YARGITAY
İLGİLİ CEZA DAİRESİNE
GÖNDERMEK ÜZERE
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
1. CEZA DAİRESİ’NE
DOSYA NO : 2023/310 E., 2023/494 K.
SUNAN :
Adnan OKTAR
MÜDAFİİ : Av. Mert Yetişir
KONU
: Müvekkilin, İslamofobiyi tetikleyen geleneksel bağnaz din
anlayışının yol açtığı toplumsal tahribatların Kuran Müslümanlığı’nda yer alan
özgürlük, adalet ve sevginin anlatılması yoluyla giderilebileceğine dair
görüşlerinin sunulduğu dilekçemizdir.
AÇIKLAMALAR :
Müvekkil
Adnan Oktar’ın çalışmalarının önemli bir bölümü, kendi ifadeleriyle
“İslamiyetin Kur’an’a bağlı, sahabe dönemindeki gibi yaşanması, bağnaz, yobaz
anlayıştan kurtarılması, özünün anlatılması” için yapılan çalışmaları
içermektedir.
Özellikle
son yüzyıllarda gelenekçi, bağnaz bir din anlayışının İslam coğrafyasında
egemen olduğu, geçmişin kültür, medeniyet, zenginlik merkezi olan ülkelerin bu
bağnaz sistemle yok olup, çürütüldüğü bilinen bir gerçektir.
Ne
yazık ki, gerek ülkemizde gerekse batı dünyasında bağnazlık “İslam” olarak
anılmaktadır. Batı dünyası ise, bu
bağnazlığa karşı duyulan korku, endişe, nefret ve düşmanlığı İslamiyet’e
yönlendirmiştir.
Bu
dilekçede, müvekkilin çalışmalarından yapılan alıntılarla, İslamofobinin
kaynağının İslam dininin özünün değil, aslında bağnaz, yobaz, tutucu, geleneksel
anlayış olduğu açıklanmaktadır. Müvekkilin bu konudaki çalışma ve gayretlerinin
önemine dikkat çekilmektedir. Bir suç örgütünün, böyle bir konu için binlerce
sayfa çalışma, binlerce saat yayın yapması, belgeseller hazırlamasının
beklenemeyeceği ise açıktır.
Bağnazlığa karşı tek çözüm, Kur’an’ı
rehber edinmektir:
İslamofobinin,
dolayısıyla bağnazlığın tek çözümü İslamiyet’in sadece Kur’an’a bağlı
olmasıdır. Aksi takdirde, radikalizm büyük bir bela olarak dünyayı sarmaya
devam edecektir
İnsanlar
korkularının İslam'dan değil, bağnazlık dininden kaynaklandığının farkında bile
değildir. Birtakım hurafelere dayanan bağnazlığın İslam dini gibi gösterilmeye
çalışıldığının birçok insan farkında değildir.
Ne
İslam adına ortaya çıkan radikaller ne de bu radikallerden korku duyan
İslamofobikler gerçek İslam'ın bu bağnaz, ürkütücü, sevgisiz ve nefret dolu
dinle hiçbir alakasının olmadığını görmemekte veya görmezden gelmektedirler.
Bağnazlığı yaşayan ve
tüm dünyada da yaşatmaya çalışan kitleler, bu şekilde hem kendilerine hem de
Müslümanlara nasıl bir zarar verdiklerinin bilincinde değildirler. Dünyada
giderek artan İslam korkusunun Müslümanları nasıl zorlu bir ortam içerisinde bıraktığını
ise hiç düşünmezler. Batı’da giderek artan İslam karşıtlığı hem bu toplumlara
gerçeği gösterip ikna edebilme imkanlarını da ortadan kaldırmakta hem de
Müslümanların saldırılara maruz kalmasına neden olmaktadır.
Gerçek İslam dini barış,
sevgi ve şefkate dayalıyken, bağnazlar yaptıkları uygulamalarla tüm dünyada
nefreti, kin ve düşmanlığı körüklemektedirler. Gerçek Müslümanlar, iyiliği,
güzelliği ve her görüşten insanlarla Kur’an ayetlerine uygun olarak dostluğu
teşvik ederken, onlar Müslümanları tüm dünyaya katı, sevgisiz ve uzlaşmacı
olmayan insanlar olarak tanıtmaktadırlar. Müslümanlar huzurlu, barış ve sevgi
dolu bir dünya oluşturmaya çalışırken, onlar çatışmayı teşvik etmektedirler.
Müslümanlar yaşadıkları yerlere sanatı, bilimi, estetiği, kaliteyi hakim
kılmaya çalışırken, onlar kalitesizliği esas alarak İslam’ı dünyaya yanlış tanıtmaktadırlar.
İSLAMOFOBİNİN
KAYNAĞI HURAFELERE DAYANAN BAĞNAZ DİN ANLAYIŞIDIR
Bağnazlıkta demokrasi,
fikir özgürlüğü, sevgi, saygı, şefkat, dostluk, fedakârlık, kadına değer verme,
bilim, sanat, dünyayı güzelleştirme gibi özellikler yoktur. Bağnazlık kaskatı
bir yapıyı içerir.
Bağnazlıkta, Allah’ın
Kuran’da yasaklamadığı şeyler kati biçimde yasaklanır. Bu yasaklar hadis
kitaplarına sonradan eklenmiş, Peygamberimiz (sav)’in sözleri ve
uygulamalarıyla hiç ilgisi olmayan bir kısım uydurma hadislerdir. Bu sözlerin sahih hadislerden ayırt edici
özelliği, Kuran ile tam anlamıyla çelişmeleridir. Kuran ile çelişen bir
söz ve uygulamanın Peygamberimiz (sav)’e ait olmasının imkansız olduğu açıktır.
Bağnazların dini
geleneklerde, dilden dile yayılmış hurafelerde, fakat asıl olarak büyük bir
kısmı Peygamber Efendimiz (sav)’e ait olduğu iftirası ile öne sürülen uydurma
hadislerdedir.
Kuran’ın indirilişinin
ardından geçen yüzyıllarda, Peygamberimiz (sav)’in bazı uygulamaları ve sözleri
hadis olarak bir araya toplanmıştır. Hadislerin hicri 2. yüzyıldan itibaren
yazılı hale getirilmeye başlandığı zannedilmektedir. Söz konusu hadislerin bir
kısmı korunabilmiştir. Bir kısmı ise yanlış aktarılmış, çarpıtılmış veya
tamamen uydurulmuştur.
Daha önce açıkladığımız
gibi, bir hadisin gerçekten Peygamberimiz (sav)’in sözü veya uygulaması olup
olmadığını bilmek için Kuran’a bakmak gerekir. Eğer bir hadis, Kuran ile
mutabıksa, bu durumda doğrudur. Eğer geleceğe işaret eden bir hadis tahakkuk
ettiyse yani gerçekleştiyse, bu durumda yine doğrudur. Ama eğer söz konusu
hadis Kuran ile çelişiyorsa, bu konuda artık tereddüt yoktur: Hadis hiçbir
şekilde doğru kabul edilemez.
Bir kısım İslam
toplumları için sorun, Kuran’ı tamamen terk etmeleri ve bunun yerine uydurma
hadisleri yol gösterici edinmeleridir. İslami literatürde söz konusu uydurma
hadisleri “mevzu hadisler” başlığı altında ele alınmaktadır. Mevzu hadis
teriminin sözlük anlamı: “Hz. Muhammed (sav)’in söylemediği bir sözü, yalan ve
iftira ile ona nispet etmek”tir. Yani mevzu hadis, Hz. Muhammed (sav)’in hadisi
olmadığı, onun tarafından söylenmediği halde kasıtlı olarak onun hadisiymiş
gibi anlatılan söz anlamına gelir.
Mevzu hadislerin
bilinmesi çok önemlidir, çünkü bu hadisler, şu anki bir kısım Müslüman
topluluklarda Kuran’ın yerini alan ve yeni ve sahte bir din gelişmesine temel
sebep oluşturan ana kaynaklardır.
Bağnazların kadın,
hayvan, sanat ve estetik nefretini tarif etmeden önce bağnaz zihniyetin
temelini oluşturan gerçeği tekrar hatırlatmak gerekir. Ayette Rabbimiz “Helalleri haram kılan kişiler”den
bahseder:
Dillerinizin yalan yere
nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz.
Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler.
(Nahl Suresi, 116)
Günümüzde elbette haramları kendilerince
umursamayan, helal sayan, ölçüsü Allah korkusu olmayan insanlar bulunmaktadır.
Fakat ayette bildirilen ve Allah’ın helal kıldıklarını “din adına” haram
kılanlar başka bir kategoridir. Söz konusu insanlar Kuran’a göre yapılabilir
şeyleri yapılamaz hale getirmekte, özgürlükleri kısıtlamakta, meşru olanı
yasaklamaktadırlar. Kitabın başından beri delilleriyle gösterdiğimiz gibi,
aslında kendilerince Kuran’daki dini beğenmemekte (Kuran’ı tenzih ederiz) ve
yeni bir din oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Bağnazların
Kadın Nefreti
Kuran’ın hiçbir ayetinde
kadınların akıl olarak erkeklerden daha zayıf olduğu ifadesi yoktur. Tam
tersine pek çok ayette “mümin kadınlar ve mümin erkekler” hitabıyla Allah
Katında eşit sorumlu oldukları, yani benzer akıl ve vicdana sahip oldukları
ifade edilmiştir. Kadınlar ile ilgili
mevzu hadislerle Allah’a yönelik bir iftirada bulunarak bağnazların ne kadar
ileri gittiklerini de gösteren bazı hadislere aşağıda yer verirken bu
hadislerde anlatılan korkunç zihniyetin, hiçbir şekilde Kuran’da yer almadığını
özellikle belirtmek gerekir:
“Çok
lanet ediyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı başında bir
erkeğin aklını sizin kadar çelebilen aklı ve dini eksik başka bir varlık
görmedim.” (Müslim,
İman, 34/132; İbni Mace, Fiten 19/4003)
“Allah:
‘…Ben onu mükemmel ve akıllı olarak yaratmıştım. Şimdi hafif akıllı yapacağım;
o iğrenerek ve istemeyerek yüklü olacak yavrusunu zorlukla dünyaya
getirecektir’ dedi.” (et-Taberi
Tefsir I 235 v.d.; Vffl143-44; Tarih 1/1 146-148; es-Salebi Arais&.21;
İbnu’1-Esir el-KâmilI 34; tbn Kuteybe Te’vîlü Muhteüfi’l-Hadis. 139)
Bağnazlar kadınlar
hakkındaki, "hafif akıllı", "iğrenerek ve istemeyerek
yüklü" gibi asılsız ithamlarla kendi ürkütücü zihniyetlerini
sergilerken, aynı zamanda Hz. Meryem (as)'a, sahabeye ve üstünlükleriyle övülen
tüm diğer imanlı kadınlara da kendilerince hakaret etmektedirler.
“Kadın
bir kaburga kemiği gibidir. Kadın bir kaburga kemiğinden, bir eğri kaburga
kemiğinden yaratıldı, onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kırılması da
boşanmasıdır.” (Müslim, Reda 64; Nesai, Nikah 15;
Ahmed b. Hanbel, II, 168)
Hiçbir Kuran ayetinde
kadının kaburga kemiğinden yaratıldığını ve eğri olduğunu bildiren bir ifade
bulunmamaktadır. Bağnazların bu ifadelerinin aksine Yüce Rabbimiz Mümin suresi
64. Ayette kadını ve erkeği “en güzel surette” yarattığını bildirmektedir.
Kadınları aşağılamak
için uydurulmuş olan diğer bazı hadisler ve iddialar şöyledir:
“Kadınlar
arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.” (Sahih-i Buhari)
“Doksan
dokuz kadından biri cennette, diğerleri ise cehennemdedir.” (Sahih-i Buhari)
“Ey
kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok istiğfar ediniz. Çünkü ben cehennem
halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm.”
(Müslim, İman, 34/132 İbn Mace, Fiten 19/4003)
Bağnazların dininde
kadınlar dinin yaşanmasındaki en büyük engel olarak görülür. Bu nedenle onları
olabildiğince sosyal hayattan izole etmeye, evlere hapsetmeye çalışırlar.
“Kadınlar
olmasaydı Allah’a hakkıyla ibadet edilirdi.”
(Suyuti, Buhari, İbn-i Adıyy, Ebu Hatim, İbn-i Cevzi, Muhammed Nasuriddin,
İbn-i Hıbban hadisi mevzu kabul ederler.) (Silsiletul Ehadisuzzaif: 74,
Tenzihuşşeria: 1/62, El-leali : 2/59)
“Kadınlar
olmasaydı, erkekler cennete girerdi.”
(Camiussağir: 2/113)
“Resul-i
Ekrem (s.a.v)’den yine şöyle rivayet edilmiştir: “Kadın zarar görmeye müsait
bir varlıktır; şeytan onun yanı başını kesiverir. (Onun için ya dışarıya çıkmamalı
ya da çıktığında çok dikkatli olmalıdır.)” (Mizan-ül
Hikme, C.2, S.259)
Bağnazların kadınları
kendilerince aşağı kabul etmelerinin en önemli yansımalarından biri de
kadınları toplumda etkili konumlarda asla görmek istememeleridir. Bu yüzden
kadınların yönetici olmalarına karşıdırlar. Hatta kadınlarla istişare
edilmesini bile kabul etmezler. Bağnazların kadınların aklına uymamak
gerektiğine dair bazı iddiaları şöyledir:
“Başlarına
bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz.”
(İbni Hanbel Müsned 5/43,50; Tirmizi Fiten:75 Nesai
Kudat:8; Buhari Fiten:18)
“Kadınlara
itaat pişmanlıktır.” (Tezkiratul Mevzuat: 128, Kitabul Mevzuat: 2, 272)
“Kadınlarla
istişare edin, onlara danışın ve onların söylediklerinin zıttını yapın.” (El- Makasıdul Hasene: 248, Tezkiretul mevzuat:128, Tenzihuş
Şeria: 2-204, Silsiletul Ehadis: 432)
“Kadınlara
danışmayın, onlara muhalefet edin. Kadınlara muhalefet edin, zira kadınlara
muhalefet berekettir.” (Kadınlara Dîni
Bilgiler 44,45 Suyuti, Leali II, 147; İbn Arrak, Tenzihü’ş Şeria II, 210)
“Kim
ki karısına itaat ederse Allah (cc) onu yüzüstü cehenneme atar.” (İbn Arrak II, 215)
Bağnazların kadınların
ikinci sınıf varlıklar oldukları ve Allah’ın kadınları geride bıraktığına dair
bazı iftiraları şöyledir:
“Kadınları
Allah geride bıraktığı gibi siz de geri bırakın.” (Taberani)
“Eğer
bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınlar
üzerinde olan haklarından dolayı, kadınların erkeklere secde etmelerini
emrederdim.” (Sahih-i
Buhari)
Bağnazların din adına
kadınların süslenmelerini ve bakım yapmalarını yasaklayan iddiaları yüzünden
tüm dünyada Müslüman kadınların genel anlamda son derece bakımsız hatta
insanlıktan çıkmış, güzellikten, temizlikten, güzel konuşmaktan uzak
varlıklarmış gibi tanınmalarına neden olmuştur.
“Dövme
yapan ve yaptırana, yüzdeki tüyleri aldıran ve estetik için dişlerini
seyrelttiren kadınlara Allah lanet etsin.”
(Sahih-i Buhari)
“Takma
saç takan, taktıran, kaşları incelten, kaşlarını incelttiren, dövme yapan ve
dövme yaptıran lanetlenmiştir.”
(Ebu Davut, Tereccul, 5)
Bağnazlar mevzu
hadislerde Müslüman kadınların kocalarına takınmaları gereken tutuma oldukça
ayrıntılı olarak yer vermiştir. Bu
hadislerin tamamında kadınların kocalarına hiç itiraz etmeyerek onları hoşnut
etmeleri ve tek gayelerinin onları memnun etmek olduğu iddia edilir. Bunu
yapmayan kadınlar ya lanetlidir veya cennete giremez.
Oysa Kuran’a göre kadın,
erkekler gibi yalnızca Allah’ı razı etmek için yaratılmıştır, sadece Allah’a
şükreder. Kadınlar üzerindeki tek hak sahibi Yüce Rabbimiz’dir, kocası değil.
Bu sebeple kadının, kocasının “hakkını ödeyemediği” için türlü rezillikler
içine girmesi gerektiğini söyleyen bu mantık Kuran’a tam olarak muhaliftir.
Kadınların kocaları ile
ilişkilerinin nasıl olmasının gerektiğine dair bazı bağnaz iddiaları şöyledir:
“Kişi
kadınını yatağa davet eder de kadın kaçarak eşi sinirli bir şekilde gecelerse,
melekler o kadına sabaha kadar lanet eder.” (Sahih-i
Buhari, 9/36)
“Bir
kadın, kocasının yatağını (haklı bir mazereti olmadan, küs bir şekilde) terk
eder ve (başka bir yerde) sabahlarsa, sabah açılıncaya kadar melekler ona lanet
okur.” (Nehc-ül Fesaha, S.36, Hadis: 187)
“Ey
kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının
tozunu yüzlerinizle silerdiniz.” (Hafız Zehebi,
Büyük Günahlar Sayfa 187)
“Kocanın
vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de
kocasının hakkını ödemiş olmaz.” (İbni Hacer El
Heytemi 2/121, Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239)
“Bir
kadın kocasından boşanırsa o kadına cennet kokusu haram olur.” (Kadınlara Dini Bilgiler, s. 61)
“Bir
kadın, diliyle kocasına eziyet ederse, onu kendisinden razı edinceye kadar,
Allah onun hiçbir tövbesini, kefaretini ve iyi amelini kabul etmez; hatta
gündüzlerini oruç ve gecelerini ibadetle geçirse dahi.” (Bihar-ül Envar, C.103, S.244)
“Bir
kadın, kocasının hakkını eda etmediği müddetçe, Allah’ın da hakkını eda etmiş
olamaz.” (Mekarim-ül Ahlak, S.247)
“İmam
Musa-i Kazım’a kocasını gazaplandıran kadının durumu sorulunca, şöyle buyurduğu
nakledilmiştir: Kocası ondan razı oluncaya kadar, günahkâr sayılır.” (Kısar-ul Cümel, C.2, S. 258)
Diğer bir uydurma
hadiste de bağnazlar, kadınları ölmeyecekleri derecede aç bırakarak ve onlara
güzel kıyafetler giydirmeyerek terbiye etmeyi hedeflemektedirler. Bu hastalıklı
zihniyete göre eğer kadını aç bırakırlarsa, ona kötü ve eski kıyafetler verirlerse,
kadının dışarı çıkma şevki de azalacaktır. Mevzu hadis şu şekildedir:
“Kadınları
zarar vermeyecek miktarda aç, aşırı gitmeyecek kadar da kıyafetsiz bırakınız.
Çünkü kadınlar iyice doyar, güzelce giyinirlerse onlar için dışarı çıkıp
gezmekten daha sevimli bir şey yoktur. Fakat onlar biraz aç, biraz da çıplak
kalırlarsa onlar için evde oturmaktan hayırlı bir şey yoktur.” (İbnül Cevzi, Mevzuat, II/282283; Suyuti, Leali, II/154 İbn Arrak,
Tenzihü’ş Şeria, II/212213)
“Kadınlarınıza
evlerinin kapısında oturmamaları için yeni elbise yaptırmayın, çünkü elbiseleri
güzel ve yeni olursa kalplerine dışarı çıkmak arzusu gelir.” (İmamı Gazali-Kimyayı Saadet sayfa:178 İbn Ebi Şeybe, Musannaf,
IV/II, 420)
“İçinizden
biri yaşı ileri, ağzındaki dişleri dökülmüş, görünüş itibariyle de çok çirkin
olabileceği gibi aksine karısı da genç ve güzel olabilir. Bu genç ve güzel
kadın, çarşıya çıktıktan veya davet edildiği düğün ve ziyafetten evine
döndükten sonra dışarıda gördüğü yakışıklı erkeklerle yaşlı ve dişleri dökülmüş
kocasını kıyas ederek kocasının yüzüne dahi bakmak istemez. Belki kocasının
kendisini öpmesini ve cinsel ilişkide bulunmasını dahi istemez. İşte genç
kadının erkeklerin çokça bulunduğu çarşı, pazar, şenlik ve toplantı yeri gibi
mekanlara gitmesinin kadın üzerinde yapacağı etki en azından budur.” (İmam Şarani, Uhudül Kübra)
Söz konusu mevzu
hadislerdeki tarif, gittiği ortamda kendine hakim olamayan, Allah korkusu ve
imanıyla değil de içgüdüleriyle hareket etmeye meyilli ve bu sebeple de aşırı tedbirlerle
zapt edilmesi gereken garip bir yaratığa işaret etmektedir. Bağnazların
kadınlara bakış açısı bu şekildedir.
Bağnazlar kadının güya
namazı bozacağı ve uğursuz olduğunu iddia ederler. Bu benzetme Allah'ın,
"en güzel surette yarattım" dediği kadınları "kara köpek, eşek,
domuz" diyerek aşağılamak, "uğursuz" diye nitelendirmek Kuran ahlakıyla
asla bağdaşmaz. Kadınlar Kuran'da övülen, örnek gösterilen, saygı ve sevgi
duyulan, nimet konumunda olan son derece mübarek insanlardır.
“Resulullah
(sav) buyurdular ki: “Biriniz sütresiz olarak (seccadenin önüne değnek
koymadan) namaz kılarsa (önünden geçtiği takdirde) şunlar namazını bozar: Eşek,
domuz, Yahudi, Mecusi, kadın...” (Buhari, Salat
90, İlm 18, Ezan 161, Cezau’s-Sayd 25; Müslim, Salat 254, (504); Muvatta,
Kasru’s-Sala)
“Namazı
bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır.” (Sahih-i Müslim, Salat 265; Tirmizi Salat 253/338 Ebu Davud, Salat,
110/720)
“Uğursuzluk
üç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta.” (Ebu
Davud, Tıb, 24/3922; Müslim, Selam, 34/115 Buhari, Nikah, 17/4805)
“Bir
şeyde (uğursuzluk) olsaydı, bu atta, kadında, meskende olurdu.” (Buhârî, Cihad 47, Nikah 17, Tıb 43,54; Müslim, Selam 119, Müslim,
Tıb 117-120, (2226); Muvattâ, İsti’zân 21)
“Kadın
sekiz sıfatlıdır: 1- Giyim kuşam hevesinden maymun. 2- Fakir düşmeye razı
olmadığından köpek. 3- Kocasına ve diğer insanlara kibrinden yılan. 4- Gece
gündüz koğuculuk (dedikodu) yaptığından akrep. 5- Evden eşya sattığından fare.
6- Erkeklere hile kurduğundan tilki. 7- Kocasına itaat ettiğinden dolayı
koyundur.” (İmamı Gazali, İhya-u Ulumuddin)
Burada şu soruyu sormak
lazım: Yukarıdaki bu iğrençliklerle dolu mevzu hadislere inanan bir erkeğin bir
kadına bakış açısı nasıl olur? Eşini nasıl sevebilir, ona nasıl saygı
duyabilir? Böyle bir insanın dünyada en yakın olması gereken varlığa, eşine
karşı nefret duygusu dışında duyabileceği başka nasıl bir his olabilir? Kendi
eşini -tüm kadınları tenzih ederiz- adeta hayvan olarak görürken, Kuran’da asıl
üzerinde durulan sevgi ve muhabbeti nasıl elde edebilir? Elbette edemez. Oysa
Allah Kuran’da, eşler arasında var olan özel bir sevgi ve merhametten bahseder:
“Onda ‘sükun bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”
(Rum Suresi, 21)
Kuran’da kadının erkeğe
göre üstünlükleri de vardır, dolayısıyla “aklı ve imanı eksik” benzetmesi,
bağnazların dinine ait bir iftiradır. Allah, sorumluluk bakımından erkek ve
kadına eşit şekilde hitap eder. Pek çok ayette aynı anda, “mümin erkek ve mümin
kadınlara” hitap ediliyor olmasının nedenlerinden biri de budur. Bu ayetlerden
bir tanesi şu şekildedir:
Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.
(Ahzap Suresi, 35)
Makyaj,
Bakım, Temizlik ve Güzelleşmenin Haram Olduğu İddiası
◆
Kadının koku sürmemesi
gerektiği iddiası:
Camiye
gelirken kokulanan kadın evine dönüp de cünüplükten ötürü boy abdesti alır
gibi yıkanmadıkça, Allah Katında onun namazı kabul olmaz. (Avnül Mabül,
11/230)
İmam
Cafer-i Sadık: “Hiçbir kadının, evinden dışarı çıkarken elbisesine güzel
koku sürmemesi gerekir.” (El-Kafi, C.5, S.519)
Resul-i
Ekrem (s.a.v): “Bir kadın kocasından başkası için güzel koku sürünürse; cenabetinden
yıkandığı gibi yıkanıp o kokuyu vücudundan temizlemediği müddetçe namazı
kabul olmaz.” (Men La Yahzurh-ul Fakih, C.3, S.440)
Resul-i
Ekrem (s.a.v): “Kadının kocasından başkası için güzel koku sürünmesi, ateş
ve zilleti satın alması demektir.” (Nehc-ül Fesaha, C.1, S.36)
◆
Dövmenin, yüzdeki tüyü
almanın, estetik diş yaptırmanın yasak olduğu iddiası:
Dövme yapan ve yaptırana, yüzdeki tüyleri aldıran ve estetik
için dişlerini seyrelttiren kadınlara Allah lanet etsin. (Sahih-i Buhari)
◆
Takma saçın (peruk), kaş
inceltmenin, dövme yaptırmanın yasak olduğu iddiası:
Takma saç takan, taktıran, kaşları incelten, kaşlarını
incelttiren, dövme yapan ve dövme yaptıran lanetlenmiştir. (Ebu Davut, Tereccul, 5)
◆
Kadının güzel bir
elbiseyle evden çıkmasının yasaklanması:
Resul-i
Ekrem (s.a.v) kızı Hz. Fatıma’ya (s.a) hitaben şöyle buyurmuştur: “Ey Fatıma,
herhangi bir kadın güzel bir şekilde süslenir ve güzel bir elbiseyle evinden
çıkarak insanların dikkatini üzerinde toplar ve kendisine bakmalarını sağlarsa,
yedi göğün ve yerlerin melekleri ona lanet eder ve ölüp de cehenneme girinceye
kadar, Allah’ın gazabına mazhar olur. (Elbette tevbe edip dönüş yapar ve bir
daha tekrarlamazsa o başka.)” (Şehab-ül Ahbar)
İmam
Sadık: “Bir insanın alçalıp rezil olması için, onu meşhur edecek (yani
başkalarının dikkatini üzerinde yoğunlaştırıp, parmakla gösterilecek duruma
getirecek) bir elbise giymesi yeterlidir.”
(Bihar-ül Envar, C.78, S.252)
Hz.
Ali şöyle buyurmaktadır: “Kalın olan (vücudu göstermeyen) elbiseler giyin; zira
elbisesi ince olanın dini de ince (gevşek) olur.” (Bihar-ül Envar, C.79, S. 298)
Bir
hadiste şöyle geçmektedir: “Allah Resulü (s.a.v), kadınları dışarıya çıkarken
başkalarının dikkatini üzerinde toplayacak elbiseler giymekten ve ses çıkaracak
takılar takmaktan nehyetmiştir.” (Müstedrek-ül Vesail,
C.14, S.280)
◆
Kadının altın ve
giysilerle meşgul olup cenneti kaybettiğini iddiası:
“Cennete baktım, gördüm ki cennet ahalisinin en azını
kadınlar teşkil ederler. Bu durum karşısında sordum: Kadınlar nerede? Cennetin
hazini bana şu cevabı verdi: ”Onları iki kırmızı yani altın ve boyalı elbiseler
cennetten meşgul etti.”
◆
Kadına giysi verilmemesi
gerektiği iddiası:
“Kendilerini
iyi giydirmeyerek kadınlara yardım ediniz.”
Tüm bu sözde hadisler ve iddialar
hurafecilerin kadınları nasıl aşağıladıklarını, nasıl akılsız, kişiliksiz,
önemsiz gördüklerini göstermektedir. Kadını aşağı bir varlık olarak görmek ve
kadına öfke duymak, İslam’dan önceki cahiliye toplumunun en korkunç yönlerinden
biridir.
Bağnazlar şirk döneminden kalan ve
Kuran’da yeri olmayan bu durumu aynen sahiplenmiş ve dinin bir parçası haline
getirmiştir. Kuran’a göre kadın süstür, değerlidir; kadın güzelliği bir
nimettir, kadın aklı toplumları çok geniş ufuklara yönlendirir. Allah bu güzel
özellikleri kadına vermiş, onu ihtimamla korumuştur. Yukarıda mevzu hadislerde
geçen bu sahtekarca ifadeler Kuran tarafından reddedilmiştir.
Geleneksel İslam’ın en katı yorumunun yaşandığı Afganistan’da genel bir resim yasağı varsa da kadın fotoğraflarının özellikle tahrip edilmesi dikkat çekicidir.
Malala Yousafzai 15 yaşında eğitim hakkını savunduğu için ülkesi Pakistan'da, okul yolunda militanlarca başından ve boynundan vuruldu.
Afganistan’da bir erkekle telefonda konuştuğu için 40 defa kırbaçlanan kadın
Kabil’de din polisi
tarafından sokak ortasında dövülen kadınlar
Bağnazların
Erkek Çocuk Sapkınlığı
Bağnaz
zihniyetin en çirkin yönlerinden biri kendi hastalıklı zihniyetlerini sözde meşrulaştırabilmek
için Peygamberimiz (sav) adına yalan söylemeleri, Resulullah (sav)’e iftira
atmalarıdır. Peygamberimiz (sav)’in asla erkek çocuklarının fitne olmasıyla
ilgili bir sözü olmamış, onlarla konuşmayı, yanlarında bulunmayı
yasaklamamıştır. Tam tersine çocuklara gösterdiği ilgi, şefkat ve sevgi tüm
ümmete örnek olmuştur.
◆
Bağnazlıkta erkek çocuk
görünce eve kaçıp kapıyı üzerine kilitleme sapkınlığı:
Rivayet ederler ki Abdullah Ibni Ömer bir gün evinin kapısı
önünde oturuyorken parlak yüzlü ve yakışıklı bir delikanlı görür, hemen
içeri kaçıp kapıyı üzerine kitler. Bir müddet sonra dışardakilere, “O
fitne geçip gitti mi?” diye sorar, ona “Gitti” diye cevap verirler, bunun
üzerine dışarı çıkar. Orada bulunanlar ona, “Sana ne oldu, yoksa bu hususta
Peygamberimiz (sav)’den bir şey mi duydun?” diye sorarlar. O da “Evet, duydum.
Böylelerine bakmak, onlar ile konuşmak ve yine onlar ile bir arada oturmak
haramdır” diye cevap verir. (İmam Gazali, Kalplerin Keşfi)
◆
Erkek çocuklarının
yanında, “on sekiz şeytan” olduğu yalanı:
Fetâvâ-i Hayriyye’de diyor ki; Fitne tehlikesi olunca, âkıl
ve bâlig olan güzel oğlanı, babası, kendi evine, terbiyesi altına alır. Sefere,
ilm öğrenmeğe, hacca sakalsız göndermez. Bunu kadın gibi korur. Fakat
yüzüne peçe örtmez. Sokakta her kadının yanında iki şeytan vardır. Oğlanın
yanında on sekiz şeytan vardır. Bunlara bakanları aldatmaya çalışırlar. (Tam İlmihal, Seadeti Ebediyye, sf. 164)
◆
Erkek Çocuklarına Karşı
Kadınlardan 19 Kat Daha Fazla Şehvet Duyulabilir Sapkınlığı:
İmam Muhammed hazretleri, bir gün hamama gitti. Bir oğlan
çocuk gelip hamamda oturdu. İmam Muhammed onun kim olduğunu sordu. Kendisine
“tellak” olduğunu söylediler. Talebelerini azarladı ve genç tellakı dışarıya
çıkarttı. Sebebini soranlara şöyle buyurdu: “Erkeklerde kadın şehveti
aynıdır; fakat güzel emred (tüysüz oğlanın) şehveti on dokuz (19) kattır!”
buyurdular. Emrede (küçük erkek çocuklarına) şehvetsiz olarak bakmak bile
haramdır. Zira şehvetle bakmaya yol açar. Elle tutmak ise şehvetten daha
büyük bir günahtır. (İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu'l Beyan Tefsiri, 4/452-553)
◆
“Erkek Çocuk Kadın
Hükmündedir” ve “Erkek Çocuklarına da Kadınlar Gibi Arzu Duyulur” Sapkınlığı:
El-Hindiye
adlı kitapta şu hüküm yer almaktadır: “Erkek çocuk erkeklik çağına vardığında
eğer parlak yüzlü değilse onun hükmü erkeklerin, eğer parlak yüzlü ise onun
hükmü kadınların hükmüdür. O tepesinden tırnağına kadar avrettir...” (İbn-i Abidin, Reddü'l Muhtar Fıkıh Külliyatı, Yasaklar, Mubahlar,
Bakma ve Dokunma Faslı)
Şehvetle
bakıp bakmayacağı hususunda emin olsun veya olmasın, kadına bakmak gibi
güzel yüzlü oğlanlara bakmak da haramdır. Zira genç oğlan, kadın gibi güzeldir,
kadına arzu duyulduğu gibi ona da arzu duyulur. Kaldı ki kadına ulaşmak
imkânından daha çok genç oğlanla bir araya gelmek imkânı vardır. (Fetâvâ-i Hindiyye)
◆
Erkek Çocuklarının
Sesinin Haram Olduğu İddiası
Kadın, kız veya parlak oğlan sesini, yanında kendilerini
görerek dinlemek, mahremleri olmayan [yabancı] erkeklere haramdır. Bunları
görünce, temiz kalb sıkılır, kararır, hasta olur, za’îfler. Nefs zevk alır,
kuvvetlenir, azar. Şeytân, nefsin, hareketine yardım eder. (Tam İlmihal, Seadeti
Ebediyye, sf. 720)
Kadınların hatta küçük kız çocuklarının bile tehlike olarak görüldüğü bağnaz din anlayışının hakim olduğu yerlerde türlü sapkınlıklar yayılmaktadır. Bunun örneklerinden biri Afganistan ve Pakistan’da yaşanan “Bacha bazi” isimli gelenektir. Bu adette genç erkek çocukları erkek topluluğunun ortasında dans ettirilmektedir. Kadın kıyafetleri giyen ve kadın gibi süslenen erkek çocuğu cinsel istismara da maruz kalmaktadır.
Şakalaşmanın,
Mizahın ve Gülmenin Olmadığı Soğuk Bir Dünya
Uydurma hadisler, bağnaz
zihniyetteki insanların, mutluluktan, insanın en tabi özelliği ve en büyük
ihtiyaçlarından biri olan gülmekten, mizah gibi güzel nimelerden nasıl da uzak
kaldıklarını açıkça ifade etmektedir:
Ebu
Abdullah şöyle buyurdu: “Kahkaha şeytandandır.” (İman ve Küfür
Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1068)
Ebu
Abdullah şöyle buyurdu: “(Aşırı) şakalaşmalardan, mizahtan sakının; çünkü o
insanın yüzünün suyunu giderir.” (İman ve Küfür Kitabı /
Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1068)
İmam
şöyle derdi: “Dişleriniz görünecek şekilde gülmeyin.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)
Ebu
Abdullah şöyle buyurdu: “Çok gülmek kalbi öldürür.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)
İbrahim
b. Mihzem, kendisine anlatan biri aracılığıyla rivayet eder. Ebu’l Hasan
el-Evvel (Musa b. Cafer) şöyle buyurdu: “Yahya b. Zekeriyya (as) ağlar,
gülmezdi. Meryem oğlu İsa (as) ise bazen güler bazen de ağlardı. İsa (as)’ın
davranışı Yahya (as)’ın davranışından daha efdaldi (daha üstündü).” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1070)
Hasan
b. Kuleyb, rivayet eder: Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “Müminin gülmesi, tebessüm
etmekten ibarettir.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi
kitabı / El-Kuleyni, S.1067)
Bu hadisler, mutluluktan, insanın en tabi
özelliği ve en büyük ihtiyaçlarından biri olan gülmekten, mizah gibi güzel bir
nimetten nasıl uzak kaldıklarını açıkça ifade etmektedir. Hayatında gülmeyi
yasaklamış bir sistem varken, bu mevzu hadislerden peygamberlerin dahi
gülmediği iftirasını öğrenmişken, böyle bir sapkın bağnaz din ile iç içe
yaşayan insanların ne hale geldiği çok rahat anlaşılabilmektedir.
Bağnazlığın
Müzik, Resim, Sanat ve Estetik Düşmanlığı
Bağnazların mevzu hadislere dayandırdıkları iddialarına göre
müziğin, şiirin güya İslam’da yeri yoktur. Resim yapmak, şarkı söylemek de
büyük kabahattir. Heykel yapmak, bulundurmak en büyük günah olan Allah’a şirk
koşmak ile denk tutulur.
Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabî,
Ahkâmu’l Kur’an’ında, Abdullah bin Mübarek ve İmam Mâlik’in Hz. Enes’ten
rivâyet ettiği bir hadisi nakleder: Rasûlullah şöyle dedi: “Her kim, bir mûsikî meclisinde bir şarkıcı
kızın söylediği şarkıyı dinlerse âhiret
günü onun kulaklarına erimiş kurşun dökülecektir.”
“Sizden birinizin içinin kusmuk ve kanla dolu olması şiirle
dolu olmasından daha hayırlıdır.” (M. Mesabih, 4/4809)
Musiki dinleyen bir kişiye cennette ruhanileri dinleme izni
verilmez. (Kurtubi, 14/53)
Şarkı kalpte nifak bitirir. (Ebu Davud)
Allah şarkıyı, onun alışverişini, parasını, öğretmeyi ve
dinlemeyi haram kılmıştır. (Muhammed Gazali, Nebevi Sünnet)
Bütün
bu mevzu hadislerin aksine, Kuran’da müziğin, dansın ve eğlencenin yasaklandığı
tek bir hüküm yoktur. Allah mutluluğu, zevki, neşeyi Müslümanlara helal
kılmıştır.
Uydurulan
bazı hadislere göre ressamlar ahirette en büyük azap gören insanlar arasında
sayılmaktadır. Bu çarpık anlayışa göre bu kişiler, Allah’ın yarattıklarını
taklit ederek –haşa– ilahlık iddiasında bulunmaktadırlar. Oysa bir ressamın
veya bir heykeltıraşın bir sanat eseri meydana getirmesinin ilahlık iddiası ile
hiçbir ilgisi yoktur. Bir ressam veya heykeltıraş eğer böylesine sapkın bir
iddiayla ortaya çıkıyorsa bu onun icra ettiği sanat yüzünden değil, ancak ve
ancak aklen ve ruhen içine düştüğü zaaf nedeniyle olabilir. Bu ise, her
meslekten her insan için geçerli bir ihtimaldir.
Aşağıda
bağnazlar tarafından Müslümanlara resim ve heykel sanatının haram olduğu
iddiası için kullandıkları bazı hadislere yer verilmiştir:
“Cehennemde en şiddetli azaba
uğratılacak kişiler ressamlardır.” (Buhari-Tesavir, 89)
“Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim
resim yaparsa, Allah onu Kıyamet günü, yaptığı resim sebebiyle, onlara ruh
üfleyinceye kadar azab eder. Hiçbir zaman da ruh üfleyici değildir.” (Hadis No : 2168)
“Allah'ın yanında azabı en şiddetli
olan insanlar tasvircilerdir.” (Müslim 6:369).
“Şu suretleri yapanlar kıyamet
gününde azap görürler ve kendilerine yaptığınız suretlere can verin denilir.” (Müslim 6:368).
“İçinde suretler bulunan eve melekler
girmez.”
(Buhari, Libas 91).
“Her musavvir cehennemdedir.
Musavvirin, tasvir ettiği her surete kıyamet gününde Allah hayat verir de o
canlı suret cehennemde kendini yapana azap eder.” (Müslim 6:370).
Bağnazların
Müslümanlara haram kılmaya çalıştıkları resim ve heykel sanatı, Müslümanların
yol gösterici kitabı Kuran’a göre kesinlikle haram değildir. Allah sanatı sever
ve kullarına da sevdirmiştir; bütün kainatı sanat ile yaratmıştır. Kuran’da
resim ve heykel gibi güzel sanatları haram kılan bir ayet bulunmamaktadır. Tam
aksine, örneğin Hz. Süleyman’ın heykeller yaptırdığı bildirilmektedir.
Resulullah (sav) bir miktar ipek alıp sağ
avucuna koydu, bir miktar da altın alıp sol eline koydu sonra da: “Şu iki şey
ümmetimin erkek kısmına haramdır” buyurdu. [Tirmizi, ve Nesai’de Ebu Musa’dan
gelen diğer bir rivayette; “Ümmetimin
erkeklerine, ipek elbise ve altın haram kılındı, kadınlarına helal kılındı” buyrulmuştur.]
Bağnazlar erkeklere
altın ve ipeği de yasaklamış, bunun için yukarıdakine benzer birçok hadis
uydurmuşlardır. Oysa Kuran’da altın ve ipeğin yasaklandığına dair hiçbir ayet
bulunmamaktadır. Aksine altın da ipek de Kuran’da birçok ayette cennet nimeti
olarak tanıtılmaktadır.
Bağnazlığın
Bilim Karşıtlığı
Arap yarımadasında yedinci yüzyıl
başlarında bilim ve medeniyet seviyesi oldukça geridir. Ancak ilk Müslümanların
Kuran’daki Allah’ın yaratış sanatını araştırma ve tefekkür etme davetine uyması
ile bu durum değişmiş ve İslam coğrafyasında bilim adına çok büyük gelişmeler
yaşanmıştır. Ne var ki birkaç yüzyıl
sonra bağnaz anlayışın kök salmaya başlamasıyla birlikte İslam aleminde
ilerlemeler durmaya başlamıştır. Bu duraklamanın temel nedeni bağnazlıkta bilim
ile uğraşmanın fuzuli bir iş olarak görülmesi ve fıkıh ilmine büyük oranda
ağırlık verilmesi önemli bir rol oynamıştır.
Bugün atomun parçalandığı, çok
uzaklardaki galaksilerin gözlemlendiği, hastalıklara karşı yeni tedavi
yöntemlerinin geliştirildiği bilim dünyasına Müslümanların katkısı yok denecek
kadar azdır. Bunda, aşağıdakine benzer hurafelerin hala savunulup yaşatılmaya
çalışılmasının rolü büyüktür.
“Dünya balığın üzerindedir. Balık
başını sallayınca Dünya’da depremler olur.”
(İbn-i
Kesir Tefsiri 2/29)
“Yeryüzü suyun üzerindedir, su
kayanın üzerindedir, kaya da balinanın sırtı üzerinde olup iki tarafı arş ile
buluşur. Balina da ayakları havada olan meleğin sırtının üst kısmındadır.” (El-Heysemi, 8/131)
"Sizden birinizin (yemek) kabına sinek düşecek olursa, onu iyice batırın. Zira onun bir kanadında
hastalık, diğerinde şifa vardır. O, içerisinde hastalık olan kanadıyla
korunur." (Ebû Dâvud, Et'ime 49; Buhârî, Tıbb 58, Bed'ü'l-Halk 14; İbnu Mâce,
Tıb 31; Nesâî, Fera' 11)
"Kim
sabah 7 acve hurması yerse geceye kadar ona zehir ve sihir tesir etmez." (Buhârî, Et’ıme 43, Tıb 52,
56; Müslim, Eşribe 155)
''Ureyne ve
Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine’ye gelerek Müslüman oldular. Medine’nin
havası onlara dokununca Peygamber onlara deve idrarını içmelerini öğütledi. '' (Buhari Tıp5/1, Hanbel,
3/107,163)
İslam
dini akıl ve vicdan dinidir. İnsan, aklı ile Allah'ın bildirdiği gerçekleri
görür ve vicdanını kullanarak gördüklerinden sonuç çıkarır. Örneğin akıl ve
vicdan sahibi bir insan kendisine hiçbir bilgi verilmese bile evrendeki
herhangi bir varlığın özelliklerini incelediğinde bunu üstün bir Akıl, İlim ve
Güç sahibinin yarattığını anlar. Aklını ve vicdanını kullanarak düşünen her
insan Allah'ın varlığının delillerini tüm açıklığı ile görebilir. Allah bu
insanlar hakkında bir ayette şöyle haber vermektedir:
Onlar, ayakta iken,
otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı
konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna
yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Günümüz Müslümanları bu
hurafeleri savunmak yerine, Kuran'ı rehber edinerek hareket ederse, Allah'ın
emrettiği yola uyduğu için son derece hızlı ilerleyebilirler. Kuran’ın
gösterdiği yolun aksi izlendiğinde ise Afganistan’da Yemen’de olduğu gibi
Müslümanlar oldukça ilkel koşullarda yaşamaya mahkûm olurlar. Her konuda olduğu gibi bilimsel alanda da
uyulması gereken doğru yol, Allah'ın Kuran'da buyurduğu "yol"dur.
Allah'ın bildirdiği gibi "Şüphesiz,
bu Kur'an, en doğru yola iletir..." (İsra Suresi, 9)
Bağnazlıkta
Hayvan Düşmanlığı
Bağnazlıkta hayvan sevgisi yoktur. Köpek
gibi son derece sevimli ve aynı zamanda da insanlar için birer nimet olan
mazlum canlı bile ibadeti bozan, belalı ve uğursuz varlık gibi gösterilir.
Köpekler dışında örümcek, kertenkele gibi birçok hayvana da düşmanlık
gösterilir. Bunlarla ilgili bazı rivayetler şöyledir:
Melekler,
köpek ve tasvirlerin bulunduğu eve girmez.
(Müslim 6:358).
Örümcek şeytan olup Allah onun şeklini değiştirmiştir,
dolayısıyla onu öldürün. (İbn Adiy, 1/320)
Ahmed b. Hanbel'in Hz.
Aişe'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle deniliyor. "Hz. Aişe'nin evinde dayalı bir
süngü vardı. Bu kendisine soruldu da şunları söyledi: "Biz onunla
kertenkele öldürürüz. Çünkü Peygamber (s.a.) haber verdi ki: İbrahim (a.s.)
ateşe atıldığı vakit yeryüzündeki bütün hayvanlar onu söndürmeye çalışmış,
yalnız kertenkele buna katılmamıştır. Çünkü o ateşi üfürmüştür. Bu sebepten
Peygamber (s.a.) onun öldürülmesini emir buyurmuştur." [İbn Mâce, .sayd 12; Ahmed b. Hanbel, VI, 83,
109, 217.)
Hz.
Ebu Hüreyre'den (rivayet edildiğine göre) Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Zehirli kertenkeleyi İlk vuruşta (öldüren
kimse için) yetmiş sevap vardır."
[Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/622-623.)
Kuran-ı
Kerim’in hiçbir yerinde hayvan düşmanlığına yer verilmezken bağnazların
hurafelere dayanarak hayvanlara düşmanlık beslemeleri içine düştükleri karanlık
ruh halini açıkça ortaya koymaktadır. Oysa gerçek Müslüman hayvanları Allah’ın
yaratışının birer delili olarak görür ve onlara şefkat ve sevgi ile yaklaşır.
1)
Bağnaz zihniyetin hakim olduğu bir dünya cehenneme
döner
Bağnazlık, bulunduğu ve
etki ettiği ortamı cehenneme çevirir. Afganistan, Pakistan, Yemen gibi
ülkelerden insanların akın akın batıya doğru kaçmalarının sebebi budur.
İnsanlar, yaratılışlarına aykırı, insan ruhunu daraltan, sıkan, boğan böyle bir
ortamda yaşayamazlar.
u
Hurafeler sebebiyle resim
ve heykel yasaklandığı takdirde; reklam-ilan-duyuru
panoları, okul kitaplarında resimli anlatımlar, para banknotlarında resim, saraylardaki
ihtişamlı resimler, tablolar, duvar süslemeleri güzel sanatlar akademisi
benzeri sanat okulları, resimli gazete, dergi, kitap, internet olmayacaktır.
Televizyon yasak olacaktır. Medya organlarının yasaklanmasıyla medyadan
alınacak binlerce fayda da terk edilmiş olacaktır.
u
Kadınlar sosyal hayatın
hiçbir yerinde olmayacaklardır. Hiçbir işte yer alamayacaklar ve sokaklarda
bile görünmeyeceklerdir. Seçme ve seçilme gibi bir hakları olmayacaktır. Tüm
kadın kuaförleri, terzileri ve güzellik merkezleri kapanacak; saçları bakımsız,
kötü giyimli olacak, cımbız kullanmaları yasak olacak, bu yüzden kalın kaşlı
hatta bıyıklı sakallı olacaklardır. Şarkı söylemek veya dans etmek, neşelenmek
gülümsek gibi en insani tavırları gösteremeyeceklerdir. Kocası için sürekli
manevi bir tehdit gibi görülecektir. Her an aldatmaya müsait birisi olarak görüldüğünden
sürekli gözetim altında tutulacak, hatta kilit altına alınacaktır. Öyle ki
annelerin çocuklarının yanında bile diz hizasında etek giymelerine izin
verilmeyecektir. Evdeki kadın ara ara dövülecek, yediği dayağı unutmaması için
evin görünür bir yerinde dayak için kullanılacak bir sopa sergilenecektir.
Yegane görevi kocasını memnun etmek olan kadın yediği dayaklara ses
çıkaramadığı gibi bunun kocasının kendisine sunduğu bir nimet olduğu
söylenecektir. Kadınlar sadece çoğalma vasıtası olarak görülecek, çamaşır çocuk
yetiştirme çamaşır yıkama, yemek yapma ve temizlik dışında başka hiç bir işle
iştigal etmeyeceklerdir.
u
Çocuklar da kurulmuş
baskı düzenine maruz kalacaklardır. Kız çocuklarına iki yaşında başörtüsü
takılacak, daha o yaşta bile dayı ve amcalarının yanında bacakları açık
bırakılmayacaklardır. Bu zihniyete göre sadece kız çocukları değil, genç erkek
çocuklar da baskı altına alınacaktır. Cinsel arzu uyandıracak diye çocuklar
için Barbie bebek benzeri oyuncaklar üretilmeyecektir. Genç erkek çocuklarının
da tahrik unsuru olduğu potansiyel suç ve tehlike durumu arz ettikleri
düşüncesi ile sokağa bırakılmayacak eve gelen erkek misafirlere bile
gösterilmeyeceklerdir. Eğer genç erkek çocuğu sokağa çıkarsa onu gören
yetişkinler cinsel arzu duymamak için içerilere kaçacak üzerlerine kapıları
örteceklerdir.
u
Evlerde evcil hayvan
bulundurulamayacak ve bunlar için verilen veteriner hekimlik hizmetleri
engellenecektir. Keman, saz, klarnet gibi müzik aletleri kırılıp yasaklanacak,
konserler engellenecektir. Sanat fakülteleri kapatılacak, güzel sanatlar ile
iştigal etmek yasaklanacaktır. Şehirlerdeki heykeller, canlı resmi içeren tüm
süslemeler ve duvar resimleri imha edilecektir. Parklar kadınlarla erkekler ile
kadınların bir araya gelip haram işleme ihtimaline karşı kapatılacak veya imha edilecektir.
Kadın ve erkeklerin beraber sinema veya tiyatroya gitmesi, aynı okulda
okumaları engellenecektir.
Namaz
kılmayanlar veya oruç tutmayanlar şiddetle cezalandırılacaklardır. Bu ürkütücü
ve dehşet verici ortamın gerekleri Kuran’dan uzak bağnaz anlayışın içine
yerleşmiştir. Yukarıdaki ortamı oluşturan koşulların hepsini öngören hurafe
hadis ve rivayetler hayata geçirilecektir. Bu kadar yasağın normal kolluk
kuvvetleri ile denetlemek imkânsız olacağı için İran’da olduğu gibi özel
yasakları denetleyen bir din polisi örgütlenecektir. Bunlar sadece uyarma
görevi yapmayacak gerekirse yasakları çiğneyenleri cezalandıracaktır. Çünkü
bağnaz din anlayışı bu yasaklara uymayanları ağır biçimde cezalandırmayı ön
görür. Yasaklar o kadar çoktur ki insanlar yasaklara uymaya gönüllü olsalar
bile onları hayata geçirmekte zorlanırlar. Bu durumda yasaklar cebri
yöntemlerle uygulama yoluna gidilir.
Oysa insanların zor
kullanarak, evlere hapsedilerek, engellenerek, şiddet yolu kullanarak dini
yaşamaları veya helal-haramlara dikkat etmeleri sağlanamaz. İman, ahlak ve
ibadet sadece kalpten istenerek yapılmalıdır.
Bu nedenle yukarıda
tasvir edilen dünya distopik bir filmin konusu değil hurafecilerin olduğu her
ülkenin kaçınılmaz olarak varacağı bir sondur. Bugün Afganistan ve Yemen bunun
en önemli örneğidir.
Bu durumu İslam
dışındaki din ve ideolojilerde de gözlemlemek mümkündür. Her düşünce içinde
bağnazlık dininin temsilcileri vardır. İslam'da, Musevilikte, Hristiyanlıkta
olduğu gibi Marksizm'de, faşizmde, ateizmde de bağnazlar çoktur. Aynı batıl
dini savununlar hep birlikte: "Senin fikrine tahammülüm yok! Ya
benimkini kabul et ya da yok ol!" demektedir.
Bağnazların sorunu, dinlerini yukarıda belirtilenlere benzer bir yığın hurafeden öğrenmeleridir. Ne var ki bağnazların sahte dinlerini eleştirenler de kimi zaman onlar kadar radikal olup bağnazların hurafelerini onlar kadar doğru zannedebilmektedirler. İnsanların İslam’ı tanımaları ve bağnazlığa karşı çözüm elde etmek için, Kuran’ı esas alan gerçek dine yönelme gerekir. Eğer bu yapılmazsa, radikalizm ülkemizi ve dünyayı büyük bir bela olarak sarmaya devam edecektir.
Bu nedenle bağnazlığın karanlığından nasıl kurtulacağını bilmeyen İslam alemindeki geniş bir kesime bir an önce yol gösterilmelidir. Çevresinde sadece hurafelerle karışmış yanlış bir İslam anlayışı yaşanan, Kuran’dan uzak kalmış, hurafelerin dışına çıkmanın İslam’dan çıkmak olacağı yanılgısıyla doğruyu araştırmaktan çekinen, az veya çok bağnazlığın etkisi altında kalmış kişilere yardımcı olmanın yegâne yolu onları Kuran Müslümanlığına, gerçek İslam’ın aydınlık dünyasına davet etmektir.
İslamiyet adı altında bağnazlığın en uç seviyede yaşandığı Afganistan,
diğer yanda dünyanın en önemli uyuşturucu üretim merkezlerinden birisi olmaya
devam etmektedir.
Bağnazlık
İnsanların İslam’a Olan İnançlarını Sarsarak Beka Sorunu Oluşturmaktadır
İslamofobi
ve bağnazlığın oluşturduğu dehşet ve endişe sebebiyle, Müslüman ülkelerde
ateistlerin ve Kuran’a, peygambere ve ahirete inanmayı reddeden deistlerin
sayısı hızla artmaktadır.
Kamuoyu Araştırma şirketi Konda'nın 10 yıllık toplumsal
değişim raporuna göre; Türkiye'de inançsızlık yükseliştedir ve son yıllarda ateistler
üçe katlanırken, dindarların oranı giderek azalmaktadır. Raporda yer alan
'ibadet' ve 'örtünme' bölümlerinde ise başörtüsü, 'türban' oranı yüzde 13’ten
yüzde 9’a düşmüş, oruç tutanların oranı da yüzde 77’den yüzde 65’e
gerilemiştir.[1]
Uluslararası İslam Düşünce Enstitüsü (International Institute of
Islamic Thought) ve Mahya Yayınları tarafından yapılan “Türkiye İnanç ve
Dindarlık” konulu araştırmada, üniversite öğrencilerinin kendilerini
Müslümanlık, Sünnilik, dindarlık ve muhafazakârlıktan en uzak gören grup olduğu
ortaya çıkmıştır. Aynı araştırmada kendini deizme ve ateizme en yakın
hissedenlerin ise lisans ve yüksek lisans öğrencilerinin olduğu tespit
edilmiştir. [2]
Bunun yanında konuya ilişkin yapılan inceleme ve araştırmalar,
gerçekte deist ya da ateist olan pek çok kişinin, toplum baskısından çekinip linçe maruz bırakılmaktan endişe ettikleri
için kendilerini gizlemeyi tercih ettiklerini, bu sebeple de çoğu zaman
deist ya da ateist olduklarını açıkça dile getirmediklerini göstermektedir.
Hatta deist veya ateist olduklarını gizleyen kişilerin gerçek
sayısının, bunu açıkça dile getirmekten çekinmeyenlere oranla kat be kat daha fazla olduğu tahmin
edilmekte, gerçek rakamın ise kamuoyu yoklamalarında bulunan oranlardan belki
de yüz misli daha fazla olduğu belirtilmektedir.
Günümüz
gençlerinin dışa dönük, araştıran, sorgulayan, her türlü bilgiye her an
ulaşabilen, dinamik, özgürlükçü, kurallardan sıkılan yapısı, günümüzde dinin
anlatılış ve temsil şekli ile ne yazık ki örtüşmemektedir.
Dünyanın
önde gelen sosyologlarından Talcott Parsons’a göre din toplumun bütünlüğünü
sağlayan en önemli unsurdur.[3]
Bu unsurun tahribata uğradığı veya önemini yitirdiği bir toplumda etnik ve
siyasi çatışma riski artacaktır. Gençlerin, annelerinin inançlarından
uzaklaşması sorunun bir başka boyutudur. Prof. Dr. Besim Dellaloğlu, “kuşak
mesafeleşmesi” olarak isimlendirdiği bu durumu önemli bir toplumsal sorun
olarak görmektedir.[4]
Bu
nedenle nüfusun, özellikle de gençlerimizin dinden uzaklaşmaları çok vahim,
ivedilikle çözüm bulunması gereken en aciliyetli sorunlardan biridir. Milli ve
manevi değerlerinden uzaklaşmış bir nesil, devletimizin önemli bir beka
sorunudur.
Bu sorunu çözebilmenin yolu, öncelikle gençleri dinden,
maneviyattan uzaklaştıran nedenleri tespit etmek ve bu nedenleri ortadan
kaldırmaktır.
Gençlerin Dinden Uzaklaşmalarının Başlıca Nedeni
Bağnazlıktır
u
Günümüz gençleri modern ve dışa dönük yapıya
sahiptir; ancak dini anlatanlar çoğunlukla içine kapalı, zevk ve estetikten
uzak kıyafetler giyen, sıkıcı, ortodoks görünümlü kişilerdir:
Gençler kendileri gibi
görünmeyen, modernlikten uzak kişileri önemsemiyor, onların anlattıklarını
dikkate almayabiliyorlar. Kimse ezilmiş, kültürü az, tarzı, üslubu itici
kimselerin inancına, düşüncelerine önem vermiyor.
Ama görünümüyle,
modernliği, şıklığı, hitabeti, duruşu, eğitimiyle dikkat çeken, saygın, ileri
görüşlü, dışadönük, neşeli, nitelikli, güçlü olduğunu hissettiren kişilere
saygı duyup onları dinliyorlar.
Genç Dernek üyesi, dindar ve
eğitimli bazı gençlerin biraraya gelerek oluşturdukları bir metinde, bu durum
gençler tarafından şöyle özetlenmektedir:
“Farklı görüşlere sahip kişilerin ortak
bir zeminde konuşmaları ne yazık ki günümüzde mümkün olamıyor. Gençlerin model olarak kabul ettikleri
yahut edebilecekleri hocaların kamera ve mikrofonlar karşısında düştükleri
haller, takındıkları tavırlar ve üslupları birçok farklı kesimden gençleri
dinden de uzaklaştırabiliyor. İslam her soruya cevap verebilecek bir din olsa
da bu dini temsil ettiğini iddia eden veya bu hissi bizlere veren hocaların
dilleri ve üslupları gençleri soğutuyor.”
Geçmişte içine kapalı,
aileden gördüğü kadarıyla dini yaşayan bir nesil vardı, fakat yeni nesil
aileden aldığı eğitimle yetinmiyor, araştırıyor, konuşuyor, soruyor, düşünüyor.
Ancak araştırdığında, konuştuğunda din hakkında ikna edici, saygı duyacağı türden
kaynaklar bulamadığında dinden uzaklaşabiliyor. Diğer yandan, kendisinde saygı
uyandıran, sözüne itimat edeceğini hissettiği, aydınlık, eğitimli, kültürlü
gördüğü kişilerin sözünü dinliyor.
Dini anlatan kişilerin
hem fikir yapıları hem de görünümleri itibariyle dışa dönük, modern, aydın,
eğitimli, kültürlü, hitabetiyle, kıyafetiyle, duruşuyla, üslubuyla, el, kol
hareketlerine, mimiklerine kadar saygı, hayranlık, güven oluşturacak kişiler olmaları;
eğitimli, kültürlü, modern kişileri etkileyebilecek bir stil oluşturulması
elzemdir. Aksi takdirde, daha ilk dakikadan itibaren gençler dinlemeyi
bırakacaklardır.
Vaizlerin, dini anlatan
kişilerin, hocaların, alimlerin 1400 yıl öncesinin dilini, kelimelerini,
kıyafetlerini, saç stilini kullanmaları yeni nesli tatmin etmemekte, tüm bunlar
itici gelmektedir. Peygamber Efendimiz (sav), dini tebliğ ederken, kendi döneminin
modernliğini, kültürünü, zevkini, estetiğini, dilini, modasını en güzel, en
etkili şekilde kullanmıştır. Dolayısıyla, 1400 yıl sonra da günümüzün modası,
kültürü, zevki, dili aynı etkinlikle dini tebliğ için kullanılmalıdır. Aksi,
dinden soğutan, olumsuz bir etki yapmaktadır.
u
Din Anlatılırken Hep Yasaklar, Kurallar, Çoğu
Zaman da Hurafeler Anlatılmaktadır:
Oysa, gençlere öncelikle imanın temeli, Allah’ın varlığının
delilleri, dünyanın ve canlılığın tesadüflerin eseri olmadığı gibi en hayati
gerçekler anlatılmalıdır. Bunun için de bilimsel delillerle ikna edici, sade ve
etkili bir anlatım gerekmektedir.
Materyalist ve Darwinist felsefenin bilimsel geçersizliğini
bilimsel, sade ve ikna edici metotlarla gençlere anlatmak en öncelikli hedef
olmalıdır. Allah’ın varlığına ikna olan gençler
zaten ardından Allah’ı tanımak, O'nun kendilerinden ne istediğini öğrenmek
isteyecekler, O'na daha çok yakınlaşmaya çalışacaklardır.
Müvekkil, bu yöndeki
çalışmalarının ülkemizde ve tüm dünyada bu kadar etkili olmasının nedenini,
bilimsel açıdan ikna edici, sade, modern görünümlü, iç açıcı, romantiklikten,
ağır ağdalı bir dilden uzak, gerçekçi, samimi üslubu olduğunu ifade etmektedir.
Eserleri sayesinde milyonlarca genç tüm dünyada Allah’ın varlığına ve İslam’ın
hak din olduğuna kanaat getirmiştir. "Ben Müslümanım" diyenler dahi,
bu eserler sayesinde tahkiki imana kavuştuklarını ifade ederek, geleneksel ve
yüzeysel anlaşıyla değil, düşünerek, araştırarak, bilinçli olarak muhakeme edip
Allah’a ve Kur’an’a iman edip başkalarına da en güzel şekilde anlatabilen
müminler olmuşlardır.
Gençler, bilime, somut
gerçeklere, ispata önem vermektedir. Bilimsel, ispatlı anlatımlarla gençlere
Allah’ın varlığının delillerinin anlatılması ve bu çalışmaları yapanların yolu
açılarak devletimiz tarafından desteklenmeleri çok aciliyetli bir ihtiyaçtır.
Ortada böyle acil bir
ihtiyaç varken bir de üstüne, bu en hayati konuları en etkili ve en akılcı
biçimde açıklayan, 30 yılı aşkın süredir oluşturulmuş olan Harun Yahya
Külliyatı imha edilmeye çalışılmaktadır. Devletimiz, toplum ciddi bir manevi
kan kaybındayken, bu kan kaybını önleyecek ilaçlar yok edilmeye
çalışılmaktadır. Bu durum engellenmezse, dünyadaki sonuçları ve Allah Katındaki
vebali çok vahim olabilir.
u Gençler Tahakküm Edici, Ağdalı, Şiirsel
Bir Üslupla Yapılan Anlatımlardan Etkilenmiyor. Bu Tür Üslupları Küçümsüyor
Hatta Alaya Alıyorlar:
Gençler dini anlatırken kullanılan tahakküm edici ve ağdalı
anlatımları geri kalmış bir alt kültürün özellikleri olarak görüyorlar. Bu tür
samimiyetsiz ve suni üsluplarla anlatılan konularda doğruluk payı olsa dahi
itibar etmiyorlar. Ne yazık ki, günümüzde dini anlatanların tamamına yakını bu
tür bir üslup kullanıyor. Örneğin, Genç Derneği’ndeki gençler konuyla ilgili
tespitlerini şöyle dile getirmekte:
“Popüler din dilinin farklı fraksiyonları
var. Kimisi çok romantik, çok şiirsel
bir dil. Mesela ağlak hatipler var, onlar bu konuda epey iyiler. Süsleyip
durdukları kelimeleri piyasaya sürerek oluşturdukları bir dil var. İkincisi
tahakküm edici üsluplarla kürsülerden konuşan hocalar. Her ne kadar gelenekçi
yanımız dolayısıyla bunları genelde yadırgamasak da sokak bunu kabul
etmeyebilir, nitekim de etmiyor. Tepeden
bakıp emir kipi ile konuşan dil, gençlere tesir etmiyor. Eyledikleri ile
söyledikleri birbirini tutan modellere ihtiyacımız var.”
Bu gençlerin ifade
ettikleri son derece önemlidir. Gençler mütevazi, yaptıkları söyledikleri
uyumlu, üst perdeden konuşmayan, süslü kelimeler, ağır ağdalı bir dil yerine
sade, samimi bir üslup kullanan, gerçekçi konuşan kişilere itibar ediyorlar.
u İnsanlara Sevgisiz ve Anlayışsız Bir Din
Anlatılıyor, Oysa Kuran’ın Temeli Sevgiye Dayalıdır:
Bazı hocalar, alimler,
hatipler, çoğunlukla ayrıştıran, Kur’an’a uymayanlara karşı sevgisiz, onları
uzaklaştıracak, sert, anlayışsız bir üslup kullanıyorlar.
Oysa Allah’ı, Kur’an’ı, dini sevdirmek
için, Kur’an’da tavsiye edilen sevgi dilini kullanmak gerekir. İnsanları dine
ısındırmak, dini onlara sevdirmek için öncelikle dindarların kendilerini
sevdirmeleri, dini anlatacakları kişilere dostluk ve sevgi elini uzatmaları
gerekir. Kur’an’da bunun birçok örneği bulunmaktadır.
Örneğin, Allah yumuşak davranılması gerektiğini, aksi takdirde
insanların dağılıp gideceklerini bildirmektedir. Sertlik, katılık, insanları dinden uzaklaştırıp, soğutmaktadır:
Allah'tan bir rahmet
dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar
çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma
dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül
et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
(Al-i İmran Suresi, 159)
Allah, kalbi İslam’a ısındırılacaklar için harcama yapılabileceğini bildirmektedir. Yani, kalbi İslam’a ısındırılacak kişileri sevindirmek, onlara güzellikler sunmak gerekir.
Sadakalar, –Allah'tan
bir farz olarak– yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar,
kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda
kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Tevbe Suresi, 60)
Allah hep
güzel söz söylenmesini, kötülüğe dahi en güzel sözle karşılık verilmesini, bu
şekilde düşmanların dahi dost olabileceğini bildirmektedir.
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan
aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.
(İsra Suresi, 53)
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda
(kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık
bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.
(Fussilet Suresi, 34)
Günümüzde de insanlara,
özellikle de gençlere hitap ederken bu gerçekler unutulmamalı, daima sabırlı,
sevecen, kucaklayıcı, ayrıştırmayan bir üslup kullanılmalıdır. İslam sevgi
dinidir. Bu sevginin, sıcaklığını herkesin hissetmesi, insanları dine
yaklaştıracaktır. Aksi tavırlar ise uzaklaştıracaktır.
u Gençler Dini Yaşadıklarında Müzikten,
Sanattan, Danstan, Eğlenceden, Tiyatrodan, Sinemadan Uzak Kalacaklarını
Zannederek, Dinden Uzaklaşmaktadırlar:
Oysa İslam dini, sanatı,
estetiği, güzelliği, eğlenceyi yasaklamaz, bilakis insanın güzelliklerden,
sanattan, müzikten, eğlenceden daha çok zevk almasını sağlar. Önemli olan
helal, temiz, insan fıtratına uygun olarak bunların yaşanmasıdır.
Örneğin, Boğaziçi
Üniversitesi Rektörü Sayın Melih Bulu, kendisini protesto eden öğrencilerle
iletişim kurmak, onlara kendisini anlatabilmek, dinletebilmek için, gençlerin
büyük bir çoğunluğunun sevdiği, dinlediği rock grubu Metallica’yı kendisinin de
dinlediğini vurgulamıştır. Bu doğru bir yöntemdir.
Yukarıda da
bahsettiğimiz gibi, gençler kendilerini anlamayan, kendileriyle iletişime
geçemeyen, tahakküm üslubu kullanan, kendilerinden uzak gördükleri kişileri
dinlemek istemezler, kendilerinin anlaşılmadığını zannettiklerinde bu
kişilerden uzaklaşırlar.
Müvekkilin A9 TV
programlarında müzik dinlemesi ve bazı arkadaşlarının dansları eleştiri konusu
olmaktadır. Ancak bunların amacı gençlere, dindar olduklarında da
eğlenebileceklerini, müzik dinleyebileceklerini, dans edebileceklerini
göstermek, dini yaşadıklarında hiçbir güzellikten ve nimetten mahrum
kalmayacaklarını anlatmaktır.
Bu nedenle izleme
oranları astronomik rakamlara ulaşan programları ateist gençler dahi izlemekte
ve dinle ilgili merak ettiklerini sormaktadır. Bu programlar vesilesiyle birçok
ateist, deist, agnostik genç dine yönelmiş, İslam dinini öğrenmek, anlamak ve
yaşamak istemiştir.
Ancak müzik dinlediği, dans ettiği, makyaj yaptığı için genç insanları
eleştirmek, bunun da ötesinde cezalandırmak, hapse atmak tam aksi yönde etki
uyandırmaktadır.
u İslam Dininin Kadını Ezdiği Yanılgısının
Ortadan Kaldırılması En Acil Konulardan Biridir:
Dinimize sonradan
eklenen en büyük hurafe ve yanlış uygulamalardan biri, kadına bakış açısıdır.
Tüm dünyada, İslam dininin güya kadını ezdiği, ona ikinci sınıf insan muamelesi
yaptığı kanaati yerleşiktir.
Oysa, İslam dininde
kadın tam aksine baş tacıdır, el üstünde tutulur, yöneticidir, alabildiğine
özgürdür. Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayette ve kıssada, kadınların sevilmesi,
korunması, üstün tutulması, onlara saygı duyulması öğretilmektedir.
Günümüzdeki bazı
uygulamalar, bazı siyasilerin sarf ettikleri sözler, bazı hocaların
açıklamaları ise kadınlara karşı bu yanlış inanışı perçinler niteliktedir.
Bu yanlış inancın,
göstermelik sözler, uygulamalarla değil, içtenlikle yapılacak çalışmalarla
ortadan kaldırılması, kadına yönelik ezici, yok edici, kadınları insan yerine
koymayan anlayışın topyekûn yok edilmesi için gerekli eğitim, telkin ve
önlemlerin en abartılı şekilde uygulamaya konması gerekmektedir.
Yönetimde kadınlara daha
çok yer verilmesi, özellikle modern görünümlü kadınların ön planda tutulmaları
bu algıyı yok edecektir. Dindar bir yönetimin kadınları el üstünde tuttuğunu,
onlara saygı duyarak yetki ve sorumluluk verdiğini görenler, doğal olarak dini
yaşamaktan asla çekinmeyeceklerdir.
Aksi durumda ise, sanki
din kadınları eziyor diye düşünülerek insanlar dinden uzaklaşmaktadırlar.
2)
CEBRİ TEDBİRLER BAĞNAZLIĞI GÜÇLENDİRİYOR
Dünyanın
dört bir yanında İslam karşıtı sesler gün geçtikçe giderek yükseliyor. Pek çok
ülkede, Müslüman nüfusun varlığına karşı duyulan tepkiler nedeniyle, her geçen
gün yeni tedbirler alınıyor. ABD’nin yanı sıra Avrupa’da da İngiltere, Fransa,
Hollanda, Belçika, İsviçre, Danimarka, İspanya ve Almanya İslamofobi konusunda
ciddi endişe duyan ülkelerin başında geliyor. Bu ülkelerde Müslümanlara yönelik
uygulamalar ve yasaklarla ilgili tartışmalar neredeyse gündemden hiç düşmüyor.
İslam’a yönelik bu tepkilerin giderek yasalaştırılması ise, bu toplumlarda
ciddi bir ayrımcılığın hakim olmasına da yol açıyor. Avrupa ve ABD’de radikal
İslamcı görünüme sahip olmayan batılı birisi gibi yaşayan Müslümanlar bile
radikaller yüzünden artık baskı ve ayrımcılığa uğruyor.
İslam’a yönelik korku
dolu bakış açısının olumsuz etkilerini, dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan
örneklerde görmek mümkün. Göze çarpan ilk etki bağnazlığın yaygın olduğu
coğrafyalarda yaşanan büyük yıkımdır. Müslümanların İslam’ın barış içinde
yaşanmasını sağlayamaması Batılı ülkelerin şiddetli müdahalelerini yol açmış bu
da Müslümanlar arasında “İslam’a saldırılıyor” algısının daha da güçlenmesine
yol açmıştır.
BAĞNAZ
UNSURLARIN BULUNDUĞU ÜLKELERDE YAŞANANLAR |
|
ÜLKE |
YAŞANANLAR |
Libya |
İç savaş - Bölünme |
Mısır |
Yaygın çatışma - Darbe |
Suriye |
İç savaş - Bölünme |
Irak |
İç savaş - Bölünme |
İran |
Yaygın çatışmalar - İç karışıklar |
Yemen |
İç savaş – Bölünme – Çökmüş devlet |
Sudan |
İç savaş - Bölünme |
Afganistan |
İç savaş – Çökmüş devlet |
Pakistan |
Ülke içinde terörizm |
Aşağıda bağnazların rol
aldığı çatışmalar nedeniyle bazı İslam ülkelerinde yaşanan yıkımın
örneklerinden bazılarına yer verilmiştir:
Irak: Aşağıda koalisyon güçleri ile Irak kuvvetlerinin IŞİD ile
çarpışmasından sonra Irak’In Musul ve Ninova şehirlerinin enkaz yığınına dönmüş
hali görülüyor.
Suriye: Fotoğrafta Suriye’de Halep şehrinin iç savaş başlamadan önceki ve sonraki hali yer alıyor.
Aşağıdaki fotoğrafta ise iç savaş öncesi ve sonrasına ait Şam’dan görünümler yer alıyor
Afganistan: Aşağıda 1970 yılında Kabil’deki bir meydan ve mücahit gruplarının birbiri ile savaşından sonra bu meydanın hali yer alıyor.
Afganistan’ bir şehir parkının 1969’daki hali (solda) ve mücahitler
arasındaki çatışmalardan sonra geriye kalan enkazının 2013’teki görünümü
(sağda) yer alıyor.
Libya:
Aşağıdaki fotoğrafta
Libya’nın Misrata şehrinde yer alan Tripoli Caddesi’nin iç savaş başlamadan
önceki ve sonraki hali yer alıyor.
Bağnazlığın güçlenmesi sadece İslam aleminde yaşanan fiziki yıkımlar ile kısıtlı kalmadı. İslamofobi düşüncesindeki artış ile birlikte kimi yerlerde, kamusal alanlarda Müslümanlara yönelik bazı kıyafet yasakları getirildi. Kimi yerlerde ise, makul gibi görünen bahanelerle veya halk oylamalarıyla cami ya da minare inşaatları durduruldu. Kimi yerlerde, açık alanlarda namaz kılınması yasaklandı, kimi yerlerde ise kitap, film ya da karikatür gibi çeşitli sanatsal araçlarla İslam’a ve Müslümanlara karşı duyulan bu tepki ve korkunun propagandası yapıldı. Hatta bazı toplumlarda İslam’a karşı duyulan tepki öyle boyutlara geldi ki, örneğin İspanya’da, İçişleri Bakanlığı tarafından, ‘polisin sürekli olarak yanında taşıması ve o tarife uyan kimseleri tespit edip takibe alması’ talimatıyla, emniyet teşkilatlarına “Aşırı dinci Müslüman nasıl belli olur” başlıklı bir el kitapçığı dahi dağıtıldı.
Ve işte, pek çok yerde
bu tarz yasalarla da desteklenen İslam karşıtlığı, İslam düşmanlığının ve
dolayısıyla Müslümanlara yönelik baskıların, provokasyonların ve saldırıların
da önünü açtı. İslamofobi adıyla meşrulaştırılan bu bakış açısı güçlendikçe, Müslümanlar
da yaşadıkları bölgelerde giderek daha da fazla ezilmeye, ve bazı meşru
haklarını kaybetmeye başladılar.
Artık Batılı ülkelerde
birçok yerde, suç oranlarında bir artış kaydedildiğinde, bu genellikle
göçmenlerle, çoğunlukla da ülkede yaşayan Müslümanlarla ilişkilendiriliyor.
İslam ülkelerinde yaşanan şiddet olayları ve radikal İslami örgütlerin terör
eylemleri ise, Batı’daki bu önyargılı bakış açısını daha da güçlendiriyor. Ve
onları daha da haklı olduklarına inandırıyor. Dünya genelinde Müslüman nüfusun,
diğer inançlara dair nüfusun iki katı hızla artması ise, Batı’nın bu
kaygılarını daha da arttırıyor. Yapılan araştırmaların, 2010 yılında 1.6 milyar
olan Müslüman nüfusun, % 35 civarında artarak 2030 yılında 2.2 milyara çıkacağı
yönündeki verileri de bu sebeple büyük bir endişeyle değerlendiriliyor. (Küresel
Müslüman Nüfusun Geleceği Raporu - Pew Araştırma Merkezi).
İslamofobi terimiyle
ise, tüm dünyada İslam’a karşı duyulan korku sanki makul bir düşünceymiş gibi
yansıtılarak, Müslümanlara duyulan nefret ve düşmanlık normalleştirilip
sıradanlaştırılıyor. Araştırmalara göre, ABD’de ve Avrupa'da son yıllarda
Müslümanları ve camileri hedef alan saldırılarda büyük bir artış var. Fransa
Müslüman derneklerinin verileri göre, Fransa'da son bir yılda, % 85’i kadın
olmak üzere, 450'den fazla Müslüman saldırıya uğradı. İslamofobi ile mücadele
eden ‘Tell Mama’ adlı yardım kuruluşunun verilerine göre, son 1,5 yılda
İngiltere ve Galler'de 1200 İslam karşıtı saldırı gerçekleşti, ABD'de 10 yılda
500'den, Türkiye’nin Lahey Büyükelçiliği Din Hizmetleri Ataşeliği verilerine
göre, Hollanda'da beş yılda 100'den fazla cami saldırıya uğradı, Avrupa Türk
İslam Birliği verilerine göre ise Almanya'da ise yılda 120 saldırı
düzenleniyor.
Tüm dünyada hızla
güçlenen bu İslam karşıtı bakış açısı, kimi Müslüman toplumlarında da, benzer
bir ‘Batı Düşmanlığı’ şeklinde bir tepkiyle karşılık buluyor. Bu da
Müslümanları, İslam karşıtları için daha da şiddetli bir hedef haline
getiriyor.
İslam dünyası ise,
ortaya çıkan bu mühim tablo karşısında nasıl bir yol izlemesi gerektiği
konusunda hala etkili bir adım atmış değil. Bunun en önemli sebebi de, Müslüman
toplumların henüz sorunun gerçek kaynağını ve dolayısıyla da çözümünü tespit
edememiş olması.
Hatta kimi Müslümanlar
sorunun gerçek kaynağından o kadar habersizler ki, ‘İslamofobi’yi, ‘ciddi bir
sebebe dayanmayan korkunun yol açtığı, dışlayıcı uygulamaları kapsayan bir
bakış açısı ve davranış biçimi’ olarak nitelendiriyorlar. İslamofobi'yi gerçek
bir tehditten çok, ‘sanal bir algı’ ya da ‘siyasetçilerin kitleleri istedikleri
tarzda yönlendirebilmeleri için ortaya attıkları bir vehim’ olarak
değerlendiriyorlar.
Konuyu böyle yanlış bir
açıdan ele aldıkları için de, tüm çabalarına rağmen bir türlü etkili bir çözüm
yolu bulamıyorlar. Çeşitli sempozyumlar düzenleyip, İslam’a karşı duyulan bu
korkunun yersizliğini anlatıyorlar. İslamofobi ile ortak mücadele çağrıları
yapıyor ve dinler arası diyalog çalışmalarıyla bu konuda olumlu bir aşama
kaydetmeye çalışıyorlar. Bu ülkelerdeki İslami kuruluşlar, 'İslamofobi nefret
suçu olsun' diyerek BM'ye başvurular yapıyorlar. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin
hükümetlerine, Musevi karşıtı eylemlerde olduğu gibi, Müslümanlara yönelik
saldırılarla ilgili verileri tutması ve bunları kamuoyuna açıklaması yönünde
çağrılarda bulunuyorlar.
Ancak asıl sorunun ne
olduğunu göremiyor ve dolayısıyla bunu dünyaya anlatamıyorlar. Oysa ki tüm
dünyayı etkisi altına alan ve giderek güçlenen İslamofobi düşüncesini
durdurmanın ve insanlara, ne İslam’ın ne de gerçek Müslümanların endişe
duyulacak bir yönü olmadığını anlatabilmelerinin asıl yolu, hiç şüphesiz ki
onlara öncelikle ‘bağnazlık ile gerçek İslam’ın farkını anlatmaktır.
Çünkü Batılı ülkelerin
içerisine düştüğü bu yersiz korkunun sebebi, ‘bağnazlığı gerçek İslam
sanmalarından başka bir şey değildir. Ama ‘İslam ve bağnazlık’ arasındaki
ayrımı yapabilecek bir bilgiye sahip olmadıkları için de, doğrudan İslam’ı ve
Müslümanları hedef alıyorlar.
Radikalizme
yönelik fikri bir çabanın yürütülmemesi sonucu bulunan çözüm askeri metotlar
kullanarak radikal İslam savunucularını ezmek olmuştur. Askeri müdahale metodu
ise şimdiye kadar defalarca denenmiş, her seferinde başarısız olmuş, binlerce
masumu katletmiş, binlerce masumu evsiz ve ülkesiz bırakmış, ülkeleri daha
büyük istikrarsızlıklara sürüklemiş son derece aciz ve akılsızca bir yöntemdir.
Silahlı radikallerin özelliği iyi silah kullanabilmeleri değil, yanlış bir
ideolojiye uymalarıdır. Onların yanlış ideolojisi ile hiç ilgilenmeyip sadece
katlederek çözüm aramaya kalkmak, dünyayı daha büyük felaketlere götürecek ve
radikalleri de daha fazla güçlendirmekten başka bir işe yaramamıştır.
Bu Kuran dışı inanç ve
yaşam tarzları sonucunda da, İslam’a duyulan korku ve nefreti sürekli
güçlendirmektedir.
İslam’ı savunduklarını iddia eden radikaller tüm dünyaya ama en çok da Müslümanlara zarar vermeye başlamışlardır. İslam’ı bağnazca yorumlamaları yüzünden Afganistan, Irak, Yemen ve Suriye yerle bir olmuş diğer pek çok İslam ülkesi karışıklıklara ve yaptırımlara maruz kalmıştır.
3)
BAĞNAZLIĞIN YARATTIĞI SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ
KURAN'DAKİ İSLAM’I ANLATMAKTIR
Bugün Müslüman ülkelerin
birçoğu, ‘Müslüman karşıtlığının ve İslamofobi’nin tek sebebinin bağnazlık
olduğunu’ hala anlayamamış ve bu sapkın din anlayışının nasıl bir tehlikeye yol
açtığının’ da farkına varamamıştır.
Bu
nedenle gerek Diyanet İşleri kurumu mensupları gerekse de İslam adına fikir
beyan eden tüm ilahiyatçılar ve cemaat liderleri bir an önce gençlerle bağlantı
kurmalı, onlara Allah’ın Kuran’da anlattığı dinde yukarıda ayrıntıları ile bahsedilen
türden bağnazlığın olmadığını ifade etmelidirler.
Bugün
kamu görevli olsun olmasın din adına fikir beyan eden tüm kanaat önderleri
günümüz gençleri ile bağlantı kurmada, onları anlamada, manevi eğitimleri
konusunda ne yazık ki yetersiz kalmaktadır. Yukarıda yer verilen ilgili kamuoyu
araştırmalarında da görüldüğü gibi ülkemiz
gençliğinin özellikle son birkaç yıldır, başta deizm ve ateizm olmak üzere
zararlı akımlara eğilim göstererek gün geçtikte dindarlıktan uzaklaştığı
gerçeği de bu açıklamaları teyit etmektedir.
Öncelikle
dini çevre temsilcilerinin gençlerle iletişimsizlik sorunu, sadece Z kuşağı
gençliğiyle alakalı olmayıp, geçmişten günümüze on yıllardır süregelen
kemikleşmiş bir sorundur.
Örneğin,
68 kuşağı ve sonrasındaki dönemler incelendiğinde Diyanetin ve onun
kontrolündeki çevrelerin, dini değerlerin anlatılması ve maneviyatın
geliştirilmesi anlamında toplumun geniş kesimi ile sağlıklı bir bağlantı
kuramadığı görülecektir. Zaten bu sebeple, %99’u Müslüman olduğu kabul edilen
ülkemizde, Darwinizm, Materyalizm, Komünizm gibi yıkıcı ve zararlı akımlar
kolayca kendilerine yandaş bulabilmiştir. Nihayetinde de Diyanet’in vurguladığı
gibi ateizm, deizm, homoseksüellik gibi sapkın akımlar, gençlerimiz başta olmak
üzere tüm toplumumuzu tehdit eden ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.
Geçmiş
dönemlerde de var olan bu sorunun neden dönemimizde gündeme geldiğinin
açıklaması ise “geçmişte böyle bir sorunun olmaması" değil, gençler başta
olmak üzere neredeyse tüm toplumun teknolojiyi, iletişim araçlarını yoğun
kullanması, sosyal medya platformlarında bireysel fikirlerini kolayca
açıklamalarıdır. Bunun sonucunda ise söz konusu iletişim uçurumunun çok bariz
bir biçimde ortaya çıkmasıdır.
Bu
köklü sorun, Kuran’da olmayan katı, geleneksel ortodoks din anlayışının
insanlara zorla dayatılmasının bir sonucudur. Diğer yandan da bu çarpık geleneksel
anlayışın Kuran'la, İslam'la uzaktan yakından ilgisinin olmadığını, tam aksine
Kuran'ın insanlara her türlü bağnazlık ve ilkellikten arınmış, modernizm üstü
bir modeli sunduğunu yine Kuran'la kanıtlayıp ortaya koyan müvekkil ve
arkadaşları ise engellenmek istenmektedirler.
Sevgisiz,
anlayışsız, katı ve üst perdeden üsluplar ile gençlerle bir bağ kurulaması
mümkün görünmemektedir. Çünkü, günümüz gençliğinin dışa dönük, araştıran,
sorgulayan, her türlü bilgiye her an ulaşabilen, dinamik, özgürlükçü, katı ve
anlamsız kurallardan sıkılan yapısı düşünüldüğünde, bu kitleyle itici üslup,
anlatım ve yöntemlerle iletişim kurmaya çalışmak gerçekçilikten son derece uzak
olacaktır.
Gençlerin,
sözlü soyut anlatımlardan çok bizzat görüp beğendikleri örnekleri kendilerine
model aldıkları bilinen bir gerçektir. Bu yüzden, gençlerle bağ kurulmak
isteniyorsa bu, ağır ve ağdalı vaaz ve öğütlerle, üst perdeden nutuklarla değil
hal, tavır, davranış, ahlak ve üslup bakımından bizzat örnek olunarak
sağlanmalıdır. Aksi takdirde, sevgisiz, uyumsuz, insaniyetten uzak, katı
kuralcı bir yapının vereceği mesajlar, yapacağı çağrılar hiçbir zaman karşılık
bulmayacaktır.
Diyanet
İşleri Eski Başkanı Sayın Mehmet Görmez de bu durumu şu şekilde özetlemektedir:
“Sorunun birçok kısmı gençlerden değil yetişkinlerden
kaynaklanıyor, yetişkinlerin içinde de daha çok dindarlar ve dindarların içinde
de daha çok hocalardan kaynaklanan bir problem var.”
(Mehmet Görmez, 20 Aralık
2019, Gençliğin Dünyası ve İslam Paneli)
Diyanet
İşleri Başkanı Sayın Erbaş neden gençlere ulaşılamadığı bu değerlendirilmesinin
mutlaka yapılması gerektiğini şöyle vurgulamaktadır:
“Niye batıl yolda olan
birileri gençleri çabuk bir şekilde etkileyebiliyor, bizden koparıp alıp
götürebiliyor? Bunun mutlaka muhasebesini yapmamız lazım." (Diyanet İşl. Bşk. Ali Erbaş,
Bitlis Konferansı, 13 Eylül 2018)
Peygamberimiz
(sav)’in ilk dönemlerinde dahi, dinsizliğin ve ateizmin en yaygın olduğu Arap
toplumunda İslamiyet’in en hızlı gençler arasında yayılıp kabul görmesi,
Peygamberimiz (sav)’in onlara karşı samimi, sıcak ve sevgi dolu yaklaşımından
kaynaklanmıştır. Bu gerçek göz önüne alındığında görülecektir ki, bugün genç
nesille bağlantı kurulamamasının asıl nedeni gençlerin yapısı değil, Peygamber
Efendimiz (sav)'in Kuranî ahlak, tavır ve yönteminin örnek alınmamasıdır.
Gençlere, Sorgulama ve Hizaya Getirme Metodu ile
Değil, İnsancıl ve Sevgi Dolu Yaklaşılmalıdır
Gençlerle
bağ kurmak için öncelikle geleneksel anlayıştan kaynaklanan gençliği sorgulama,
yargılama, dayatma yoluyla ıslah etme, hizaya sokma zihniyetinden vazgeçilmelidir.
Kuran’ın sevgiyi ve güzel ahlakı esas alan ruhu, samimi üslubu benimsenmelidir.
Her mezhep, inanç ve anlayışın mensuplarına eşit ölçüde sahip çıkılmalı, her
kesimi kucaklayıp Allah’ın varlığını, iman hakikatlerini, Kuran'ın mucizelerini
ve İslam dininin öğütlediği güzel ahlak anlatılmalıdır.
İletişimin
bu kadar hızlı, her türlü bilgiye ulaşımın son derece kolay olduğu günümüzde,
internetle tüm dünyaya erişebilen, üniversite bitirmiş, birkaç dil bilen,
teknolojiyle iç içe yaşayan, sosyal, dışa dönük modern bir kuşaktan
bahsetmekteyiz. Bu bakımdan, geleneksel,
kalıplaşmış yaşam tarzına, zevk ve estetikten yoksun kılık kıyafetlere, itici
tavırlara ve dış görünüme sahip bir modelin, (dini konuları tenzih ederiz)
yapacağı ağır, ağdalı ve sıkıcı vaazlarla, yapmacık üslupla anlatacağı
menkıbeler ve hurafelerle, katı, yasakçı, sert ve sevgisiz nutuklarla böyle bir
kuşağa hitap edilebilmesi, onu kazanabilmesi mümkün değildir.
Allah
bir ayetinde, insanlara kaba ve sert değil, yumuşak davranılması gerektiğini,
aksi takdirde dağılıp gideceklerini bildirmektedir:
Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
(Al-i İmran Suresi, 159)
Gençlerle
bağlantı kurabilmenin, sanattan, estetikten, sevgiden, şefkatten,
insancıllıktan uzak, Kur’an’a tümüyle aykırı izahlar ve hurafelerle dolu bir
gelenekçi ortodoks din anlayışı ile olmayacağı açıktır.
Müvekkil,
milli ve manevi değerleri yüksek modern bir gençlik oluşturmak için, öncelikle
yapılması gerekenin, 40 yılı aşkın süredir arkadaşlarıyla uygulayıp başarı elde
ettiği gibi:
◆
Yaratılış gerçeğine alternatif olarak okullarımızda gençlere
öğretilen Darwinist ve materyalist felsefenin bilim ve gerçek dışı
sahtekarlıklar olduklarının akılcı ve bilimsel somut delillerle çürütülmesi,
◆
Darwinist ve materyalist felsefenin bertaraf edilmesiyle
birlikte, gençlerin maneviyatlarının yükseltilmesi amacıyla, Allah'ın
varlığının, yaratılışın delilerinin, iman hakikatlerinin, Kur'an mucizelerinin
bilimsel, akılcı, hikmetli, etkili ve net izahlarla anlatılması,
◆
Tüm bu çalışmaların teknoloji ve bilim kullanılarak, sevginin
ve Kur'an ahlakının hâkim olduğu, modernlik, kalite ve estetiğe değer veren bir
anlayış içerisinde yapılması olarak ifade etmektedir.
Müvekkilin
yöntemlerinin etkili ve başarılı olduğu herkesin yıllardır şahit olduğu apaçık
bir gerçektir. Peygamberimiz (sav)’in döneminden bu yana neredeyse hiçbir
devirde elde edilememiş genç kesimi kazanmaya yönelik bu denli net bir
başarının Kur’an’a dayalı etkili, samimi, sıcak, modern, insancıl ve sevgi dolu
üslubunun bir sonucu olduğu ortadadır.
5.3) Genç
Kuşakla Bağlantı Kurabilmek için;
Kur’an’a göre haram olmayan dans, müzik, eğlence
gibi gençlerin iç içe oldukları modern yaşam tarzına eleştirel, kınayan bir
gözle bakılmamalı, müzik dinlediği, dans ettiği, makyaj yaptığı, dekolte giyindiği için
insanları eleştirip dışlayacak tavırlar içinde olunmamalıdır.
Gençler
arasında milli ve manevi duyguları geliştirmek adına aydınlık ve çağdaş,
Atatürkçü yaşam stilini benimseyen insanların modern ve özgür yaşam tarzları sorgulanmamalıdır.
Genç kızların, kadınların mayo, bikini veya dekolte kıyafetler giymeyi tercih
etmeleri veya kapalı kıyafetler kullanmaları ya da başlarını kapatmaları gibi
konular tümüyle insanların kendi özgür irade ve tercihlerine bağlıdır. Kimsenin
bir başkasının saç, baş, kılık, kıyafet tercihini sorgulama ya da kendisiyle
aynı yaşam tarzına, dünya görüşüne, inanç ve anlayışına sahip olmayan
vatandaşları tenkit edip suçlamaya hakkı da yoktur. Bu yüzden, Kur’an’a muhalif olmayan konular hakkında,
ahlak adına ortaya çıkıp gençlere çeşitli dayatmalarda bulunmak son derece
yanlış ve sakıncalıdır. Mayo, bikini giyen, plaja, diskoya, kulübe giden, dans
eden, müzik dinleyen kişiler ayrımcı, dışlayıcı, ötekileştirici ve haksız
ithamlarla eleştirilip hedef alınmamalıdır.
Bilindiği
üzere dinden uzak ve kendi kafalarınca dindarları küçük gören bazı çevreler,
dindar olmayı ve manevi değerlere uygun yaşamı seçen Müslümanların güzel ve
gösterişli yerlerde yaşayamayacakları, denize giremeyecekleri, mayo
giyemeyecekleri, müzik dinleyemeyip, eğlence yerlerine giremeyecekleri, özetle
dünyanın nimetlerinden, güzelliklerinden nasipleri olmadığı yönünde
kendilerince aşağılamaya yönelik çirkin ve alaycı bazı yorumlarda
bulunmaktadırlar. Oysa gençlere; Kur’an’da helal olarak belirtilen tüm
nimetlerin ve özgürlüklerin müminler için olduğunu, dindar olduklarında da
eğlenebilecekleri, müzik dinleyebilecekleri, dans edebilecekleri, dini
yaşadıklarında da, helal sınırları içinde hiçbir güzellikten ve nimetten mahrum
kalmayacaklarının detaylı olarak anlatması çok yerinde olacaktır.
İslami
cemaat ve grup liderleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın, ülkemizin
geleceği ve güvencesi olan genç nesillerimize ulaşıp onları kazanması, onların
İslam'a, Kur'an'a ısınmalarına, milli ve manevi değerlerimizi benimseyip bu
değerlere sahip çıkmalarına vesile olması, başta dinimizin emri olması
bakımından, aynı zamanda toplumuzun sağlık ve istikrarı, milletimizin,
devletimizin bekası açısından hayati önemi olan bir konudur.
Ancak
bunun için daima sabırlı, sevecen, kucaklayıcı, ayrıştırmayan, kınamayan bir
üslup kullanılmalı, sevgiye, samimiyete, modernliğe önem vermeli, özgürlüklere
değer verildiğini hissettirmelidir. İslam dinimiz sevgi dinidir, tüm sevgilerin
kaynağı da Allah sevgisidir. Bu sevginin, sıcaklığın insanlara hissettirilmesi,
gençler dahil herkesi Kur'an'a dayalı gerçek dine yaklaştıracaktır.
Neredeyse
bütün İslam coğrafyasını sarmış olan ülkelerin harabeye dönüşmesine yol açan
dehşetli ve tehlikeli inanç sistemini ortadan kaldırmanın TEK yolu gerçek
İslam’dır. Başka hiçbir ikna yöntemi, hiçbir silah, hiçbir tehdit bu soruna bir
çözüm değildir. Bu soruna gerçek İslam dışında BAŞKA HİÇBİR ÇÖZÜM YOKTUR.
İslam dünyası bir an
önce bağnazlık ile gerçek İslam’ın ayrımını yapmalı ve İslamofobi’nin tek
sebebinin ‘bağnazlık’ olduğunu açıkça ortaya koymalıdır. Müslüman toplumlar
dünyayı bu konuda bilgilendirdikçe, asıl tepkinin İslam’a değil, bağnazlığa
olduğu anlaşılacak ve İslamofobi düşüncesi de tümüyle ortadan kalkacaktır.
Böylece tüm dünya İslam’ın gerçek güzelliğini görecek ve hangi inançtan
olurlarsa olsunlar, toplumlar kardeşçe ve barış içerisinde yaşayabilecek bir
dostluk ortamı elde edeceklerdir.
SONUÇ ve TALEP:
Müvekkil
Adnan Oktar’ın yukarıda yer verdiğimiz görüşlerinde ve tüm çalışmalarında ifade
ettiği üzere;
Arkadaşları ile birlikte savunduğu
İslam, zaman içinde modernize edilmiş veya ılımlaştırılmış bir İslam değildir
(İslam dinini tenzih ederiz). Savunduğu yaşam şekli,
Peygamberimiz (sav)’in yaşadığı gibi Kuran’dakı gerçek İslam’dır. Müvekkil, dünyanın barış ve
sükûnete erebilmesi için İslam coğrafyasının büyük bir kısmının unuttuğu bu
gerçek İslam’ı yeniden yerleşik kılmak mecburiyetinde olduğumuzu söylemektedir.
Şiddete şiddetle karşılık verenler veya radikallerin uygulamaları yüzünden
İslamsız bir dünya hayalini kuranlar daima radikalleri bilmeden daha çok
besleyecek ve daha büyük vahşetle karşılaşacaklardır.
Dünyaya
özlemle beklenen sevgi ve barışın gelmesi ancak ve ancak İslam vesilesi ile
olacaktır. Bunun için hiçbir değişikliğe uğramamış İslam’ın hak kitabı Kuran
vardır.
Müvekkil,
arkadaşlarıyla birlikte yıllardan beri hiçbir çıkar gözetmeksizin yaptığı
kültürel çalışmalarla, Kuran’ın nuruyla bağnazlığın, karanlığının dağılmasına
vesile olup, özgürlük, sevgi, demokrasi, neşe ve kalitenin dalga dalga İslam
alemine ve dünyaya hakim olmasına vesile olmak amacındadır. Müvekkilin tüm
çalışmalarının bu doğrultuda değerlendirmesini arz ve talep eder, görüşlerini
Sayın Dairenin dikkatine saygılarımızla sunarız. 30.10.2023
Adnan
Oktar
Müdafii
Av. Mert Yetişir
[1] Euronews
Türkçe, KONDA Toplumsal Değişim Raporu: Türkiye'de inançsızlık yükselişte,
03/01/2019 https://tr.euronews.com/2019/01/03/konda-nin-toplumsal-degisim-raporuna-gore-turkiye-de-inancsizlik-yukseliste
[2] Selin Girit, “Türkiye’de deizm tartışması: Muhafazakar gençlik dinden
uzaklaşıyor mu?“ BBC Türkçe 20 Nisan
2018, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-43832877
[3] Doç. Dr. Mustafa Büte, Davranış Bilimleri, İstanbul Üni.
AUZEF, İstanbul 2017, s. 57
[4] Prof. Dr. Besim Delaloğlu, Türkiye Nedir?, youtube.com, Flu TV, 8 Eylül 2023