hiçbir silah, hiçbir tehdit bu soruna bir çözüm değildir. Bu soruna gerçek İslam dışında BAŞKA HİÇBİR ÇÖZÜM YOKTUR.

İslam dünyası bir an önce bağnazlık ile gerçek İslam’ın ayrımını yapmalı ve İslamofobi’nin tek sebebinin ‘bağnazlık’ olduğunu açıkça ortaya koymalıdır. Müslüman toplumlar dünyayı bu konuda bilgilendirdikçe, asıl tepkinin İslam’a değil, bağnazlığa olduğu anlaşılacak ve İslamofobi düşüncesi de tümüyle ortadan kalkacaktır. Böylece tüm dünya İslam’ın gerçek güzelliğini görecek ve hangi inançtan olurlarsa olsunlar, toplumlar kardeşçe ve barış içerisinde yaşayabilecek bir dostluk ortamı elde edeceklerdir.

 

SONUÇ ve TALEP:

Müvekkil Adnan Oktar’ın yukarıda yer verdiğimiz görüşlerinde ve tüm çalışmalarında ifade ettiği üzere; 

Arkadaşları ile birlikte savunduğu İslam, zaman içinde modernize edilmiş veya ılımlaştırılmış bir İslam değildir (İslam dinini tenzih ederiz). Savunduğu yaşam şekli, Peygamberimiz (sav)’in yaşadığı gibi Kuran’dakı gerçek İslam’dır. Müvekkil, dünyanın barış ve sükûnete erebilmesi için İslam coğrafyasının büyük bir kısmının unuttuğu bu gerçek İslam’ı yeniden yerleşik kılmak mecburiyetinde olduğumuzu söylemektedir. Şiddete şiddetle karşılık verenler veya radikallerin uygulamaları yüzünden İslamsız bir dünya hayalini kuranlar daima radikalleri bilmeden daha çok besleyecek ve daha büyük vahşetle karşılaşacaklardır.

Dünyaya özlemle beklenen sevgi ve barışın gelmesi ancak ve ancak İslam vesilesi ile olacaktır. Bunun için hiçbir değişikliğe uğramamış İslam’ın hak kitabı Kuran vardır.

Müvekkil, arkadaşlarıyla birlikte yıllardan beri hiçbir çıkar gözetmeksizin yaptığı kültürel çalışmalarla, Kuran’ın nuruyla bağnazlığın, karanlığının dağılmasına vesile olup, özgürlük, sevgi, demokrasi, neşe ve kalitenin dalga dalga İslam alemine ve dünyaya hakim olmasına vesile olmak amacındadır. Müvekkilin tüm çalışmalarının bu doğrultuda değerlendirmesini arz ve talep eder, görüşlerini Sayın Dairenin dikkatine saygılarımızla sunarız. 30.10.2023

 

 

Adnan Oktar
Müdafii
Av. Mert Yetişir



[1] Euronews Türkçe, KONDA Toplumsal Değişim Raporu: Türkiye'de inançsızlık yükselişte, 03/01/2019 https://tr.euronews.com/2019/01/03/konda-nin-toplumsal-degisim-raporuna-gore-turkiye-de-inancsizlik-yukseliste

[2] Selin Girit, “Türkiye’de deizm tartışması: Muhafazakar gençlik dinden uzaklaşıyor mu?“  BBC Türkçe 20 Nisan 2018, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-43832877

[3] Doç. Dr. Mustafa Büte, Davranış Bilimleri, İstanbul Üni. AUZEF,  İstanbul 2017, s. 57

[4] Prof. Dr. Besim Delaloğlu, Türkiye Nedir?, youtube.com,  Flu TV, 8 Eylül 2023


Daha yeni Daha eski